31.05.2020

Un désir dévoilé n’en est plus un


Les 27-28 mai 2020

An open world is a dead world
Un désir dévoilé (assouvi) n’en est plus un...


Mübâdele kültürünün insanın evriminde önceliği alan beslenmesi ve barınması için gerekli nesne ve nesneleştirilen canlı, pişirilip dönüştürülen sindirilebilir nesnelerin « kullanım değeri »nden sonra geldiği fikri ortodoks marksizmin de kaçamadığı doğalcı bir yanılsamadan ibarettir.

[Güney Batı Asya Anghor & Mısır Gizza Medeniyetleri baskıcı ve ruhani, öteki dünya inançlı ve üretim fazlasını yakmayan, non-ekstatik, anal & genitalin aile nomos bağlarıyla tabu sitemine bağlandığı parono-astral-ruhban bekaret sistemine dayanırlar: Mısırda firavunlar yatay kardeş ensestiyle bağlıdır...]


Unutmayalım yeryüzünün buzdan takkesinin de bir tür « tuz etkisi » yaptığını ve tarihöncesi çağlardan beri korunmuş olabilecek virüslerin buzların erimesiyle değişik yerlerde aktive olacakları on yıllar var önümüzde ; her alanda küçülmeliyiz, daralmalıyız 1+1 online mağaralarımızda !...

Yerkürenin retentionnel (geri-tutucu/ geriye yönelik bireşim) saati ile medeniyet çevrelerinin tutuculuğu ve SALT-yasanın keyfi düzenliliği ile bir tür yeniden üretilebilirlik ile yarattığımız sunî vahâlarda dünyayı öngörülebilir kıldık mağaraya yansıyan duvar hayallerinde (Platon)...

Tuz tartışmanının Umut Özen’in « yazı ve koku » psikanalitik ithamıyla başladığını belirtmek isterim. Uzun zamandır biyolojik yapımız (el, ayak, parmak) ve üretici sembolik praksisimizin dünya-içinliği (içkinlik) ve zamanın korunması geri alınması –uzamın işgali, dünyada ikâmet fikirlerini sentezlemekteyim.

Avcılık ile doğayı durdurma & söz verme (yasa) pratiklerimizin içkin bağını 1980’den bir şiirimle keşfetmiştim. Sepileme, tahnitleme’den ise « İsmet Doğan – Görünürün Yapıçözümü » metnimde bolca söz etmiştim. Ad tellum : Yay Ok gerilim hedef, vurma, sabitleme. Herakleitos fragmanı ok/ yay hedef : ölüm. Logos.
*
Mehmed Osman :
İmaj olarak: ok+yay= av •
İmge olarak: ok+yay+gerilim+hedef+nişan+ivme+ıska= yaşam•
Peki ya mağaradakilere yemek çıkarsa [?] olarak ?

Güzel soru! Dünyanın nimeti avla değil de günde bir adet yutulan darı danesiyle alınsa idi gene de bu ritüeller ve iptidai aletten daha karmaşığa 'mekane uygarlığı' can sıkıntısından ve oyun için bile olsa başka arzu'su adına gelişirdi; eğer insan amfibik yarı zamanlı akıl+duyu ise!...


Le 30 mai 2020 




De Platon à Gerard Granel

Logicité en ses aspects cavernesques, où sont en effet toujours-déjà en effectivité les coordonnées directionnelles et les recroisements de la tension de la Présence et de la Production rudimentaire ; images ontologiques de l’âme fléchissant le monde tendu à la chassé-croisée du savoir-faire et des spirits...

Quand philosopher m'apprend à mi-chemin à dire des choses sans la tache de laquelle proférer est un acte insensé, cette deuxième venue à la parole écrite en médiation de l'autre côté des choses est à la fois sous le garant et la subsumption de la vérité vraie qui se dit à travers moi-médium!

Sans cette tention ni une image décalque de sa présence fuyante, ni un timbre de voix assez fruste résonne dans la vallée où l'abîme du non-sens repond à la question intiale dans les intervalles toujours bien-venu d'un Dieu de forêt qui tonnera d'un ton grotesque aux bêtes égarées, où l'homme s’armure en armes...

Et ce, même si était du Mimesis du rien-faire, rien à produire sous le chacot du désir qui n'est même pas à être formulé, une image désincarnée de toutes Précieuses Perles en éclat distrayant se nommerait dans des franges des rêves diurnes, où aller est déjà retourner le gant impaire des choses...

Whence an open world is a dead world, où ton desir m'effrai car un désir dévoilé (assouvi) n'en est plus un, et je deviens silencieux car rocher m'en témoigne tous les jours sous le Rien n'aura eu lieu que sans Toi, mon écho en arts plastiques et en composition de bricolages mélodiques de nos fins du jour...

Où Mallarmé ne pleur plus sous les pavés/ une rechute de neige léger/ comme nappe bergsonienne/ où un luthier se vende aux enchères/ une Olympie et une Atalante courbant de ses regards du 19ème siècle/ où tout est possible en guerre civile/ retournant toujours en guerres externales/ au défi de décalque exacte...

Car la poésie chante, dance, somnambule en extase sur les vagues qui divaguent chez les nègres joyeux, chez les filles de joies et des atlètes du siècle, nos éphémérides et brises de chaos vous inspirent dans vos conspirations en voix juste et mal entendue aux non voyants usagers de train-train...

*

Dans le processus schizo c'est le rêve désemparé & dans celui de paranoia c'est souvent le délire religieux indentificatoire des hauts moments de martyre qui prennent là-dessus; l'individu n'est plus dès lors une pauvre entité isolée, mais comme dans la grande poésie & tragédie, une hypostase.


Ormandaki Müzik -2


ORMANDAKİ MÜZİK -2

İlyaz Bingül :
« Desenler/Eskizler 4 Nurdan Gürbilek’in birazdan alıntılayacağım satırları kafamın içinde, bir resim yada bir resimler toplamı manzara gibi değil, bir ‘solucan’ gibi, bir desen olarak gibi dolanıp duruyor: “Ama (andığı yazarın adını şimdilik vermiyorum -İB)’de bir arzudan söz edeceksek eğer, bunun aile romansına özgü bir arzudan çok, bir “ay tedirginliği”yle (Kenarda) tanımlanmış, medceziri andıran bir DOĞA OLAYI (abç -İB) olduğunu söylemek gerekir. İnsanı yeryüzündeki diğer canlılardan AYIRAN DEĞİL (abç), tersine ORAYA YERLEŞTİREN (abç), ona yeryüzüne fırlatılmış olduğunu değil, onun bir parçası olduğunu hatırlatan bir DİRİMSELLİK (abç). Deniz nasıl kabarırsa öyle kabaran, bir su kütlesi gibi kımıldayan, kabına sığmayan şey.” Nurdan Gürbilek’in sözünü ettiği “arzu”; arzunun prensi Spinoza’nın, edip Freud’un, pervasız-küstah-züppe Lacan’ın, gominist Zizek’in yada pagan koleksiyoncusu Deleuze’ün, Katolik ‘tarihçi’(si) Girard’ın yada O. Koçak’ın dillendirdikleri “arzu”uyla aynı değil -sanıyorum.
Bana Mehmet Güleryüz’ün desenlerini çağrıştıran, Gürbilek’in Ayhan Geçgin’de gördüğü, uydurduğu “arzu”, dil öncesi homo sapiensin, dahası hababam de babam (2,5 milyon yıl) taşı yontup duran, dilsiz -homo habilisinden homo erectusuna- hominidlerin, ‘desen’ler çağının; öbürlerinin “arzu”su ise dil sonrası, (ensest de bir ‘dil’ örgütlenmesidir Albay Tambay’ım) metaforlar çağının, ‘resim’in, manzara devrinin “arzu”su: bir doğa olayı değil, bir insanı yeryüzündeki diğer canlılardan ayıran, dirimseli ketleyen. (Uyduruyorum elbette canım -
düşünmek uydurmaktır nihayetinde - - yersen.) Nurdan Gürbilek, İkinci Hayat »

*

Kedinin kedilik hakkında kedi değilmiş gibi söz alması kediliği köpeklikten ayıran ilkeleri tüm kedilere tüm zamanlar içinbir defa, ve kediler aslında kedi olmayandan kediliğe böyle geçtiler diye kedi edebiyatı yapması kediliğin kedilemesi kadar saçma ve doğal bir kedi temsil sanatı çeşididir

Doğada olmayan ve insan faktörüyle çölden şehrin çöplerine yanaşmış ve "ayışığı serenadıyla" "bütün kedilerin gri olduğu" "dil öncesi" bir anlam-ayrım-sızlık ufkunda fücurla lanetlediğimiz ve içgüdü dili örselenmiş evcil etciller insan yüzlü bir fantazmın yansıması, hayaletlerinden ibarettir.

Eğer insanı insan yapan ve halâ dönüştürmeye devam eden doğal olmayan bir yasak varsa,eşsüremde asılı bu yasak bir dil gibi somut 1örgütlenme olmaksızın fiiliyata geçemezdi;dil yasa, hata, ve hata ters-yüz anal bozumu telafisiyle söz olarak varlık kazanır artsüremde: yani her yasak pazarlıktır...

Tüm prenslerin-pazarlıksız-kral olduğu masalsı gri-Eşsüremden kaçıp Artsüremlilik denizlerinde Stixlerin adalarının deliedici vahşet çığlıklarına dahi maruz kalacak şekilde fiilî pazarlıktan uzaklaşıp kendisine mağaranın dışı, dil ötesi gösterilen Ödip artık yaralıdır: Pazara döner.

Arzunun pazarlık konusu yapılmadığı ancak dağıtılıp halı, kilim, toga, kılıç gibi kuşanıldığı sünnet kesikli kültürlerde ana kadınlıktan çıkıp bekaret kilitli Anaç-Ejder olur, emperyal-despot namzeti oğulun nomos bekçiliğine devredilir; esas trajedi yatay prens (baba Adı) namzetleriyledir!

Ödip'in Batının Sınırı, gerçek trajik kahraman olması:"yürü-git"yasağının baba adında, gölgesinde hemen yatay olarak "yek-diğer dişi" ile çözüleceği pazarlığı "yürü-ya-kulum" buyruğunu tersinden anlayarak, pazarlıksız, ereksiz saçılım, dağılım, gri kozmozun seyrüseferine, mağara dışına işaretidir.

Kapalı anaç/ anal üterusun felsefik mecâzını Platon’un Mağarası, sembolik kapanış, Site-Mağaranın hakikatinin pazarlıkdışı öte yere oturtulması metafizik gayreti olarak selamlıyoruz. Ama Yedi Efesli gencin Kurân uyuması gibi tarihsiz, ölçülemez Yasa (duvar), sabrın Örümcek Ağıyla görünür kılınır...

Uruk’un duvarcısının laneti nedir? Melih Cevdet Anday'ın derin tarih okumasının, Halikarnas Balıkçısı mitosların seyrüseferinde selameti bulmuşken kapanmayan acıyı Doğudan deşmesi nedendir? Neden Gılgameş Ödipin limanlarının sözdizimini yaratıkların, balçığın Son Çığlığına döndürür: No Deal !

Bunlar burada bazı kulakların Sirenlerin çığlıklarını işitmemesi gerekenlerdendir...

Yoksa hiçbir er veya er olmayan kişi ormanda ayışığına ve uyumlu ritmik nâmelere uyarak o raksı yapmaz; ormanda o feci kazaya uğramadan, bile-isteye baba adı şemsiyesi altında bütün bir ömür yürü-git emrini kompülsif tekrarla sembolik temsili orgazm seviyesine çıkaran ana-baba-kutsal oğul’a razı olmaz.

30.05.2020

Réflexions sur le concept d'Empire Antique


Les raisons de passage de Costantinople aux mains de Turcs :
Réflexions sur le concept d'Empire Antique

Issu du concept de broyeur démos & de mélange d'ethnos, Big Ruling Salt Machine, L'Empire Ottoman de Monnaie (frappée de son effigie), Etendard et de Selâh, lorsque la Byzance (par trop de délicatesse à théios) a trébuché, pour remettre en œuvre stratégies de gestion du broyage & du mixage, a reçu à la fois le permis de Kayser et l’approbation du Khalif  du Damase!


[Nüfus öğütücü, etnik sepici Big İktidar Tuz Makinesi hazır kavramından türeyen Osmanoğlu Selâ-Sancak-Sikke İmparatorluğu da Bizans (tanrısal olana fazla nezâketten) tökezlediğinde Doğu-Roma ezme-karıştırma-yönetme stratejilerini uygulamaya devam için Kayzer'den el, Şam'dan da icâzet almıştır !]

*
Ali Kuşcu :
Il y a 567 ans, Constantinople était conquise par les Turcs . Une occasion pour commémorer le Sultan Mehmed II le Conquérant et nos ancêtres qui nous ont légué cette précieuse ville mondiale...

Moi :
La prise de Costantinople n'a eu lieu qu'après des longs « pourparlers » concernant la géopolitique dans le bassin méditerranéen concernant le relachement d'Andalousie par les Arabs au profit de catholiques, et remise du capitale ortodoxe, toujours problématique comme schize principale à l’intérieur du christianisme, aux Turcs...

Peut-être que Pape n'a simplement pas « voulu » cette fois-ci aider aux byzantins sous la siège turque, ou plutôt "influencer" par menace économique, et d’ailleurs les lumières jaillies d'Andalousie réveillaient déjà les vieux fantômes hélleniques, Aristote! qui ménacait son obscurantisme déclinant... à l'aube de Renaissance, après celle d'Islam!

Ali Kuşcu :
Les Gênois et les Vénitiens ont souvent joué un rôle d'intermédiaire entre Byzance et l'Occident. Cependant, l'Europe n'était plus aussi unie qu'en 1396 lorsque Bayazıt avait tenté la conquête de la ville. Au milieu du XVe siècle, une réponse similaire de l'Occident était désormais impossible.

Larges privilièges étaient pourtant déjà obtenues par les Génois au Byzance dans leur commerce fructueuse même future car cela continuera sans interruption  après la prise de la ville, avec toutes les richesses de l'Orient dont le port de Galata soufrait plutôt des impôtes des byzantins luxuriants qui ne produisaient ou consommaient que de l'or et de l'ornement pour ainsi dire pour la construction de Saint-Khôra, chef-d’oeuvre de la Pré-Renaissance...

Les Turcs n'ayant toujours pas très bien compris ce qu'on appelle la tolérance envers les "possedeurs du livre" (Kitap Ehli) dont les chrétiens et les juifs entrent spotanément à cette définition sacro-coranique, ils se sont senti politiquement et pratiquement, immédiatement obligés de recevoir des populas massives d'Arménie et des juifs espagnoles, des Sépharades, pour peupler leur nouvelle ville un peu désertée...


Ali Kuşcu :
Vous affirmez que n'est pas conforme à "la définition sacro-coranique" ?

Si, entièrement conforme: tout soufisme est basé sur cette sagesse secrète qui enrichissait (d'antant contrairement aujourd’hui dont le concept est enfoui, tombé dans les oubliettes) hermétiquement l'herméneutique côranique pour seulement les initiés et non pas bien-sûr aux larges publiques, d'où l'unilatéralité d’ailleurs des conversions interessées vers l'Islam", d'un part pour les raisons économiques, mais aussi sincèrement par la voie Alpéren (dont Yunus se compte parmi "les derviches colonisateurs" -Taner Timour), donc authentique...

Sans le soufisme (dont le fondateur/ le dévéloppeur, Ibn-Arabi était du miracle d'Andoulisie et informait amplement Rumî de ce qu'il faut espérér comme concept unificateur -seule solution envisagée d’ailleurs contre la disparition/dissolution séljoukite arabo-persannne), aucune absence d'aide X aux byzantins ne peut alors rien expliquer complètement... Il y avait une nécéssité qui englobera le nouveau démographie d’Anatolie et même de toute région.

Ainsi la population multi-réligieuse comme en Andalousie s'est imposée comme une nécéssité du concept d'Empire Antique qui s'adresserait impérieusement comme dans les temps apocalyptiques à tout mâle serf circoncis, soucieux de son salut ici-bas, pour graver dans les échélons de la bureaucratie ou d'armée turque! Soit grec soit arménien soit sépharade...


Pour comprendre quelque chose d'histoire il faut aussi connaitre en son fonctionnement véritable, pratique, matériel sur le terrain, "les appareils (superstructures idéologiques comme des pratiques concrètes, dont la nouvelle religion y trouvait un terrain propice et exemplaire pour démontrer ses prémices unificatrice dans aufhebung de deux monothéismes concurents) idéologiques d'Etat" au sens plus large qu'Althusser et Foucault... Avanti...

*
Juste quelques jours après le message assez compliqué d’ingérence et de montrer de cibles à l’occasion d'Aid (fêtes de fin de Ramadan) adressé par 'Erdogan aux muselmans des Etats-Unis, les évènements n'ont pas tardé de s'eclater aux Etats-Unis, nouvelle empire du monde: mais quelle force de pro-vocation et conviction verbale qu'il ne possède tant dans son pays!...

La Chine peut intervenir à tout instant aux Etats-Unis pour recompenser la perte de ses (ré)actionnaires... Le capitalisme d'Etat est une chose beaucoup plus sérieux que ces libéraux désorientés... maintenant comptant en tout hâte sur les massives guerres dépenses...

29.05.2020

Kendine Ait Olmayan bir Amaç


Ad Tellum

Kendine Ait Olmayan bir Amacı Başarmak …
Dünya mı Bizim, Biz mi Dünyanın Yasını Tutacak ?
Su İçtiğimiz Kaba Pislemek


Tuz tartışmanının Umut Özen'in "yazı ve koku" psikanalitik ithamıyla başladığını belirtmek isterim. Uzun zamandır biyolojik yapımız ve üretici sembolik praksisimizin dünya-için’liği (içkinlik) & zamanın korunması, geri alınması -uzamın işgali, dünyada ikâmet fikirlerini sentezlemekteyim...

-“İkna ediciliği pek fena. Diyebiliriz ki birine; Emeğini (Arbeit) hiç ediyorsun yaşamak için ölümüne. Mübadelecisin! Kendine çalışacak yerde Mübadele devam etsin diye varsın bu şartlarda. Metasın sen! Çalışma-Saatinden (Emek-Gücü-Zaman) başka nesin ki…” (Umut Özen)

Ruh okşamak için değil ilim için burdayız: Derrida'nın "Marx'ın Hayaletleri"& ardından eleştirilere cevap olarak yazdığı "Marx & Mahdumları" (ikisi de benim çeviri tezgahımın ürünüdür, Ayrıntı y.): ikisinde de ısrarlı ve yepyeni konu budur: "Değişim değeri, kullanım değerini önceler" !

-« İkisini de okudum. Mahdumları yarıda bıraktım; bunu neden yaptığımı iyice br düşünmem lazım. “Değişim değeri,kullanım değerini öncele” kısmını yeniden incelemem lazım çünkü Grundrisse’yi doğru düzgün yeni çalışıyorum. Mübarek çok kalın kitap; Daha Sermaye bölümünü bitiremedim. » (Umut Özen)

Yerkürenin retentionnel (geri-tutucu/ geriye yönelik bireşim) saati ile medeniyet çevrelerinin tutuculuğu ve SALT-yasanın keyfi düzenliliği ile bir tür yeniden üretilebilirlik ile yarattığımız sunî vahâlarda dünyayı öngörülebilir kıldık mağaraya yansıyan duvar hayallerinde (Platon).

Avcılık ile doğayı durdurma & söz verme (yasa) pratiklerimizin içkin bağını 1980'den bir şiirimle[1] keşfetmiştim. Sanat adına ‘Sepileme'den İsmet Doğan “Görünürün Yapıçözümü” metnimde bolca söz etmiştim. Ad tellum: Yay Ok gerilim hedef, vurma, sabitleme. Herakleitos fragmanı ok/ yay hedef: ölüm.

Meşhur Derrida'nın Rousseau okuması: "Teklikeli bir ikâme.." Oysa o tehlike arızi & önlenebilir değil, türün içkin özelliği. Frankfurt Okulu & Yabancılaşma Eleştirisinin, ve de Althusser'e göre "Genç Hegel & genç Marx'ın" silinme sebebi! Marx önce « metaların fetişizmi » geç keşfiyle & ve manifesto’daki « hayaletler »le deontolojize...


Samuel Buttler'in Deleuze & Scherer tarafından vurgulanan önemi:İnsan emeği denilen şeyin (köleleştirilmesi) insan-insan çelişkisi gibi görünmesi (Marksizm) ardında tekno-sferin idealite virtuellerinin olup olmadığı: Özerk özne, oyun kurucu sahiden bizim antro-merkezciliğimizin göremediği şeyse...

[Doğanın/ Providence (İnayet) gizli emellerinden biri de kendi ihtiyaçlarımızı giderme dürtümüzün kendimizin conatus'u (perservere in esse -Spinoza) olduğu yanılsamasını (arzu, desir ile) bizde uyandırması: Virüs üreyerek-çoğalarak orgazm oluyor ve beslenmiyor bile şu an. Amacı ne ? Ad tellum? Bkz. Samuel Buttler]

Hasard and necessity öyle güzel kombinler yapıyor ki adına Sanat diyoruz; Doğada hep Tanrı eli görme alışkanlığımız yüzünden onu sıkıcı bir mükemmel dairesel dönüş olmaktan alıkoyan eliptik konvülsiyonun girdabına da "Maalström Stili, Bilinç Akımı" diyoruz Edebiyatta: Yazarı kim?

1848 Devrimi sanattaki ifadesini I’Art pour I’Art olarak bulur. Önemi toplumsal değerlere yönelik sahip olduğu direniş ve başkaldırıdan gelir.Benjamin Constant’ın ifadesiyle I’art pour I’art, Amaçsız olarak sanatı kışkırtırken, aynı zamanda Kendine Ait Olmayan bir Amacı Başarır!

Kant sanatın "amaçsız bir amaçlılık" içerdiğini söyler; ona bir erek biçemeyiz (aslında sanatın ne olduğunu ve nasıl sanatçı olunacağını da bilemeyiz, kime sanatçı dendiğine göre nominalizme boyun eğersek ve misali takip edersek de kötü kopyadayızdır: Örneği olmayanın örneği ol!

[Enis Emre Memişoğlu nihayet doğrudan Kant, Platon, Poetika, Retorik vb. okumaya karar verdiğinde artık her şey için çok geç olacak: sofizm ile mantıksal çıkarımlar birbirini zehirlerken (se contamine) misâl mesel emsal-siz timsâl-siz diye Arapça terennüm edeli buradan bir arpa boyu boş bir 10 yıl geçti.[2]]


-"Şimdi topluca kasılan bir dünyayı izliyoruz. Büyük resmi anlamamıza imkân verecek birikimler neye yarayacak? Bu bilgi yığınları ne olacak? diye düşünürken,evde kal'anlara arşiv, kütüphane açtık. Aslında bu bilgi ve kanıt fazla bile, elinde telefonuyla hakikat-sonrası zamanlar! » (Özgür Taburoğlu)

-“Yeryüzünde yeterince fesat bir işleyiş var ve adı kapitalizm. Zaten onun işleyişi başlı başına bir komplo. Sürekli farklı adlarda, özneler kılığında ve suretlerde ortaya çıkıyor. Ona her sabah idmanlı bir eylemci gibi yaklaşmak gerekli." Özgür Taburoğlu (Söyleşi, Duvar)

Bence o fesatın adı kapitalizm değil, kapitalizm fesatın çocuğunun adı. Fesat ise esas teşhisi bekliyor, üstünde çalışıyoruz tuz kokana kadar... Başka moleküller icat edip kapsüle atlayıp kaçacağız, düzeltmek de kaçmak olacak... (Uzayda bir yörüngede kaçan bir uygarlık « germe »i)

-« Topraktan yaratılmış olmak toprağın öncelikli varlığı gerçeğini unutturmuyor. O derece hatırlatıyor ki toprakla ilgili şartların ortadan kaldırılıp, beden/ maddesiz zihnin sonsuz bilgi transfer çabası devam etmekte. Zaman katalizörlü en kullanışlı, mobilize ve eski bellektir insan »  (Funquiyto)

-« Belki çok yazılmış söylenmiştir. Kalabalıktan kaçınır ve tek sese odaklanma gayreti içinde olmanın sonsuz gerçekliği içinde: İnsan tekrar mağaralarına yerleştirildi. Göreceli kendi isteği ve rızasıyla. 'El' yerine virüs resmi çizdik. A. Smith'e 'Görünür El' ile saygılarla » (Funquiyto)

-'Geçmişte Yaşayan Işık Hızı' isimli henüz yazılan ve devamlılığın yazılayazılması istendikçe, aynı An'a mahkumluk spiralinin maruz kaldığı sonsuz çekimin, itici bir çarpana ihtiyaç beklentisiyle kitaptan çok tablet halinde piyasaya gömülü olarak sunulması planlamasındayız henüz (Ti)

"Germe" tohum, semence, koruma ve saçma -dissémination-saçılım-dağıtma, gen vb., ama aynı zamanda "sema"(Yunanca) anlam, semantik, semiyoloji değil ama semiyotik -dissémination : anlam dağılımı, anlamın saçılması, dağılması, söz-logos merkezci olmayan yazı farkı...

Çocuklarımıza adam gibi bir dünya öğretmek yerine KODLAMA öğretiyoruz: köle yetiştiriyoruz, Suni Zeka'ya hizmet edecek düşünmeyen nesillere (makinelerin bakımını yapacak ara eleman dışında « Beyin » de zaten LOJİSİYEL olacak. Koca Aristo zaten mantığa indirgenmedi mi? Praxisi cımbızla ayıkla!

Sert olacak ama benim gözleme dayalı teorime göre; beyaz nört, acımasız & tikeliğe kör, soyut eşitlikçi uygarlık, yasadan sonra matematik idealitelerde merkezî karar kıldı; bugün de (doğuştan) frustre sayısal zeki-inek gençlik hacker-teröristler olarak insanlığı Intelligence Artificielle’e kasten & hınçla kurban veriyor.

-« Matematik evrendeki var olan ve artık fark edilmiş bir güç, bu nedenle zayıflıklarındandır. Zaman'ın bile üzerinde asalak gibi yaşar. 'Gerçek' zekaya zeka yaratarak ulaşacağını keşfettik. Şahsen nedenini kullandığımız zekayı geçmiş zamandan kurtaramadığımızdandır düşüncesindeyim » (Fuquiyto)

"Sans Passé, pas de Future" der düz mantık "Sans Future, pas de Passé" der diyalektik kurucu! (Üstün Barışta). Geçmişten kurtaramayabiliriz; zira bağlamsız,bir matematik bile mümkün olamaz. Geleceği nasıl tasavvur ediyorsan (benim salt ve saltık'la yaptığım gibi), geçmiş (tarih, jenealoji) odur.

Mesela şimdi Tıbbî mimetizmin(adına "protokol" deniyor ve doktordan bir robot yapıyor) yan değil, düz etkileri zaman içinde değil, hemen ortaya çıkıyor: Çin dâhilerini taklid eden Batı devletleri, koronadan ölmeyen hastaya Sıtma ilacını muhtaç ederek ölmelerini sağlama yanlışından geri dönüyor...

Salgının pandemileşmeye başladığı ilk zaman ilaç protokolleri şirketler (medya) savaşıyla şöyle bir tartışılıp göz dağı verildiydi; Trump'ın "ben önlem olarak kendim içiyorum" demesiyle bütün Sağlık Bakanlarından protokol onayı aldıydı ya: o ilaç yasaklandı şimdi. Bilime Güvenme!

Dünya türlü felaketlerle uğraşırken Jacques Rancière'in tutup da "nolacak bu yöneticilerimizin sanattan anlamama hali" gibi bir makale ile ortalığa çıkmasını önce ben bile yadırgamıştım;ama bir an için hayal edin sanatın her türüne -hiç olmazsa- kendine özgü gülümsemeyle cevap vermek!

*

Börtü böceğe yarık, insana da kovuk gerek,
Ki kurtarılabilir olan alınsın Noesis Denizlerine!
Alnın açık her birinden bir çift
Oysa treesome yok ortada
Gezer homurtulu hayvanlarla aynı boyda
Bir dalın ardından izler postunda
Bir koca petek bal üçümüze de yeter
Kalkınca vapur selâ
*

Dünyanın yaratılmadığına veya bildiğimiz komik imgelerle proje+gerçekleştime şeklinde iradî olarak yaratılmadığına ilişkin çok delil birikti; ama yaratıldığına halâ inanmaya devam etsek bile, iyi yaratıldığına dair hiçbir delile rastlanmadı! Leibniz: var olması iyiliğinin ispatı! (Meilleur des Mondes)


[1] “Söz Verme  / Bir Taşın Kuşa Söz Vermesi / Elbette ki dünyadaki / İlk Söz Vermedir…”
[2] (Ben ise 1995’den, Derrida’dan, Kant Estetiği üzerine Economimesis’i çevirdiğim zamanlardan, “l’exemploralité” –ağız-örneksellik- beri… 1999’da yayımlandı; disgust, zweck, ohne zweck, zevksiz sanat, örnek sanat, yas timsâli, kaybı (kendinde ve kendine, bizatihi kendisi –bir- kayıp –örnek- olarak) en güzel örnekleyen sanat; “beş duyudan üçünü (çoktan)  kaybetmemiz” tesadüfî ve arızî değildi)


27.05.2020

HAYALETLER VE PRAKSİS LİSTEN!


HAYALETLER VE  PRAKSİS  LİSTEN!


"Hayalet" ancak canlı bir kişiye, bir özneye, ilgilisine, kendisine bir vazife düşene, çıkarana, istemese de dert edinene, seçme şansı bırakmadan musallat olan, yoksa böyle bir varoluş bulunmadığı takdirde de mezarında kül olarak mineral döngüsüne dahil olan düşünsel bir akış-mecâzıdır.

Şizofreni gerçek bir hastalık, geç (uzun sürmüş) kapitalizmin yan ürünlerindendir; içten içe teşvik ettiği bir nihilizmle (hiçbir imago'nun paranoid kapanmaya izin verecek oranda stabl bir değere sahip olmamasıyla parano-komünist-faşist rejimin ürünü paranoya karşı bağışıklık kazandıran bir akış-mecâzı

Mesela parona-faşist Pentagonun askeri lojistik işlemleri için icat edilmiş ilk web nasıl oldu da pısırık bir şizo-inek öğrencinin kampüste parti için tanışma sitesi kurmasıyla bloke edilen yoğunlaşmış arzu akışlarından kârlı & herkese hitap eden Demokratik Aşk-Siyaset-Haberleşme portalı oldu? Kapitalizmle…

Buradan bir pastör-profesöre laf anlatıyordum; belki de sizin konsillerinizin “Résurrection” deyip işin içinden çıktıkları şey, İsa'nın moral öğretisini tersinden uyguladığın(m)ız için İsa'nın mezarında ters dönüp tekrar tekrar mesajını hatırlatmak için hayalet gibi musallâtıdır, diye…

*

Herkes bedavadan Spinozacı ama; elemler, kederler, sazlar, nostaljiler, hayaletler, aura'lar, metafiziğe gırtlağına kadar batmış romantik mutsuzlar; Hegel'e göre "mutsuz bilincin solipsizmi". İki diyalog, ve hemen sarhoşluk, hâni bedenin neye muktedir bize gösterecektin, noldu? Şekerin mi erimedi?

Bak işte ne güzel diyon, Zizek komünizmi o manada kullanmıyor, mecâz o; evet o zaman küreselleşme de komünizmin metonimisi zaten; tutup da enternasyonal'le, dünya vatandaşlığı'yla beyin göçünü meşrulaştırma yerine hoşa giden praksisini seç bir bakalım ! Etik mi? Sınansın sensus komünistle...

Ha şimdi diyeceksiniz, ben öle praksisi hergün nereden bulayım, kendime işi zor buluyorum, benim sevdiğim praksis beni sevmiyor, zorla praksis olur mu? Sen de haklısın da, bir traş ol, nefesini aç, dişlerini fırçala, olmadı salaş sanatçı ol: o zaman sana hergün praksis zaten; çanak çömlek...

"Hoşa giden praksis" de aptalca bir deyiş; zaten aynı zamanda hoşa gitmezse o praksis değildir ki, görev ifâsı, ödev, ekmek için zorunlu çalışma, parti programını uygulama, alt düzey militancılık, kullanılmaya müsait olma, mutsuz birlikteliktir: Praksis aşk gibidir, tam sana uyar, sanadır!

Ha sen talebeysen gene Felsefe Tarihini çalış; çalış ama spor olarak amatör çalış, şekerin eriyince (patlayınca) e biz de erimiş olacağız bagajımızla; sonra bir baykuş gelecek yağmalayacak mezarı kazıp yok öle yağma! Bu amprizmdir, kör tekrardır, ders=idealite alamamaktır: Sporun zararı!

Alıyon eline bir sanat nesnesi,yapıyon onun eidetik varyasyonunu, huşu içinde; ama bilemiyon ki o eidetik seni oturtmuş oraya kendi (senin) varyasyonunu yapıyor, eğleniyor senle: Ah, geç olmuş diyorsun, yatayım, yarın ola hayrola, insanoğlu (yetkililer) bulur çaresini: Çocukluk hastalığı!

Praksis bulamıyorsan Ersatz'ları var,kendine uyanı seçeceksin.Aslı gibi olur mu diyeceksin. Olur olur,zaten aslını tam sen de bilmediğin için bu durumdasın; acele etme, oyalan küçük praksisinle! Büyüğünü de Mehdi bekler gibi beklemeyecen, az ıkınacan, içinden çıkacak Mehdi: Sanatlaxatif !...

Rodin'in "Düşünen Adam" heykeli sence ne yapıyor? Karikatürleştirme dediklerimi: Andenken yapıyor. Geçmiş deneyimlerin şematik zincirlerde film şeridinden daha organik kristaller oluşturmasını seyrediyor (bir tür digital framework; frayage, balayage, anamnesis yapıyor): Ee sen de bagajınla dene...

Praksis şahsi görünmekle birlikte sana ait bişi değil, nesnelliğe ait bişi hiç değil; öznelerarasında nesne olmayanın kristalleştirilmesi, gün yüzüne çıkarılmasıyla ilgili bitimsiz bir uğraş: Aristo'ya göre poisesis kırsalda zanaâtkar olarak da yapılır, ama praksise şehir kurmak gerek

Gramchi'nin hapishanelere düştükten sonra anladığı gibi praksisi dar militan çevrelerde değil geniş ittifaklar, bağlaşıklar, "hegemonik blok"lar kurarak önce kafanda (hücrende) sonra da sahada yaparsan güzel ve çok sesli verimli doğurgan olur; iki kişiyle olmaz yani: en az Üç gerek!...

"Theorema" (PP Passolini) 68 ruhuna göre bir praksis'ti derler; bana kalırsa Visconti'nin Masumlar veya Lanetlileri de öyle bir praksisi karşı cepheden gösteriyordu; çok şaşırmıştım yok edilmelerini görmekten: Tarih bazı praksisleri ezer geçer ama unutulmazlar: Hayalet kişi değildir...

Kimi madlenleri bütün bütün götürür hatırlayacam diye obez olur, kimi alkolik; kimi şeker erisin bi du bakalım der (Ahmet Güntan şiiri), kimi de kadayıfın altını üstünü güzelce kızartır şerbeti verir demlenmeye bırakır (Erbakan); kimi paranoyak olur delirir (İsmet Özel), kimi şizofren (İzzet Yasar) olur.

Not: "Sadece Zeki Müreni severseniz olağanüstü ne yapmış olacaksınızdır, kardeşlerim?" (Pavlus, Önger Arkadaş). Onu zaten herkes sever, önemli olan babanızı sevmek, sizden başkası onu asla sevemez; biliyorum zor sizin için, ama olağan-insan-üstü belki böyle gerçekleşebilir...


TUZUN FENOMENOLOJİSİ : SALT & SALTIK


TUZUN FENOMENOLOJİSİ : SALT & SALTIK
YAZIDAN ÖNCEKİ  YAZI OLARAK : ECZA VE BELLEK ÖRGÜTLENMELERİ

Ersazt: ücret, bedel, asker, yaraya tuz basma, işkence, mumyalama: öncelikle Afrika’da elzem. Hayvancılık, sepicilik, kuru et, konserve için -yemek için değil- tam da yenmeyeni mumyalamak, ölümsüzlük, doğadan différer (öteleme), çalmak, muhafaza etmek, zamanı geriye almak, erteleme, vade, borç: yani para! Değiş tokuş aracı

El cevap: ilk Ersatz tuz'dur (sel, salaire, salines, tuzla, soldat, soldier, salt, saltık, mutlak)

İnsanı insan yapan sembolik mübadele dünyasının kuruluşunda, bir ayağı fiziko-kimyasal moleküler değiş-tokuş, hücresel yenilenme, iletişim & karmaşık nöron bağıntıları için iletken olan "tuz", aynı zamanda ilk karmaşık meta mübadelesinde değişimi tanzim eden criterium, altın ölçüdür.

George Simmel'in Philosophie de l'argent kitabından çok önce Frenzci Paranın Psikanalizi'ni yapmış ve onu tutumluluk, cimrilik, koleksiyon merakı, kendini koruma, kabızlık gibi anal fonksiyonlarla ilişkilendirmiştir. Deniz kabuğu, boncuk gibi doğal nesnelerin akçeye, sikkeye geçişteki ara (transitif) rolü...

Doğada hasat fazlasının saklanması her zaman sorun olmuştur, insanlık topluca ekstatik (vecd) ayinlerle fazlanın ortak yok edilmesi merasimiyle toplumsal bağın ürün ve metadan kıymetli olduğunu teyidle komünist-şizofren oluşa (devenir) girmiştir. Ancak daha sonra, paranoid tiranik (despotlar) krallar mağara ve duvarcılıkla üstün geldi.

Güney Batı Asya Anghor ve Mısır Gizza Medeniyetleri baskıcı ve ruhani, öteki dünya inançlı ve üretim fazlasını yakmayan, non-ekstatik, anal&genitalin aile nomos bağlarıyla tabu sitemine bağlandığı parono-astral-ruhban bekaret sistemine dayanırlar: Mısırda firavunlar yatay ensestle (kardeşler arası evlenme) bağlıdır (re-ligio).

Mübâdele kültürünün insanın evriminde önceliği alan beslenmesi ve barınması için gerekli nesne ve nesneleştirilen canlı, pişirilip dönüştürülen (çiğ ve pişmiş) sindirilebilir nesnelerin "kullanım değeri"nden sonra geldiği fikri ortodoks marksizmin de kaçamadığı doğalcı bir yanılsamadan ibarettir.

Tuz örneğini emsâl değerine yükseltmemizin sebebi onun bir yandan biyolojik yenilenme ve tekrara öte yandan da mutlağa (saltık), sonsuz muhâfaza edilebilirlik, değişmezlik (immuabilité), zamanın ve doğanın tersinmez yönünü tersinir (révérsible) kılmaya yarayan bir talisman (tılsım) gibi işlev görmesidir: Zamanından önce "yazı".

İzin yinelenebilirdiği minimal tanımıyla resim-çizgi-oyma-yazı-totem işareti uzamsal görsel yordamlarla zamanı uzamda sabitlemeye veya yeniden üretmeye girişirken, içsel zamanın çift eklemli yinelenebilir iletişim çığlığı, dil-ağız-burun kimyası yoluyla uyarıcı tuzlarla belleği eğitmiştir.

Salt, saflaştırılmış aşırı iletken, aşırı uyarıcı kristal, belleğin (geçmiş) & şimdi-aşırı ön görünün (gelecek) önünde gitmeye izin veren ufku, şimdinin noktasal uzamında enine boyuna esneten (dis-tension) tuz, saltıka, zaman-aşırıya yönelime sevk eden kimyasal uyarıcıdır.Yazı da bir esrar-farmakon, saltık’tır!

Salt-tuz içsel kimyada geriye ve ileriye yönelik bireşimlerle zihinsel, hayal kurma ve hayalle problem çözme, hayalle hükmetme, hayalle « bir şey » (hayyan, ölü ata, tanrı, cin) haline gelme, hissetme gibi içsel zamana ait süreçleri "yazarken"; uzamı uzamlayan totem-işaret yerleşimi ev & av uzamını çizer: Bir dünya mübâdele’dir söz konusu olan...

Ağaç dallarına veya çömleğe gergef gibi gerilen sepilenmiş, tahnitlenmiş deri, post hayvanın ruhu üzerine tam bir hakimiyetin kurulduğunun sesli, ruhu titreştiren, salta canlandıran nişânesidir: davul & dans! Hayvanda kemik, boynuz, diş, göz, toynak, dil, cinsel organ, en değerli mübâdele nesneleridir.


İnsani evrimin akışında (insan durursa ölür; değişmek, mübadele etmek ve sabitlemek zorundadır her daim) salt-tuzu saltığa giden basamaklarda her türlü kullanımı kullanıma açan sihirli formül-kristal-farmakon-yinelenebilir bir ölümü geri alma, doğadan kesin olarak çalma & kurtarma, muhafâza makinesidir. Aynı yazı gibi...

Zaten bir dizi doğadan kurtarma, koparma, öldürme, ezme, toz haline getirme, hassasını çıkarma, ateşte yoğaltma, yakma, tütsüleme kimyasıyla mübâdele zincirinden geçmiş salt & diğer saltık uyaran eczalar, ye/n/me ayininden sonra geriye kalan talismanlar yazı & oyma araçları, yüzeyleri, iz veya izin izi'dir!

Bütün hayvanlarda da ortak olan ve bir şekilde kendi kertelerinde dengelenen  « tuz-buz-kristal dengesi» o halde insanda asla fiziko kimyasal sürecin ötesine geçen uzanımlarında dengelenmez ve aslına rücu etmez (retour sur soi), uzağa atılmış 9er9in bir ok gibi gözleri bağlı eros’un keyfi emirleriyle evrilir mübâdeleler tarihinin, yani saf, salt ve saltığın,"Al-ilâh"ın  avatarları...

Hamiş: 

Buğün, 17 mayıs 2024; ve bu metni yazdığımı, yayınladığımı (tuzlayıp bir köşeye kaldırdığımı) tamamen unutmuş olduğumu onu tekrar bulunca dehşetle* fark ettim: zira, şu sıralar daha çok "horoz ibiği", "kabuk", kret (crète; la phénoménoloğie de la crète: bkz. "De la crétoloğie" filmim -2020 yapımı) ve "bioğonie" kuramıma odaklanmıştım. 

Ancak "tuz kuramım" bu mayıs ayında da "Aux Yeux d'Autrui" romanımın sonlarında (4 mayısta yazımına başlanmış, 12. son bölüm**) bütün açık-seçikliği ile can alıcı bir pisti

 (siğnes de souveraineté, sous lesquels les discours et les "styles" se composent, se symphonisent -ne serait-ce que dans- l'espace d'un roman à deux interlocuteurs isolés -saltık, tahnitlenmiş-),

bir anlambilimsel zinciri veya diziyi tamamlıyor veya açımlıyordu; ve bunu "eski" teorimi hatırlamadan, sadece "eidétique" özlerin kılık-kabuk değişim diyağramlarını

 (bkz. "Roman ve Diyağram" veya "Roman Kuramım", yani -Ğevheri Tarihi adlı 2019 ekim-kasım aylarında yazdığım romanın bir "ek"i; bloğa bu tarihle ilğili bir sayfayı dün açmıştım) 

izleyerek -fenomenolojik açımlama veya indireme metoduyla yapıyordu (Kretoloji kuramı ğibi -ki o yazılı değil, sözlü bir kayıttır- bu son romanın da bu bölümü de bir kahvede -toplum içinde, irticalen- planlanmadan, elyazmalarını temize çekerken,"ekleme-ğeliştirme-açımlama-şerh düşme/çıkma" metoduyla yazılmıştır.

Eklemeye ğerek var mı, bilmem ama "tuz kuramı" ve "kretloloji" (buna bu son romanı yazmaya teşvik eden Pontévia'nın Aby Warburğ'un bir sözünü -beiwerke- Almanca'dan çevirisiyle başlayan "aksesuvar kuramımı"da ekleyelim) ilimlerinin konusu, yani ideatum veya noema'sı (kabuğu değil, çekirdeği: "noyau") aynıdır. 

Roman "tahnitlenmiş ceset"ler (sarcophağe), (koca filozof Sinoplu Diyojen'in İskerder'e rağmen içinde olmayı tercih ettiği) "delikli fıçılar", ve "konuşan heykeller" (cansız cesetler) filmlerinin -anlambilimsel dizisinin- bir uzantısı, zorunlu bir "ğeliştirme, yayma veya yoğaltma-condensation- yoğalma, odaklanma -indirğeme- havuzu olarak -kendi zihnimdeki ratio essendisi- olarak 4 Nisan 2024 ğünü başlar: bir sesle, "vuruş" (frappe), "Schlağe", "Anschlağe" ile "frappe de monnaie", altın veya ğümüş sikke basımı (selâ ve sancak  -auréolé des oripilés- da bu dizidedir) sesi ile başlar (kurulur, stelt): Ğeschleht ve Ğestell, Ğesetz -bir devlet ğibi kurulur: Sancağında da muhtemelen "Ğuğnuk" kuşu olsa ğerektir. Hukuk kuşu veya Kuran'da ğeçen o put: Ğuğnuk.

Yani, frağmanter olarak ilerleyen kesintili, peryodlara ve ayrı zamansallıklara (morphè) bölünmüş, mekanda dağılı (espacement -aralanmış) büyük bir anıt mezar süslemesi (parerğonal kolonlar, sütunlar, parşömen tomarları -Ezekiel sütü,vb.) -arkeolojik sit alanı olarak "roman" ("Aux Yeux d'Autrui": "Ötekinin Nezninde" -eu éğard à..., rücksicht) kendisinden çok daha büyük, elle tutulmaz bir bütünün (kendi zihnim) ufak ama en değerli, merkezî parçasıdır.

Beiwerke, work in process'e dönüşür, bitimsiz (ölümsüz?) otobiyoğrafi olur. Sedâsı (Echo) kalır.

(*) Not içinde bir not daha (écrin içinde):
dehşet=horripilé
"Dehşete düşmek", dehşetle fark etmek... Tekrardan bulunca (hayalet ğörmüş ğibi) korkmak: Tremendum Dei veya Mundi... 

Bu mayıs 2024'de yaşanan diğer "dehşet anı" da antikacıda rastalanıp evde incelemeye tabi tutulan tablonun incelemesi sonucunda ortaya çıkan 7/ 5 aritmetiğinden duyulan dehşet; yani bunun 2009'daki romanım Heft Penç'i bana -kendime- açımlaması...

Bu konuda ilğili ses kaydı ve ğörseller hazırdır; yakında video olarak yayınlanacağı kamuoyuna -cuma selâsı youyla- duyurulur.

Cuma 17 mayıs 2024

(**) Romandan alıntı:

"Se témoigner du signe sous lequel un affreux et aveugle partage a eu lieu, au bord de la

fleuve: d'où le sel est ramassé ; soldé, sale salé, to sell, sailing, saler. Voilà un objet d'échange

plus parlant que la monnaie non-odore, car salé, (momifié ; tahnitlenmis) également. La monnaie

frappé est impériale, trop centraliste pour pouvoir être vérifiée dans son "nombre de

réceptions"*** (Annahmennungen) et contrôlé constamment par les "rivaux", autres prétendants au noyau

de la souveraineté, seigneurs féodaux ... Régions. C'est toute l'histoire l'Europe en un pinceau de

selle."


(***)"Alımlamaların sayısı"na hiç ğirmiyorum bile...


25.05.2020

Qu’est qu’un « Erreur Scélé » ?






R. Treven
What Jesus never said: “Feed the hungry only if they have papers.” “Clothe the naked only if they’re from your country.” “Welcome the stranger only if there’s zero risk.” “Help the poor only if it’s convenient.” “Love your neighbor only if they look like you.” - James Martin, SJ

Jésus n'est probablement pas « résussité » comme prétend le dogme ou le mythe qui veut sûrement "dire" quelque chose, mais vu que les gens ordinaires qui se disent chrétiens & pratiquent ou croient le pratiquer, ils sont complètement à faux par rapport au contenu de son message +

+qui n'est pourtant inébranlablement morale ou juste, aurait du être dérangé dans son tombeau et devenu a "revenant" que les savants-doctes ont préalablement interprété comme « réssurrection »: Ce n'est pas Dieu, c'est l'ingratitude ou la mécompréhension (heuristique) humaine qui en fait un étérnel vivant: un « fantôme vagissant »! (Baudelaire, dans un vers sur la « Bibliothèque »)

Je ne peux pas être plus claire concernant le christianisme, en ce que j'affirme en lui et en ce que je déconstruit comme un mythe morale plus ou moins mal/ bien bati, facile à déconstruire, et en décortiquer le noyau morale monothéiste toujours mal (et sera) compris: un erreur scélé comme éternellement, invariablement, indépendamment du passé et du future, voire anachroniquement pour l’homme, et qui a p.ê. la forme de « future antérieur ».

Comme une « plaie » qui n’est pas phono-logocentrique, figé comme icône...

YAZINSAL UZAMIN ENGEBELİ VE KAYGAN YOLLARI


YAZINSAL UZAM’IN AKIL SIR ERMEZ, 
HİKMETİNDEN SUÂL OLMAZ,
ENGEBELİ, KARLI VE KAYGAN YOLLARI...


Derrida "Edebiyat"ı geç dönem bir icât olarak tanımladıktan ve onu demokrasi gibi geçici ve kırılgan 1rejimle beşik kertmesi yaptıktan sonra değil, öncesinde de kimse ne Modern Edebiyatı klasiklere göre;ne de İngiliz demokrasisini Yunan sitesine nazaran ileri görmüyordu. Kader bu!

Mesela "sabahları gazete okumanın bir ibadet olduğunu" yazan Hegel gazetede okuduklarından çok memnun olsa gazeteci olurdu, ya da ruhunu-dünyayı-insanlığı duayla kurtarabileceğine inansa, duasını eder, kenara çekilir, fazla germezdi diyalektiği. Ama kadere-Tarih'e inanınca farklı...

Mesela Foucault Cervantes, Artaud, Kafka Mallarmé, Roussel dışında yazarla ilgilenmez nerdeyse. Sınır teşkil eden yazar tarzlarıyla kendi epistemik dönüşümlerini belgelendirdiği ölçüde ilgilenir. Filozof sanata, ebebiyata, hoşa gidene, kültüre tavizsiz olmalıdır. Herşey eşit derece semptomdur onun için.

Foucault Les Mots & Choses’da sonlarda, birden Modern Edebiyat ile yeni antropolojik kıvrım epistemesi arasındaki gizli bir paylaşımdan söz eder (kavram direk Levi-Strauss yapısalcılığına aittir: partage disjonctif): Ayırıcı paylaşım. LévStrauss’da bunun neye tekabül ettiğini bilenler hemen anlar: Yazın, (geriye kalan) herşeyi içine alıp toparlar.

Diğer kampın dışarı attıklarının neredeyse tamamı lağım çukuruna akar gibi Edebiyat Çukuru’nda toplanır ki gübre olsun, medeniyetin bilinçaltında çalışılmaya devam etsin: Sonuç: Batı asla ne Platon'dan alıp sıkı düzenle Husserl’e, Einstein’ın bombasına getirdiği ilmi ne de kendini Şark gibi ciddiye almaz.

Batı bilinçli olarak (kritiğin de doğmasıyla) Edebiyatı şahsi bir şey olarak ilk kez Romantiklerle kavrar: kendi Gökçe Yazın’ını (tragedya, trubadur, şarkı, masal) ve de direk Pers Masallarını Kutsal Kitap meselleri dışında biraz güncel ve inandırıcı kılınacak bir şeyler bulmak, eğlenmek için -Gutenberg'le- büyük bir coşkuyla talan eder!

Halkın zaten karnavallarda yaptığını münasip ve edepli bir dille arz-ı endâm eder, seyre sunar, söylenemeyecek olanı telaffuz etme, kıs kıs gülme, bıyık altından göz süzme imkanını verir Edebiyat; bakir kızlar, mutsuz kadınlar ve potansiyel aşık rolünde toy delikanlılar içindir...

Batı ilminin kendi tarihiyle devam ettirdiği ilişkinin şizofrenik bir boyutunu da bugüne kadar gelen şu küçük işaretten (semptom, yara, suture, dikilen yara) hemen anlamak lazımdır: ‘PhD’. Ne demeğe geldiği, düz Felsefe demek olmaması dışında çok açık o şey nedir diye sormak lazımdır. Felsefe ise hadım edilmiştir!

İmdi, ilk öğrenildiğinde tiksintiyle yüz buruşturulan eski rahatlatıcı ilke (Osmalı’da olmayan Littérature'e Türkçe karşılık bulmada önerdiği Edeb-i-yat kelimesi başarılı olan Şinasi) yazın'ın ahlâk yeri, edep yeri, ruhun terbiye edildiği yer olmasının altını çizer : İşte o yüzden kapıcısı, müfettişi, editörü, kritiği, celladı boldur!

Dünya eğer ters yüz olmasaydı (Klu Klux Klan, linçler, Kamplar, Vietnam, Cezayir, Çin afyonu, Lenin, Mao, Prag işgali, 68, Soğuk Savaş, Berlin Duvarı, Pretorya Rejimi, Körfez, Guantanamo, Lgbt) ABD üniversitelerinde adı sanı anılmayacak Fransız dehâları Felsefe değil de Edebiyat Bölümü müfredatına masif bir şekilde sokan da işte bu terazinin öteki kefesini dengelemek için  "Ayırıcı Paylaşım" yasasıdır

Dünyada medeniyetler, dinler, ülkeler arası savaştan söz etmek çok yanıltıcıdır: Dünya kurulduğundan beri bir "meslekler" savaşı vermektedir. İş bölümü savaşı: Uzmanlık alanlarına göre, bu, savaşları coğrafi olarak "lokalize" de edebilir ama; savaş her daim topyekûn savaş ve tabii ki tanınma (reconnaissance) savaşıdır.

Ancak adı ne olursa olsun, yazı, desen, dans bu şeyin terbiyesinin alınacağı başka bir "espace" (Blanchot'nın "Yazınsal Uzam" dediği şey), nefes alınacak başka hiçbir uzay parçası -Felsefe yani İlahiyat dekonstrüksiyonu tamamlanmadığı takdirde- yoktur. Bu yer sakıncalıdır, karantinalıdır

Edebiyat da son çıkan ve çok satanlar olmadığına göre, Edebiyat Kuramları vasıtasıyla aslında medeniyetin, dünyanın temel yönelim ve arzularının ket vurulmasının uzun süren geleceğini belirleme yetisindeki tek yer olan Üniversite de Devlet & Sanayinin (ve popüler kültürün bayağılaştırmaları, gazetecilik lisanı, teknik ara elemanlık,vb.) el koyması altında sığ kaynaklarıyla (kütüphane) egemen ve onun sermayesi tarafından işgal edilmiş paylaşılmış bulunmaktadır.


*

Anlatı denilen şeyin iki indirgenemez yönü vardır: Öncelikle hoşa gider, bizi gerçeğin kaotik yapısından konforlu bir gidimli imgesel düşünceyle tümlenen anlamlı bir sekansa sokar; ama düpedüz yalan ve masaldır, kültüre verilen taviz, yetişkine de çocuk muamelesi yapmak, aklın tembelliğidir (sinizm).

Sanat kültür değildir, kültüre de hizmet etmez ; yoksa bu onun sonu olur (bunu 'Dünya Resimleri Çağı'da Heidegger açıklamadan kısa geçer; şoke olur okuyan: "Sanat, Estetik, ‘Kultur’ haline gelerek yok oldu!" Dehşet tokattır bu! Oysa, sanatçı-izleyici gramerin ya da semiyolojinin « tarihsel kısmı » olarak kültürü bilmeli ve namusluca sömürüp onu tamamına (sona, kendi sonuna) erdirmelidir!

*

Biliyorsunuz, Unesco, "maddi olmayan insanlık mirası"... Alanı daraltmamak için buna kültür bile denmiyor ki etnoğrafya müzeleri gibi algılanmasın: yemeğin kendisi değil nasıl hazırlanıp paylaşıldığı... Sinema ürünü de bir  sonuçtur: Ardında ise koca bir şehir, veya Yol filminde olduğu gibi hiçliğe uzanan karlar!

Ben şahsen Umut, Adak filmindeki gibi çok katmanlı kalabalık söylemler çatışması epiğini severim. Bizi Tarkovski ekolüyle metafizik slav havasına fazlaca soktular ve sonu Nuri Bilge Ceylan estetiği oldu. Güzel, bu kadar güzel olma hakkına henüz sahip değil. Örselenmiştir o hep! (Narkissos)

Saltanat bârgehin kurdı yine fasl-ı bahâr/ Taht-ı Cemşîd çemen tâc-ı Sikender lâle [Bahar mevsimi yine saltanat otağını kurdu/ Çemen Cemşid'in Tahtı, lâle ise İskender'in tacıdır] –Bâkî.
 Ece Ayhan: (Bâki'nin) bu dizelerle doğa ile kurduğu mahrem ilişkinin bu kadarı yüz kızartıcıdır

Ece Ayhan'ın bu ifadeleri Günseli İnal'ın şiiri üzerine kaleme aldığı bir yazının başlığı olarak görüyoruz. Bâki'ye yakıştıran ise ben. Zirâ Saray şairi diye burun kıvırtılır Divan'a genelde. Günseli İnal Aspendos'da sahneye konacak çapta trajik şairdir. Nilgün Marmara ise daha marjinal Dot'da!

Bir gün Sinema'dan çok daha sofistike olan plastik sanatlarda (videoart) Yol'a gönderme-alıntı gördüm (İstanbul Bienali, Curator: René Bloch). Yabancı, misafir bir sanatçı: İstanbul’da bir erkek berberinde yüzü uzun uzun köpürtülmüş müşterinin suratına makro odaklanmış, köpüklerin fırçayla dansını çekiyor: Mest!

Eserin nihai anlamını asla bilemem, kimse de bilemez ama, o köpükler o kadar uzun süre ekranda dans ediyor ki, Yol filmindeki karlı yolların bitmek bilmez görüntüsüyle  üstüste bindiriliyor ve müşteri bu masajdan mest olurken dimağ başka manzaralarda gezmeye başlıyor: Fikirler nereye varmak için neyi takip eder?

Sinemaya filmleri çok sevdiğimiz için mi yoksa sinema ortamlarını, ritüelini sevdiğimiz için mi gidiyoruz ?
Ben bu hissiyatı şöyle ifade ediyorum: Sinema konusuz olmalı; bir tablo veya heykelin konusu olur, ama onun beslendiği desenin rengin konusu gene kendisidir: yani basma, yazma desenleri, dekoratif dokuma bezleri konusuz (altyazısız) güzeldir: etraflarında bir ortak yaşarlık duygusu oluşur...

Pratikte bunu şöyle hayata geçirmeyi düşündüm; ama fikir pop, yani yüzeysel, dekoratif eğlence kültürünün eline geçer diye imtinâ ettim. Mesela, Underground sinemada son noktayı koyan dostum Frédéric Charpentier'ye sormuşlardı: Peki,şimdi sinemada yapabileceğin ne kaldı? Christo gibi (Reichtag’ı) Haydarpaşa Garını beyaz sargı bezleriyle sarmalamak ve ona filmini projeksiyon etmek mi! (Benzeri bir şey yapıldı orada). Evet salonun dışına nasıl çıkarabiliriz sinemayı, çünkü herkes yazlık sinemayı sever.

İnsanın dehâsı, anlatım kabiliyeti, söz dağarcığı, incelikleri bulup çıkarma gözlem gücü, hitâp ettiği kültürün temel referanslarına hâkim olup özümsemesi (veya reddini ifade etmesi) ve de yaratıcı, eleştirel, uyandırıcı olması; her dile çevrildiğinde Tüm insanlığın içini biraz olsun umutla doldurmasıdır Edebiyat! Ve Sinema, ve diğer ezeli sanatlar...

Bizim kültürümüzde ulaşım zordur; sürekli köstebek gibi kütüphanelerde dehlizler, hendekler kazmak, yer üstünde nefes alacak bir zerre yer kalmadığı yerde yeraltından usulca ilerlemek, toprağımın nabzını tutmak ama şerbetini de hemen vermemek, bekletmek gerekir ki o obruk kendiliğinden açılsın şühedâ fışkırsın, bir gece sabaha karşı Takiyeddin Dergâhının duvarlarında!...

Öyle de güzel mitlerimiz vardır, kutlu doğum sancılarıyla ilgili... Sonrası ? Sonrası sürgün... Heimatloss. Tin’in her zamanki göçü, tasını tarağını alıp bu coğrafyadan göçüp gitmesi...