28.02.2020

Kant ile Sade -via Husserl


Erfahrung und Urteil

Kant ile Sade

Via Husserl

 

@e_hacimuratoglu

"Kendi somut çevreleyen dünyasında yaşayan, kendini pratik amaçlarını gerçekleştirmeye adamış olan Ben, her şeyden önce seyreden bir özne değildir asla.+

 

Kendi somut yaşam dünyasındaki Ben için, herhangi bir varolanın seyredilmesi, fırsat doğarsa ve tesadüfen gösterebileceği bir tavırdır, yani özel bir ayrıcalığı yoktur. +

 

Dolaysız deneyimin dünyasının, yaşam dünyasının yapısı üzerine sonradan yapılan felsefi refleksiyon ise, seyreden bir algının, dünyanın yapılarını ortaya serdiği ve onları temalaştırdığı ölçüde ayrıcalıklı olduğunu gösterir. +

Bu yapılar, genel olarak tema haline gelmemekle birlikte, pratik tutumlarımızın da temelinde bulunurlar."

(E. Husserl, Erfahrung und Urteil)

 *

Me:

Burada Husserl, Kantcı dille söylersek, nadir başvurduğumuz "belirlenmiş & belirleyici olmayan yargı tarzlarımızdan düşünümlü yargıları" nadiren kullandığımızı, oysa bunların "kural" olmamakla birlikte ahlaki (pratik) tavırların [duyar kasmanın: Sinn-Kontrakt] genel formunu oluşturduğunu söylüyor.

 

Platon'dan beri aşikâr bir şekilde savunulmuş "Güzel'den İyi ideasına geçiş vardır" onto-epistemesi aisthesisi sınırlar; Kant ahlâkına Erfahrung'u sokmaktan korkar, bu yersiz ampirik hayalet ona Ahlak Yasasını, sadece genel formuyla DoğaYasasına analojik olan İdea'yı doğurtur. Oysa

 

"Seyreden Özne", “Métaphysique Moeurs”de akla hakarettir; pratik amaçları için eylemelidir de: "Kimse sadece başarı silsilesi seyretmek istemez tiyatroda". Alman Romantikleri seyre dalarken Sade lafı burasından alır: Şatosunu yeni Özne-Halk'a açar, eylem nedir Usta'sından göreceklerdir, eğer Kendi Efendi

 

Eğer kendi efendileri olacaklarsa bundan böyle, kendi yüksek pratik amaçları için diğerlerini kurban edebilmeyi öğrenmek için önce kendilerine sahip olmayı, acı eşiğini düşürmeyi, mizantrop ve yasadan taviz vermeyen “kantçı” olmayı öğrenmelidirler: İşkence eylem-eytişimsel eğitimdir.

 

Oysa Kant için ahlâkta diyalektik (eytişim) bir tuzaktır, sonu transandantal yanılsamadır. Zira örneği aisthesis kriterlerine göre seçip tiyatro yapamazsınız. Örnek (anonim), ilk kapıdan giren için de eşit derecede geçerli, "karar" (Urteil) gözü bağlı olmalıdır:

Sade'da sadece dekor ve kolayca halledilebilecek bir senaryo değişikliği; esasının Devrim Sahnesi’nin bizatihi kendisi olduğu bir pedagojik yatak odası (boudoir) sadece eğitim amaçlıdır, devrim sokakta…
 
*
Ancak güneşin balçıkla sıvanmasının zor olduğu gibi, Güneş Kral’ın ne olduğunu Kant’tan daha iyi bilen Sade’ın Felsefesinde Kant’a indirgenemeyecek, Leibniz’le ilişkilendirilebilecek bir direnç kaynağı bulunur (görünüşteki “çilecilik” ve “erdem” adanmışlığı onları çağdaş, “kader arkadaşı” yapsa da…
Kant, insanları antropolojide değil aklda eşitlediğini sanır (Platon gibi), oysa Leibniz’deki “bireyleşme ilkesi” her türlü siyasi özgürlüğün öncesinde ve sonrasında ontoloji gerçektir.
Dolayısıyla Sade’ın “Cumhuriyet Okulu” eşitliğin öğrenilmesi havasında geçse de, okuldan özgür değil “sahipli” veya “sahiplenilmiş” ayrılınması akla uygundur. Tek fark şu ki, bu akılla değil duyguyla, “aşk ve hükümranlıkla” gerçekleşir:
Sade’ı âdi bir suçlu yapmaktan çıkaran felsefesinin ince özü bütün çıplaklığıyla Sühreverdi’nin Buzdan Heykeller faraziyesinde zikredilir. (Daha ziyade, bu nazariyeden Ömer Hayyam’ın şu büyülü dizeleri bilinir, ama iğrenilerek zikredilir modernler tarafından: “Hayatta en önemli şey, birini aşkla köleleştirmektir”.
“Aşağı ışık [nur], yukarı ışığı [nuru] kuşatamaz, çünkü yukarı ışık [nur] aşağı ışığa [nura] galebe çalar. Fakat aşağı ışık [nur] yukarı ışığı [nuru] müşahede edebilir. Işıklar [Nurlar] çok olunca,  yukarı ışıklar [nurlar] aşağı ışıklara [nurlara]  galebe çalarken, aşağı ışıklar [nurlar] da yukarı ışıklara [nurlara] aşk ve şevk duyar.” (Sühreverdî, in Tanju Toka,  Sühreverdî'nin Ontolojisinde Nûru'l-Envâr: Hikmet'ül-İşrâk Özelinde,Anemon, Muş, 2019)
 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder