26.09.2020

Éclaircissements des Systèmes

 

Éclaircissement de toutes

les Systèmes de Philosophie,

de ses premiers aux derniers principes

 

Propédeutique :

Si la psychanalyse, avant d'être une thérapie, elle était un décodeur actif qui recevra ce qui arrive au rapport sexuel après tant des avatars (Éros, philia, amour courtois, fiançailles, polygamie islamique, esclavage, s.m, perversion,) pour évaluer l'impact sur zoon politikon.

 

Là où le semblant de code (Sittlichkeit historique est le domaine de l'anthropologie) ne sert qu'à décliner l'acte d'en faire la joie, subitement abolie, dans la déviation subversive (Un, Dieu) en aire capitalistique; cet erreur capital ne se consume qu'à discrétion dudit Un, subi!

Retrait

Dieu supposé de savoir ou omniscient, position du ex-père (totémique –Freud), éperdument en/par manque d'effronté; chimère jusqu'à la jouissance hétaire, et codée par Solon, adulée par le Juif, supprimée dans la fête du salut par le Maronite, ingurgitée par Mohammed, recueillie en insouciance par les Lumières !

*

Anecdotique :

Professor says:

"Think Fichte !"

"and now, think him who thought Fichte=Fichte !"

and they thought other things but together...

*

“Ben Üçüncü Hâlim,

Yeryüzü Padişâhı...”      (Fazıl Hüsnü Dağlarca)

 

“Ve ben;

İnsanın dördüncü hali

yalnızlık. »                         (Murat Demir)

 

*

Analytique :

Que quelque chose de l'ordre de l'évènement (avènement), donc coupure, rupture, bouleversement dans un procédé qu'on nomme imparfaitement, quoi qu'on en prend acte et laisse trace, manque á son idée, ce n'est pas accidentel, mais c'est parce qu'il est inscrit á l'infini historique d'une (para-)praxis.

 

Ce qui m'effraie le plus en ce qui concerne l'infini qu'on compte parmi les idées mathématiques, s'il n'était justement que le concept de quelque chose du genre, une galaxie (« une île de ciel »), qui ne serait –au fond- qu'un schématisme de l'imagination, tournant en rond comme une bande de Moebius.

*

Sympathique :

Ce qui m’effraie au fond une possible représentabilité irreprésentable de l’infini, ou plus précisément, l’irreprésentable de l’infini, quoi qu’elle effraie nous embrasse tranquillement dans son embrasement du genre « éternel retour », sans que nous nous en soupçonnions, sans en être averti ni avisé,

[« ô vous les humains, vous n’êtes que des fades copies de ce qu’on aurait cru d’antan », Nietzsche]

dans l’apparence de la droiture de nos objections ou dans les falsifications au cour de l’expérience de nos adhérences, nous redressant calcinés, dans le choix de nos goûts, dans ses arrangements les plus inattendus, dans la servitude insoupçonnée de ses exigences pourtant minimes, même négligeables.

Stoïques en savaient surement quelque chose après Platon, le sort [de chaque philosophie ]et le lot de chaque philosophe, et également  celui de Nietzsche, ne serait-ce que ce soupçon de l’éternel retour fait de lui, un animiste alerté, jusqu’à cette croyance ou ce soupçon de Derrida,

Jusqu’à la superstition de lettre logée au cœur de chaque  substitution et de substituabilité : une infini innommable mais reconnaissable d’une logique de « supplémentarité » qui ne fait que différer l’origine, le noyau, le commencement et bien sûr la fin, la déchéance…

Mais aussi « quadriller de la représentation » (analogie, similitude, ressemblance, opposition) déniché par Foucault…

tournant en rond, tournant en rond comme sur une bande de Moebius, alors qu’on est enchâssé  au milieu « neutre » d’une quadrificum (carrefour ; et aussi la croix), avec ses effets triangulaire (amour, aimance, symbole, fétiche, X, khi, şey, Sache, chose, perte et ses retrouvailles ; Fort/Da !),

dont le « tiers » (du célèbre Pythagore, trigonométrique) joue passagèrement le « rôle » d’idée (propre de chaque chose, manque à son propre par rapport à ses « deux » autres, dont l’un est « ami » et « connu », et l’autre « ennemi » et « pas encore connu », ou l’absolu (le Tiers) se laisse à désirer (=le Système) !

 

De Menon à Picasso : « je ne cherche pas, je trouve » !... Nous sommes des pauvres esclaves de Platon… Et ce –néant- « depuis le premier Neandertal », le premier acte de (se) poser, et avoir l’incline de s’y reposer (clinamen toujours plus intéressant que conatus), et d’y voir ses exactitudes et ses falsifications toujours mieux en mieux vérifiables…

Qua comme qua… Partes extra partes… Ad hominem, également valable pour une fourmi qui se promène en bon péripatéticien sur une bande (branche d’arbre) passagèrement Moebius. Récalcitrante !


24.09.2020

Bakış Bahsi

 

Bakış bahsi

 

[He : « İnsan nedense kendisine bakıldığını fark edemiyor ki bakan kişiye bakabilsin…”]

Me:

Biz deneyim öncesi (apriori), görülebilirlik, yani ötekilik alanında devindiğimizi zaten baştan biliriz. Bana da hep gizemli gelen, insanlar yan gözle, gözlük arasından, tam arkadan olmasa da o an bakıldıklarını, bakılma ihtimallerinden seziyorlar; kadınlar bunu zaten içkinleştirmiş.

 

Kültürden kültüre değişen ise, bakıldıklarını anladıklarında ne yapmaları gerektiği; çocuk için anne bakışı güven, emniyet; bir Maraş dondurmacısı için, aktör için neyse o...

Batılı için istenmeyen bir bakış gene bakışla geri püskürtülürken; bakış, bakılabilir olma, maruz kalmanın apriorisi.

 

Ama kültürel, ama içselleştirilmiş bir kurgu olan bu bakış siyasâlarının berisinde çok daha gizemli, hayvanlardan, ormandan mirâs, ürpertici bir şey daha var ki:

Biz ensemizden görebiliyoruz! Hipothalamus gizemi.

Bir yerde bu özelliğin Muhammed'e atfedildiğini okumuştum; kullanmıyoruz!

 

Başka deyişle, biz beynimizin sadece "yazılımı"na sahip olduğumuz kısmını kullanıyoruz; kültürel kodlama bunun oldukça "kaba" bir kullanımı aslında. "Yazılımı" her "yazar" kendisi geliştirmekle mükellef. Hardware'e (beyin) gelince, Bergson "imge"ler arasında bir imge, uzam demiş.

 

*

19 sept 2020

Bıçak gibi saplanan, eğer birkaç dakika daha sürse kesin götürecek bir melankoli hissi... Müstehzi, sanki seni ilgilendirmeyen,yanlışlıkla sana uğramış bir sahte semptom olarak uğurluyorsun, ve oh en kötüsünü de atlattık diye şükür ediyorsun. "İl y a" buhranı; boşluğun gümbürdemesi!

 

Bunları bu yaş ve olgunlukta karşılayabilmek için psikanalist Serge Leclerc'in "On tue un enfant"ından (Bir çocuk-luk Öldürülüyor), Blanchot ve Levinas'ın nötr "Varlık" (il y a) uğutlusu dediği şeye atıflar kolay. Peki, o hiçlikle karşılaşan farâzî çocuk bunu nasıl uğurlayabilsin?

 

Bir hastalığı (ziyaretçi denir ya dilimizde) uğurlamayı bilmek; uğurlayamadan göndermek,yani gerektiği gibi yasını tutamadan uğurlamak zorunda kaldığımız bir ölü yakının size uğraması; uğramak, uğurlanmak istemesi; uğur, talisman, tılsım, küçük nesne, İskit mücevheri, helâllik, affetme...

 

*

Batuhan Demir :

« ‘Bilinçdışının, örneğin, bir sözcüğün en ufak parçalarına -fonemlerine, harflerine- ayırıp, sonra da uygun gördüğü bir biçimde yeniden birleştirmek gibi bir huyu vardır.’ B. Fink.

Lacan özellikle bununla ilgili üç kitabı sürekli vurgular; Günlük Yaşamın Psikopatolojisi, Rüyaların Yorumu, Espriler ve Bilinçdışı ile İlişkileri… »

 

Me :

I.Kritik'te Bildungskraft'ı kasd ederek,"il y a un art caché dans les profondeurs de l'entendement" diyen Kant; Ansiklopedi'de hiyeroglif, resim-yazı ile fonetik yazıyı, ikincinin lehine karşılaştıran Hegel ne de güzel hazırlamış Bilinçdışının cehennemine (ayak altındaki) giden yolu.

 

*

I wish to will to dis-schopenhauer my disseminated asexuated cells&

dissubjugate morpheus' morphemes

in the airs, lands& overseas

what if out of a unnameable phoneme,

one and billion articles’, nouns

like a sound of surrenders

in heavens' sky

neither redemption

nor buying for a sale

 

*

"Démangeaison du capitale

se consume des 'je ne sais de quoi's..."

j'ai murmuré aujourd'hui,

emmuré dans le cloître

des petits objets dont

on agrandit l'étendue

dans la parole vive du vide...


*


C'est du Bergson, le précurseur de tout concept de la vie "extended"

(élargie jusqu'á l'exténuation!),

après Kant, qui préconisait un "esprit élargi" malgré ses catégories,

jusqu'á en devenir "plastique"

(donc Hegel, au sens de Catherine Malabou),

et redevenir un pauvre assoiffé?


Güç/ İktidar Bahsi

 

Güç/ İktidar bahsi:

 

“Güç her yerdedir, çünkü o bir kurum, bir yapı, bir aidiyet değildir. O, karmaşık stratejik durumlara verdiğimiz isimdir. »

                                                                 Michel Foucault

Me :

Güç saftır, çünkü güç olduğunu bilmez; açar, açar; ne görülmek ne de bilinmek arzusu vardır. Ondan tapılınabilinir.

İktidar ise zayıfır; temkinli, ürkek, kollayacak, kolaçan edecek yandaş arayan, ilk fırsatta açığını yakalayıp alaşağı edecek sözde dostlarla çevrilidir.

Kült, yastır.

 

Saf hiçbir şey varolamaz; güç güce sahip olan için sadece bir "kudret" (yapabilme ve/ya olabilme niteliği); idrak-ı muhtelif (Manifold, Çeşitli'nin görücüsü, saf intuition için) ise éclat de la présence fuyante (kaçıp giden mevcudiyetin saf görüsü) olarak "fleurise" (çiçek açar).

 

He :

Foucault’ya göre güç, hakikat ile ilişkilidir ve “güç her zaman işbaşındadır”. Eğer böyle işe evet gücü kullananın kötücül olmasıyla ilgilenmek daha makul.

Bu durumun gücün sosyal ilişkilere gömülü olması ile ilgisi var mı? Sınıfsal, politik, mücadele ile... nasıl elde edilirse edilsin saf bir biçimde kullanılma ihtimali var mı? Platon gibi sadece nasıl kullanılması gerektiğine değinip geçsek daha mı iyi olur? sorular sorular.

 

Me :

Gücün kötücül olması (ki çoğunlukla öyle olur veya öyle sanırız) güçle ilgili değildir, güçsüz, hakiki olmayan, zayıf olanın gücü kulampara haline getirilmesi ile ilgilidir. Güç, enerji değildir; energeia’dır.

 

Güç, hakikat ve onun karşıtı (Dünya) ne varsa hepsinin üstünde, altında, berisinde, evvelinde ve ahirinde'dir. Tek ölümlü olan şey güçtür. Güç açık havada solar veya parlar. Güç dünyanın ether'i, saf amonyak, idrâk idrar, kalpte bir püsürme, kaçak, zâlim ihtiyarın son pis nefesi!

 

Hapishaneler veya Cehennem saf gücün arı usunun eleştirisini Çarmıh'ta (dövme, hastalık, humma, cinnet), yani çivilendikleri Zaman ve Ampirik Toplumda denemiş ve evet  sadece denemiş Masum ve Mağdur'larla doludur. Huzur evleri ise, Şeytan'ın son barınağı, Arâf; Tanrı yüz çevirir.

 

"Tanrını Seçeceksin!"  Bize teoloji ve özgür, ama özürlü, irade doktrinlerinden kalan budur; Tanrı, Truva'daki Helena helâda sıçarken maskesini gözüne takan Apollon kadar insana duyarsız: "noli me tangere, edepsizliğiniz diz boyu, ama benim kutsal kademime kadar daha varmadı" ayeti!...

 

Bu dünyayı yaratan Tanrı, sadece yaratma ile mükellef bir memur idi, ve gücünü yaratma eylemi sırasında tüketti, İyi Tanrı henüz müdahil bile değil, hatta haberdar bile değil bu gaspiyaj’dan (gücü boşa kullanmak -voie lactée, süt yolu, tohumun boşa fışkırması, semâ, ilk ilksel sahne)…

*

Keşke her filozof için böyle ufak sıkıştırma, kışkırtma sorularımız ve mükemmel görsel yanıtlarımız olsa idi elimizin altında... Ama onlar zaten her tür eleştiriyi öngörerek yazdıkları için 'logos'tan sorumlu memurlar idiler: "fonctionnaires de la philosophie" (felsefenin memurları) diyordu Kant.

*

« Güç » bahsinin sonu ve Batuhan Demir’e bir cevap :

[Sünnet derisinin yasını tutamayan (ki tutmaması -tam da en şaşkınlık verici din buyruğu bu- ve benzeri her şeyi unutması için ona sınırsız ve ön sevişmesiz hızlı döllemeler, tecavüzler vaad eden Tanrının ayak direyen köylü hınçlı ısrarı) hiçbir cinsel objede özne olamaz, olmamalıdır.]

*

Gılgameş'ı filan bırak, Davud ile Süleyman meseli çalışmak yerine (Gethto'sunu kızdırmamak adına), zavallı Davud heykeli üzerinde söylemini estetizme boğan, göründüğünden daha zeki bir Freud eğer var ise (ki var) varsayımı üzerinden Jung'un arketipiğini gıdıklamak bir anakronizm değildir.

 

*

 

20 sept 2020

Ce qu'on oublie sans avoir jamais su si l'on n'est pas assez avisé ou prompte à refaire, il y a un monde, et oui, cherches à le retrouver, même son état de débris fulminant, grouillant des effets infects, y a du monde, trop larcin, trop laid pour qu'il soit créé,/aie mérite d'être détruit…

 

Si seulement, et oui si seulement on m'avertissait du moins que rien, je le saurais de toute ma force, et je répondrais, et oui je répondrais sans trop réfléchir, et dire oui, mais oui, pourquoi pas, mais personne, personne ne m'a averti, et c'est injuste, je vous aurais avoir sus.

 

"Önceden Kurulmuş Uyumsuzluk"/ "Dört Güzeller"

 "Önceden Kurulmuş Uyumsuzluk" 

"Yetersiz Sebep İlkesi"

"Dört Güzeller"

15 sept 2020

[Ama] 250 yıl önce Hegel, yuvası Üniversite olacak bir spekülatif (üst, disiplinlerarası söylemin), Kant'ın soyut ve yalıtık bıraktığı İde'nin, aranılacağı/ icât edileceği temel, bütünleyici Gönderge'nin Evrenseli (Fransız Devriminde bu: "Halk") olacağını hayal etme cüreti gösterebiliyordu.

 

[Işık Barış Fidaner’in @YersizSeyler ‘deki] Makalesini okumaya çalıştım diye kendimi yetkilendiremeyeceğim:

Bayat bir üniversiter söylemin geleneksel bayağılaştırmaları olduğu kadar histerik söylemlerden ayırd edilmesinin zor olduğu tezâhürleri de var:

Zira saf "hacker" söylem yok.

 

Hangi şiir, roman, edim kavramını imhâ eder?

 

İşsiz kalmış bir mutlak'ın, temel gönderge'nin kaybının yerini irade ve üretkenlik edimleriyle doldurmaya çalışma modern kapitalist bir vakıâ:

Ekolo doğanın, sosyalist toplumun, dindar Tanrının yasını tutuyor:

Arızî başarısızlık toposları « önceden kurulmuş (dis)harmoni » gibi iş görüyor.

 

*

Reply to Kaan Kahveci :

Sonu bilmeden ara sıcaklarda (ampirik) fazla risk almak (yazmak) istemediklerinden, bakalım şimdi n'olacak diye bekleyip (mutsuz bilinç) çevir kazı yanmasın (ilkeler öğretisi ezberi) ile uğraşmaya biz pedagoji (çocuk kandırmaca=ontolojik refah, ferahlık ve feraset) diyoruz. Down!

*

Thomas H. Ford:

“Humboldt Jaspers Derrida idea of the university yada yada...

If only they had seen this! Problem solved! Pretty chuffed about this -- can't wait to unlock the future of knowledge!”

 


Me:

Depuis peu, je contemple ce lugubre tableau dont on nous rendu familier avec la bureaucratie académique de "processus de Bologne", pendant des heures de travaux forcés,  qui nous ont volé le temps de penser et sucé le sang; et je réalise soudaine que derrière la serrure, y a rien !

+même pas une porte à ouvrir et son au-delà. Que de serrure! Une dispositif forgée comme une chose en soi et pour soi, qui ne se suffit qu'à elle-même, et qui tient lieu de "savoir", "vérité", sa valeur, son mode de production, sa finalité, son efficience, sa raison d'être et ses limites…

+Un lieu-tenant, un substitut de science, savoir, espoir, justice; pire encore que cette célèbre porte et son gardien dans la conte de Kafka (« Devant la Loi »); car nous ne sommes pas ce pauvre "homme de campagne" naïf, et ce tableau n'a rien de factice, hasardeux, il est la facticité même!

Ce tableau, sans doute ignorant de l'événement qui l'a rendu possible, l'a fait commencer, l'a inauguré, nommé désormais Kant, ou "Conflit des Facultés", qui manque d'être, à son évènement, comme la modernité manque á sa fondation, est le fruit corrompu de l'Idée dissipée à jamais.

 

Serait-il l'exemplaire la lecture d’"Une Chambre à Part" de Virginia Woolf, où elle fait l'état historique (1912) d'un haut lieu académique "Oxbridge" depuis 300 ans, brique par brique, don par don, repas par repas, des conditions matérielles des conversations et des échanges de parole?

 

Que quelque chose de l'ordre de l'avènement, donc coupure, rupture, bouleversement dans un procédé qu'on nomme imparfaitement, quoi qu'on en prend acte et laisse trace, manque à son idée, ce n'est pas accidentel, mais c'est parce qu'il est inscrit à l'infini historique d'une praxis.

 

Ce qui m'effraie le plus en ce qui concerne l'infini qu'on compte parmi les idées mathématiques, s'il n'était justement que le concept de quelque chose du genre, une galaxie (île de ciel –gökada-), qui ne serait qu'un schématisme de l'imagination, tournant en rond comme une bande de Moebius…

*

[“Mobius Şeridi’nin kendinden-ayrılarak kendisiyle-bileşen tek kenarı, başka bir deyişle, boş kümenin kesiği, pratiğimizin ‘para-’ boyutudur, Freudcu ‘parapraksis’ terimi ile imletilir”

Işık Barış Fidaner ( @fidaner ) yazdı: “Möbius Şeridi Bir Adadır »]


***

Onur Aktaş :

« Ben felsefeye sadece doğa tarafından çağrılmaktayken böyleleri felsefeye tabii ki bakanlıktan atanmışlardır. »

 

[freilich; sind sie doch vom Ministerio zur Philosophie berufen, und ich bloß von der Natur.]

 

Schopenhauer, Yeterli Temel İlkesinin Dörtlü Kökü Üzerine, s. 115.

*


“Dört güzeller”

 

Me:

Bu dört güzeller; Alain Badiou'da Şiir, Aşk, Felsefe ve Bilim. Dört çağrı, dört türeyiş (genesis) ilkesi, déduction değil ama düşünce kuralı; her birinde herhangi bir çağda vuku bulmaksızın vuku bulan olay'ya sadakat diğer üçlüyü de çağrısına katıp adlandırılamayana, varlığa davet eder.

 

Badiou'nun, Leibniz'in aklı modern sınırları içinde tutacak "Yeter Sebep İlkesi"ni bu dörtlüden birinde olacak, ama tam da "doğası gereği", varlığının varlığı veya gerçeği gereği dile tam gelemeyecek olan’a sadakatten anladığı[m] şey İde'nin bugünkü meşru yorumudur: Dile gelmeyenin idesi!

 

“Olay” ise, bu dörtlüden birinde (veya toplumda) meydana geldiği anlamıyla “devrim” (süreci) anlamına gelmekte…

Hepimiz bu “yetersiz sebep ilkesi”nin “dört kökünden” birine şöyle ya da böyle bir “sadakat”le yazmaktayız…


*

Le texte, ou l'être de la pensée doit être concis, comme aphorisme, sinon aporétique, incluant ce qui s'apprête á exclure, dans l'évènement exclusif de son ex-ception, et non pas engourdi par les développements polémiques, pédagogiques, analogiques ou comparatifs á son encontre.



20.09.2020

“Prêtres tibétains”

 

Jonathan Basile·BLM @jonothingEB

It is cathartic, purifying to recognize that every possible permutation of takes on the present has been expressed already on this website

A passage from J.-L. Borges' "The Theologians":

 



“Prêtres tibétains”

 

La raison d'être et la préoccupation quotidienne en guise de prière et de méditation d'un groupe de prêtres tibétains, selon leur croyance millénaire, c'est de compter en forme d'incantation [zikr] les neuf milliards noms de Dieu, et ça depuis des siècles, à la fin de laquelle le monde s'achèvera…

Il ne s'agit donc pas d'une simple comptabilité théorique ni mathématique, mais à travers toutes les permutations possibles de ces syllabes dont la révélation exhaustive ne peut être postulée qu'à la fin des temps, une éthique de vie et d'être dans le monde, d'en prend acte et d'en répondre.

Et le temps révolu, les conditions de vie et l'étendue de leurs enseignements diversifiés et modernisés selon les exigences de nos temps, l'un des novices a eu cette formidable idée de faciliter la tâche quotidienne de leurs collègues, instruit qu'il est de l'existence des puissantes machines à

+calculer, et a voulu l'acquérir avec l'assistance des hommes blancs qu'il a contactés à Silicon Valley, et leur demandé la construction d'une machine à tel but; quand les techniciens l'ont fini à fabriquer, sont venus à Tibet pour l'installer et faire fonctionner; leur tâche finie, voulurent rentrer aux USA.

La machine installée allant faire son affaire de permutation d'une rapidité et d'une exactitude qui surprirent même les érudits les plus difficiles dans l'exigence d'une vie éthique et adonnée à l'incantation réfléchissante et remémorisante comme un opus magnum encyclopédiant la vie du monde, ici-bas,

+a fini sa tâche avant même que les techniciens américains, le soir descendu sur la piste, n'eussent monté à leur avion; et quelques-uns remarquèrent regardant au ciel noirci, la disparition l'un après l'autre des étoiles qu'ils connurent pourtant bien, et Dieu annulant son œuvre achevée!

 

(Compte rendu, augmenté et détaillé d’un passage de « Crime Parfait » -« L’écriture automatique du monde »- de Jean Baudrillard, rapportant une conte d’Arthur Clarke.)

 

Tr. Çev. « Kusursuz Cinayet », ss. 38-39.

18.09.2020

Schopenhauer’da "Tertium" olarak Yaşama İstenci


Schopenhauer’da "Non datur Tertium"un 

Tertium'u olarak Yaşama İstenci


Almanya'da Post-Kant Sürecinde Spinozacılık:

"Benim Felsefemin Spinoza ile ilişkisi Yeni Ahid'in Eski Ahid'le ilişkisi gibidir, ahlâkça üstündür"





"Spinoza Panteist olmakla, yani Dünya ve Tanrı'yı birleştirmekle sadece Yahudi kalmamıştır, ama bunun korkunç bir delili de aynı Descartes gibi (zirâ Spinoza bütün ömrü boyunca Descartes'i öğretmiş, ancak yaşamının sonlarında, bu ikili dünya anlayışının hatalı olduğunu kavramış, ancak Kartezyenizme bazı noktalarda sadık da kalmıştır) hayvanları hiçbir hakları olmayan sadece kullanımımıza sunulmuş şeyler olarak görmesidir"

[kendisinin Hristiyan ve Kurtuluşa inanan bir Felsefe yaptığının altını çizdikten hemen sonra:]




 "Spinoza, eğer Kartezyen ikiliği teke indirgemiş ise, bunun esas nedeni "üçüncü halin olanaksızlığı" (Non datur tertium) ilkesine bağlılığındandır, benim Felsefem ise tam da bu "tertium", yani "yaşama istenci" alanına ışık tutar"




"Bu tertium'un, bizim kendi istencimizin edimi olan, kendisinden dünyanın doğduğu istenç ediminin gerçek varlığını ortaya koyan ilk kişi benim."

"Le Monde Comme Volonté et Représentation", 1890, Fr. çev., Félix Alcan, III. cilt, son satırlar.











17.09.2020

Für Fichte gegen Fichte

 

Für Fichte gegen Fichte

 

Fichte bot :

“From some people it is not clear and they still have no answer: why a whole epoch of philosophers - from Reinhold to Hegel, and especially Fichte - thought it important to deduce philosophy from a single principle.”

“I am puzzled why people think the reasons behind the attempt to establish philosophy on a first principle are not clear or they find no answer. For Fichte, it is simply to make it scientific (like the axioms of geometry), and to stop an infinite regress:”

 

J'en conviens qu'on ne peut faire l'économie du commencement ni de la fin, surtout qu'on n'a rien commencé ni fini, et qu'on guette ou rêve d'un vrai commencement, sans en avoir moyen qu'un mince soi, que n'importe qui peut en réclamer, dans la clameur du vide d'être dont écho: moi=moi.

 

Une mince sortie, même son espoir qui se fera une brisure, une césure dans le cours du monde dont la temporalité inébranlable se disloque, pour empêcher de me pétrifier le soi dont le vide pronominal me flatte et m'engourdit à la fois, dans la pesanteur de la substance:

une fin en autre!


Dans le faux pas du toujours-déjá commencé, déceler un axiome axiologique qui reconforterait le "moi" dans l'égarement de son isotopie homonymique, l'accumulation capitulative du pas á pas méthodique, en plein crise capitaliste, c'est encore abuser de ce mince savoir géométrique!

 

Fichte bot :

« C'est une véritable pensée fichtéenne. L'idée d'un début implique l'idée d'une fin. La quête infinie vers l'une et l'autre est la détermination ultime de l'être humain. »

 

@ipaphilosopher : « Levinas ? »

“No, that's just me summarising Fichte.”

“Ah, nice. Sounds like something out of Totality and Infinity. Beautifully done…”

12 sept 2020

Une déconstruction de déconstruction: Spinoza

 

Une déconstruction possible

de Metaphysica Rationalis de Spinoza

à partir de son Traité Théologico-Politique :

Une déconstruction de déconstruction

 

Spinoza en voulant déconstruire les Écritures ("si l'on veut examiner sans idée préconçue les phrases de Moïse"), déconstruit Dieu aussi, en lui prêtant une nature "omnisciente" (*), alors que les phrases exposent le contraire: "Moïse aussi ne perçut pas assez que Dieu est omniscient".

 

"son opinion sur Dieu fut qu'il est un être qui a toujours existé, existe et existera toujours; et pour ce motif il le nomme Jéhovah, mot qui exprime en hébreu ces trois parties de la durée": (T.T.P., ch II, pp 58-59)

Et Spinoza (image de Moise) fait de Dieu un être phénoménal qui n'existe que dans le temps, uni.

 

Bien sûr, ce ne sont que "des phrases/ images des prophètes", et Spinoza ("sans idée préconçue") a une idée préconçue (metaphysica rationalis) et sans contradiction avec le concept de Dieu: "Omniscience", qui oblige pourtant Dieu attendre pour savoir le futur, pour en faire une synthèse, un jugement!

 

"Car voici comment Dieu parla dans l'imagination d'Abraham: ‘je descendrais maintenant pour voir si (...) je le saurai’"...

Qu'y a-t-il à attendre ("de cinquante justes" de Sodome!)? La venue de 'tertium genus cognitionis'? Ce savoir séparé en genre, uni, synthétisé, dans le temps écoulé?

 

Que sait de plus (ontologiquement; ou moins, moralement) ce Dieu, ou ce philosophe nommé Spinoza, qui nomme Dieu (ou tétragramme) d'une étymologie suspecte[1] (YHVH) pour consolider triple synthèse sous l'égide de 'Tertium genus cognitionis'? Un Dieu qui devient ce qui était toujours.

 

(*) Sâmed

[1] “à peu près impossible à déterminer par les hébraïsants” (notice du traducteur de T.T.P., note: 6, ch.II).

“il rattache ce mot à une forme de verbe signifiant être en hébreu (au sens phénoménal d’ailleurs, paraît-il, et non au sens ontologique) laquelle forme serait grammaticalement un imparfait et aurait le sens d’un futur.” (Ch. Appuhn)

15.09.2020

Bugün "dünya" dediğimizde...

 

Bugün bizim "dünya" dediğimizde bu kelimeden ne anladığımızı veya kasd ettiğimizi karşımızdaki muhataba anlatma ve bu konuda bir uzlaşmaya, tanıma varmaya imkanımız kalmamıştır (-sahte uylaşım); dünya anlaşılmazdır, kendi (halinde) bir şeydir, ya da şey'e benzetiriz, şey değildir.

 

Bugün bizim "insan" dediğimizde bu kelimeden bir tür klonu (ilelebet kendini sıfırdan başlayarak tekrar eden) anlamamız akla uygun, gözleme dayanan duyu verilerine göre yanlış olabilir; insanı bir tür "taşıyıcı" ve/ya "hasta" olarak görmek ise hem akla hem de duyu verilerine uygundur.

 

"Bugün"e yaptığımız vurgu, problemin bir tarihi olduğunu ve de problemi serimleyecek bütün kelime ve kavramların da problemin bu tarihi içinde çeşitli formülasyonlara sahip olduğunu ve insanın klon olma ihtimalinin bu tarihî tekrar neticesinde bugüne "hasta" bir şekilde  taşındığını söyler.

 

Diyelim ki "klon" da, "hasta" da [pandeminin ortasında] burada sadece mecâz; "insan" da mecâzen insan; akıl, duyu verileri, uzlaşım, hatta, henüz geçmedi ama kültür-doğa karşıtlığı, kalıtım, irsîyet, gen, mirâs, kültür politika-savaşları veya sahte uylaşımlar hepsi birer mecâz, yani kanlı-canlı tarihî kişiler…

 

Bir mecâz olması; aslının başka (yerde), "aslı gibi", dokunmadan aynı kalan, boş sayfa veya Tanrı'nın /Saf Aklın aşkınsal uylaşıma tâbi kategorilerinin, bağlama usûllerinin, cûra vs, birer "nüshâsı"; pek de iç açıcı, timsâl olmayan örneklemleri, misâlleri olduğunu söylemek Onu affettirir mi?

 

Genelde Felsefenin insanı daha iyiye yöneltmek için yapıldığı söylenir; affetmek, olduğu hâlini meşrulaştırmak için değil: Bilmek ve açıklamak için. Ama açıklama da bir tür affetme olmasa bile, meşrulaştırma, temellendirme. Saf merak desek; o işin başı; rahatsızlık, endişe daha makûl…

 

Husserl’de “Veriliş” Üzerine

 

« Kant’ın iki yakası » üzerine bir not, ve

Husserl’de “Veriliş” Üzerine

 

Çetin Türkyılmaz :

Husserl'in bir kitabını, baştan sona, kararlılık ve azimle okuyup anlayabilen bir kişi felsefeci olma yoluna girmiş demektir. İşte size bir "felsefeci nasıl olunur?" testi. Deneyin.

Yelda Akıllıgöz :

Soyut fotoğraf ve felsefesini çalıştığım için Husserl ve Fenomenoloji has ilgi alanım oldu. Anlamak için çaba sarfettim.

Me :

Peki neden "göz bebeğim" (pupille) demek yerine, sinnliche Anchaaung'un noemo-noematik noyou'sunun Gegen-stand'ının empreinte modundaki klişesi (core, çekirdeği) deme ihtiyacı hissettiniz birden? Soyadınız yüzünden mi acaba? "Reasonable Eye!"

Pulpa, pupille, pupitre, indexe, Zeichen!

 

"Görsel bir düşünce", herşeyden önce iyi bir sanat ve güçlü bir düşünce söz konusuysa pedagojik kullanım veya mecâzi deyiş dışında bir anlam ifade edecektir: Mesele kökene ulaşma; duyusal görünün de berisini, Manifold'u düşünceye, veya sanata, şematizme boyun eğmeden verilişi verme ise!

 

Buna mukâbil, düşüncenin evrimsel kökeninin başka birçok şeyle olduğu kadar görsellikle ilgisi (genesis itibariyle) ne olursa olsun, düşünce, hatta gerçek logos'dan konuşma bir körleşmeyi getirir, varsayar, körlükte yol almamızı sağlayan -dil gibi, soyut sanat gibi- yegâne şeydir.

 

Bir yazımda ifade ettiğim "Kant'ın iki yakasını" biraraya getirme (Goethe'nin Çemberi'ne dair) mecâz değildi:duyu verisinin verilişi öncesinde sadece "Çeşitli", ama belki de çok-katlı, katlanmış Manifalt ile diğer ekstremde, İdelerin doğuş, yani her tür şema, imge ve temsilin yıkılış anı!

 

Bu iki negatifin deneyimini ortadaki konforlu pozitifin (fenomen) deneyimine fedâ etmeyen bir düşünce değil Husserl; her ne kadar veriliş problemini Zeichen ve Bedeutung arasında, idea innata veya ens intelligibilis farazilerinden ziyâde Fenomenoloji'den itibaren açıyor olsak bile!

(duplicata : Bu paragrafın kaybolduğunu sandığım an yaşadığım panik ve duplicata'sını yeniden yazmak için harcadığım çaba...)

Her ne kadar veriliş problemini idea innata veya ens intelligibilis'ten değil, Fenomenoloji'den itibaren açıyorsak da, bu iki negatifin deneyimini, kökensel ket vurulmayı, komf-ortasındaki pozitifin, fenomenin, Bedeutung'un lehine karmaşık Zeichen'e fedâ etmemiş biri değil Husserl!

 

"İki yaka", körlük ve sağırlık ortasında olup bitenlere rağmen, ne Schön ne de Gut ile kapatılmalıdır: Bir Site bu kavramların deneyimine muhtaçtır. Ancak "sadece Çeşitli", blosse Manifalt", gleich (öyle, tel; fact, fatum?) olarak Site'yi kurar değil kurulma/alınma eylemine yer verir.

*

Her halükarda bir kitap okumak mutsuzluğun en güzel biçimidir (Godard, sinemaya gitmek mutluluktur, veya insan sinemaya mutlu olunca gider, gibi bir laf etmişti), mutsuzluk birden en mutlu anım'a dönüşüverir. Sinema, kedi, vs bunlar deneyim ve arayış; kütüphane ise arzunun gizli nesnesidir.

*

Derrida'nın (sağlam değerlere geri dönecek olursak) "vomi du systéme" veya "de la représentation" (Unlust, abject, vb ; Kant estetiği bahis), derken porno resimlere (60'larda neyle karşılaştı ise) kusma'yı kasd ettiğini sanıyorum. Zamanın şartlarını düşünecek olursak, İsviçre sınırında gümrük polisinin el koyduğu obje « Prag'a nasıl girmiş? »