Erfahrung und Urteil
Kant ile Sade
Via Husserl
@e_hacimuratoglu
"Kendi
somut çevreleyen dünyasında yaşayan, kendini pratik amaçlarını gerçekleştirmeye
adamış olan Ben, her şeyden önce seyreden bir özne değildir asla.+
Kendi
somut yaşam dünyasındaki Ben için, herhangi bir varolanın seyredilmesi, fırsat
doğarsa ve tesadüfen gösterebileceği bir tavırdır, yani özel bir ayrıcalığı
yoktur. +
Dolaysız
deneyimin dünyasının, yaşam dünyasının yapısı üzerine sonradan yapılan felsefi
refleksiyon ise, seyreden bir algının, dünyanın yapılarını ortaya serdiği ve
onları temalaştırdığı ölçüde ayrıcalıklı olduğunu gösterir. +
Bu
yapılar, genel olarak tema haline gelmemekle birlikte, pratik tutumlarımızın da
temelinde bulunurlar."
(E. Husserl, Erfahrung
und Urteil)
Me:
Burada
Husserl, Kantcı dille söylersek, nadir başvurduğumuz "belirlenmiş & belirleyici
olmayan yargı tarzlarımızdan düşünümlü yargıları" nadiren kullandığımızı, oysa
bunların "kural" olmamakla birlikte ahlaki (pratik) tavırların [duyar
kasmanın: Sinn-Kontrakt] genel formunu oluşturduğunu söylüyor.
Platon'dan
beri aşikâr bir şekilde savunulmuş "Güzel'den İyi ideasına geçiş
vardır" onto-epistemesi aisthesisi sınırlar; Kant ahlâkına Erfahrung'u sokmaktan korkar, bu yersiz
ampirik hayalet ona Ahlak Yasasını, sadece genel formuyla DoğaYasasına analojik
olan İdea'yı doğurtur. Oysa
"Seyreden
Özne", “Métaphysique Moeurs”de
akla hakarettir; pratik amaçları için eylemelidir de: "Kimse sadece başarı
silsilesi seyretmek istemez tiyatroda". Alman Romantikleri seyre dalarken
Sade lafı burasından alır: Şatosunu yeni Özne-Halk'a açar, eylem nedir Usta'sından
göreceklerdir, eğer Kendi Efendi
Eğer
kendi efendileri olacaklarsa bundan böyle, kendi yüksek pratik amaçları için
diğerlerini kurban edebilmeyi öğrenmek için önce kendilerine sahip olmayı, acı
eşiğini düşürmeyi, mizantrop ve yasadan taviz vermeyen “kantçı” olmayı
öğrenmelidirler: İşkence eylem-eytişimsel eğitimdir.
Oysa
Kant için ahlâkta diyalektik (eytişim) bir tuzaktır, sonu transandantal
yanılsamadır. Zira örneği aisthesis kriterlerine göre seçip tiyatro
yapamazsınız. Örnek (anonim), ilk kapıdan giren için de eşit derecede geçerli,
"karar" (Urteil) gözü bağlı
olmalıdır:
Sade'da
sadece dekor ve kolayca halledilebilecek bir senaryo değişikliği; esasının Devrim
Sahnesi’nin bizatihi kendisi olduğu bir pedagojik yatak odası (boudoir) sadece eğitim amaçlıdır, devrim
sokakta…
*
Ancak
güneşin balçıkla sıvanmasının zor olduğu gibi, Güneş Kral’ın ne olduğunu Kant’tan
daha iyi bilen Sade’ın Felsefesinde Kant’a indirgenemeyecek, Leibniz’le
ilişkilendirilebilecek bir direnç kaynağı bulunur (görünüşteki “çilecilik” ve “erdem”
adanmışlığı onları çağdaş, “kader arkadaşı” yapsa da…
Kant,
insanları antropolojide değil aklda eşitlediğini sanır (Platon gibi), oysa
Leibniz’deki “bireyleşme ilkesi” her türlü siyasi özgürlüğün öncesinde ve
sonrasında ontoloji gerçektir.
Dolayısıyla
Sade’ın “Cumhuriyet Okulu” eşitliğin öğrenilmesi havasında geçse de, okuldan
özgür değil “sahipli” veya “sahiplenilmiş” ayrılınması akla uygundur. Tek fark
şu ki, bu akılla değil duyguyla, “aşk ve hükümranlıkla” gerçekleşir:
Sade’ı
âdi bir suçlu yapmaktan çıkaran felsefesinin ince özü bütün çıplaklığıyla
Sühreverdi’nin Buzdan Heykeller faraziyesinde
zikredilir. (Daha ziyade, bu nazariyeden Ömer Hayyam’ın şu büyülü dizeleri
bilinir, ama iğrenilerek zikredilir modernler tarafından: “Hayatta en önemli
şey, birini aşkla köleleştirmektir”.
“Aşağı
ışık [nur], yukarı ışığı [nuru] kuşatamaz, çünkü yukarı ışık [nur] aşağı ışığa
[nura] galebe çalar. Fakat aşağı ışık [nur] yukarı ışığı [nuru] müşahede
edebilir. Işıklar [Nurlar] çok olunca,
yukarı ışıklar [nurlar] aşağı ışıklara [nurlara] galebe çalarken, aşağı ışıklar [nurlar] da
yukarı ışıklara [nurlara] aşk ve şevk duyar.” (Sühreverdî, in
Tanju Toka, Sühreverdî'nin Ontolojisinde Nûru'l-Envâr:
Hikmet'ül-İşrâk Özelinde,Anemon, Muş, 2019)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder