Bakış bahsi
[He : « İnsan nedense kendisine bakıldığını
fark edemiyor ki bakan kişiye bakabilsin…”]
Me:
Biz deneyim
öncesi (apriori), görülebilirlik, yani
ötekilik alanında devindiğimizi zaten baştan biliriz. Bana da hep gizemli
gelen, insanlar yan gözle, gözlük arasından, tam arkadan olmasa da o an
bakıldıklarını, bakılma ihtimallerinden seziyorlar; kadınlar bunu zaten
içkinleştirmiş.
Kültürden
kültüre değişen ise, bakıldıklarını anladıklarında ne yapmaları gerektiği; çocuk
için anne bakışı güven, emniyet; bir Maraş dondurmacısı için, aktör için neyse
o...
Batılı için
istenmeyen bir bakış gene bakışla geri püskürtülürken; bakış, bakılabilir olma, maruz
kalmanın apriorisi.
Ama kültürel, ama
içselleştirilmiş bir kurgu olan bu bakış siyasâlarının berisinde çok daha
gizemli, hayvanlardan, ormandan mirâs, ürpertici bir şey daha var ki:
Biz ensemizden
görebiliyoruz! Hipothalamus gizemi.
Bir yerde bu
özelliğin Muhammed'e atfedildiğini okumuştum; kullanmıyoruz!
Başka deyişle,
biz beynimizin sadece "yazılımı"na sahip olduğumuz kısmını
kullanıyoruz; kültürel kodlama bunun oldukça "kaba" bir kullanımı
aslında. "Yazılımı" her "yazar" kendisi geliştirmekle
mükellef. Hardware'e (beyin) gelince,
Bergson "imge"ler arasında bir imge, uzam demiş.
*
19
sept 2020
Bıçak gibi
saplanan, eğer birkaç dakika daha sürse kesin götürecek bir melankoli hissi... Müstehzi,
sanki seni ilgilendirmeyen,yanlışlıkla sana uğramış bir sahte semptom olarak
uğurluyorsun, ve oh en kötüsünü de atlattık diye şükür ediyorsun. "İl y a" buhranı; boşluğun
gümbürdemesi!
Bunları bu yaş
ve olgunlukta karşılayabilmek için psikanalist Serge Leclerc'in "On tue un enfant"ından (Bir
çocuk-luk Öldürülüyor), Blanchot ve Levinas'ın nötr "Varlık" (il y a) uğutlusu dediği şeye atıflar kolay.
Peki, o hiçlikle karşılaşan farâzî çocuk bunu nasıl uğurlayabilsin?
Bir hastalığı (ziyaretçi
denir ya dilimizde) uğurlamayı bilmek; uğurlayamadan göndermek,yani gerektiği
gibi yasını tutamadan uğurlamak zorunda kaldığımız bir ölü yakının size uğraması;
uğramak, uğurlanmak istemesi; uğur, talisman, tılsım, küçük nesne, İskit
mücevheri, helâllik, affetme...
*
Batuhan
Demir :
« ‘Bilinçdışının,
örneğin, bir sözcüğün en ufak parçalarına -fonemlerine, harflerine- ayırıp,
sonra da uygun gördüğü bir biçimde yeniden birleştirmek gibi bir huyu vardır.’
B. Fink.
Lacan özellikle
bununla ilgili üç kitabı sürekli vurgular; Günlük
Yaşamın Psikopatolojisi, Rüyaların Yorumu, Espriler ve Bilinçdışı ile
İlişkileri… »
Me :
I.Kritik'te Bildungskraft'ı kasd ederek,"il y a un art caché dans les profondeurs de
l'entendement" diyen Kant; Ansiklopedi'de
hiyeroglif, resim-yazı ile fonetik yazıyı, ikincinin lehine karşılaştıran Hegel
ne de güzel hazırlamış Bilinçdışının cehennemine (ayak altındaki) giden yolu.
*
I wish to will to dis-schopenhauer my disseminated
asexuated cells&
dissubjugate morpheus' morphemes
in the airs, lands& overseas
what if out of a unnameable phoneme,
one and billion articles’, nouns
like a sound of surrenders
in heavens' sky
neither
redemption
nor buying for a
sale
*
"Démangeaison
du capitale
se consume des
'je ne sais de quoi's..."
j'ai murmuré
aujourd'hui,
emmuré dans le
cloître
des petits
objets dont
on agrandit
l'étendue
dans la parole
vive du vide...
*
C'est du
Bergson, le précurseur de tout concept de la vie "extended"
(élargie jusqu'á
l'exténuation!),
après Kant, qui
préconisait un "esprit élargi" malgré ses catégories,
jusqu'á en
devenir "plastique"
(donc Hegel, au
sens de Catherine Malabou),
et redevenir un
pauvre assoiffé?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder