31.08.2020

Yılan ile Kaplumbağa Meseli

 

Kendi Kuyruğunu Isıran Yılan

ve Kaplumbağa Meseli

 

Tweetter gibi sunî, teknik mecraların karşılıklı konuşma bir yana, bir ders anlatımına, "canlı söz"ün sözde vukuflu avantajlarına net üstünlüğü, kimsenin, ilginç bir soru için bile olsa, düşüncenin ritmini kesintiye uğratamaması: Gerçek, özgür ama çokluğa hitâp eden, hitâpsız yazı!

 

Düşünce herhalûkârda kesintiye uğrayacaktır;yüzey kadar kırılgan, derinlik kadar da sağır oda gibi bir yere yılan gibi çöreklenir,onu uyandıracak bir fırsatı gözleyerek deri değiştirerek tekrar belirir: tekrarsız düşünceyi biz fark, ayırd bile edemeyiz: ikinci gelişinde bizim olur!

 

Hızlı, uyurgezer okumalarımızda, bir yazarın henüz bizim (veya onun için bile) kristalleşmemiş bir terennümünde ilk occurence (rastlaşma) vuku bulabilir, ve "unutulup" gittiğini farz edebiliriz.

Bir fırsat (im) ile reccurence gerçekleştiğinde "yaşsız" ve bâkir, ergen, "kendi" çocuğumuz olur.

 

Bu, işin formel psikolojik yanı hâlâ; imin, yazının, tümce rejiminin "henüz-düşünülmemiş" olanı taşıma (bazen  yazarına rağmen) ve uyandırma gücü hâlâ bir gizem.

Zirâ hiçbir im/ tümce bu iş için tam öngörülmüş (biçilmiş kaftan) olmayacaktır: İfade edilmiş olan tekrar ifadesini bulmalıdır.

 

Bütün bu değişik ve düzensiz zamansallıklara yayılan operasyonun ölüm (geri alınamaz kesinti) dışında bir nihâyeti ve Son Ereği olmamasına rağmen içinde vuku bulduğu en büyük göndergenin kalıbını alabilir (düşüncenin tarihselliği).

Düşünce, yazıda el/ faz değiştirmek zorundadır.

 

Heidegger bir yerde Hegel'in bir pasajında ifade edilen bir sorunu gerçek mânâsında anlayacak kişinin o sorunu da çözmüş olacak olan büyük filozof olacağını yazmıştır.

Bu tamamen Corbin'in Sühreverdi'nin felsefesinden anladığı şeye tekâbül eder:  en personne d'idée, vice versa…

 

Bu düşüncelere vesile olan iki işârâttan (ex cathedra) biri Deleuze (Fark ve Yineleme); diğeri Zenon'un Akhilleus ve Kaplumbağa'sına atfen, önceden düşünülmüş olandaki yeniden düşünülmek için düşünülmeden kalmış olana Ör., yolun sonunda bizi bekleyen kaplumbağayı dile getiren Heidegger'dir.

 

Kuyruğunu yakalayan sinsi yılan, masum görünüşlü sinsi kaplumbağa...

Zenon'dan Sühreverdi'ye yol, bizimle Suhreverdi'ye olan mesafeden kısa; biz hermenötler, Hegel ve Heidegger'den geçerek turistik vize alabiliriz Zerdüşt iline varmak ve oradan deli Nietzsche gibi  dönememek için...




29.08.2020

Bedreddin Okuması


 23 Aralık 2016, 

Can Batukan'la Şeyh Bedreddin'in "Letâifu'l İşârât..." okuması...

Foto: Tacettin Ertuğrul

ESMÂ-ÜL HÜNSÂ

 

ESMÂ-ÜL HÜNSÂ

 

 Sadece cenkte değil sûlhde de çok ayrıntılı bir dinimiz (Medeni Kanun) var.

Şeyh Bedreddin, Fıkîh usûllerini yorumluyor: Hünnâ'nın (çift cinsiyetli) yaşı gelince sünnetini(?) yapması için borç para alınıp köle satın alınır, sünnet bitince köle azâd edilir parası alacaklıya iade edilir.

El şerh: Hür bir erkek/ kadın hünnânın organını göremez, görürse evlilik düşer; köle olur, ama iki bilinmeyen var: Hünnâ'nın ve kölenin cinsiyeti! Operasyon sonrası ya sünnetli erkek olacak, ya tam kadın:

İlk durumda âzad edilip karı veya koca olacak köle kadın, ikincisinde erkek mi olmalı?

Kısaca, Hünnâ her iki durumda da hür biriyle evlenemeze varıyor iş. Hünnâ'yı (özgür biriyse köleyle evlendirilemez) evlendirebilmek için köle azâd etmek gerek, bu yüklü parayı ancak cemaâti müslimin karşılayabilir ki köle sahibi müşkil olmasın.

Bu Gender Study Cixous & Butler'a ithâf!

 

Not: Bedreddin (çok pozitivist ve ampirik bir taraf alan) Muhammed'in idrarın hangi organdan ne miktarda geldiğine göre karar verilmesini istediğini belirtip itirâz ediyor:

"Az veya çoka göre tamlığa karar verilmez, sonraki emâreleri beklemek lâzım!"

Yani ilinekler fenomenolojisi!

28-8-2020

 

*

Dites-moi, éternel crible dont le Seul Principe nous est connue universellement, n'est que le même est même & l'autre est autre, ces deux ne se mélangent que pour mieux se sédimenter hors de ta violence, qui nous instrumentalise.

Tant nous attire la paix que nous courrons á la guerre…

Ta violence est douce et notre pain quotidien,

Tes secousses n’ont pas d’intention de violenter,

Que sais-je ?

Tes grondements font écho á nos machines désirantes,

Tes instruments !

Que Tu m’exclus, hélas

Que Tu sédimente pour mélanger

Ce que Tu dissocie,

As-Tu un sens de sensibilité ?

 

[Correction :

Mettez

Au lieu de « Que Tu m’exclus, hélas »

« Dont Je m’exclus, heureusement »]

*

 

Özgürlük satın alınamıyor ; o paranın kanının pıhtısı olması da aynı…

Parayı harcayabileceğin (yani başkalarını dolayımla kendine bağımlı edeceğin) bir düzenin senin o parayı kazandığın düzenle uyumlu (birbirini doğrulayan = seni de uyumlu bir köle yapan) düzlemde olması da gerekiyor…

 

*

 

Ben şerhimi (2016) okumamda aklımda kalan kısma istinâden yapmışım: "İşârât"da "köle"nin "câriye" (kadın) olduğu belirtilmiş ve "evlenme şartı"ndan ise bahsedilmemiş:

Demek, kadınlık emâresi "az da olsa" onu erkek sünnetçiye harâm kılıyor. (Ama"doktor ve ebe gibi şahit de bakabilir", s.554)





 

Düzeltme: "Kitâbü'l-Hünsâ"da geçtiği gibi "hünsâ" olacaktı (hünnâ veya hüsnâ değil; yanlış yazmışız)

Kitâbın adının "Letâif'ul İşârât" olması,onu sanki Pozitif, delillere, şahitlere, imlere, bunların lâtif (çoğulu: Letâif) inceliklerine, ilgili anekdotlara dayanan "Esma-ül Hünsâ" yapıyor.

 

Buna "İlineklerin Fenomenolojisi" demiştik.

Görüngünün (özellikle "işârât") hakkını vermek için"ayniyet"in yapıçözümünü yapıyor Bedreddin.

Fransızca'da (eski dilde) kadına "sexe faible" (zayıf) denirken, bizde"lâtif cinsiyet"deniyordu:

Bu onu lâtifelere (Letâif), inceliklere, anekdotlara açar…

 




Tabii, "ilinek"ler bir "ayn"a, öz'e yüklenen, atfedilen arâzlar, belirtiler, "öz" veya ikincil (+n sayıda) nitelikler; bir öz'ü algılamamızı, ondan söz etmemizi, yorumlamamızı sağlayan, ilk tezâhürler, belirişler, belirteçler, emâreler, gösterenler, yorumbirimcikler: Esma, İşârât; quale/ Hermosigne!

 

Peki nedir hermetik bir hermosigne olarak "hünsâ"yı ve "esma"larını ayrıcalıklı kılan; özdeşliği, ilkeyi, arke'yi, arketipal olanı, tip'i typhos'u, nakş'ı (empreinte) veya eidos'u tehdit ederek onu yapıçözüme uğratan bu görüngübiliminde? (Rhetorical question): Soru olmayan bir soru!

 

"Cinsiyet(i) olmayan bir cinsiyet" ("Un Sexe qui n'en est pas un" –Luce Irigaray), ya da "bir cinsiyet ki "Bir" değil", hatta "cinsiyet" değil; hem "cinslilik"i hem de -daha çok- "Bir"i çözüyor, dağıtıyor;

İşârât'ın "tartışmalı inceliği"ne letâfet & vahâmet katıyor: Vâhim (Dieu sans Être –Jean-Luc Marion)

 

(“Table des Catégories”)

 

VAR

Bir

Aynı/ farklı

benzer/ zıt

bir yer ve zamanda ilişki içinde

belirlenmiş ("henüz" veya "artık değil" kipinde)

oluşta (-e doğru/ -den itibâren)

zâhiri/görünmeyen

az veya çok (zuhûr eden)

ismi, kavramı var/yok

işârât'ı, tecellisi okunaklı/okunaksız

vakıâ ile subût/ şüpheli

YOK

 

 

 

 

27.08.2020

Sonsuzluk Göndergesi Altında

 

Sonsuzluk Göndergesi Altında

Konuşmak ve Eylemek :

Sonsuz’a Kaçış / Sonsuz’dan Kaçış

(Fuite vers / devant l’Infini)

 

Konuşmak, açısından :

Kimseyi tenzih etmek zorunda kalmadan konuşabileceğin yer: « discours indirecte libre », « dissoi logoi », « oratio obliqua »; açıkça yaptığın  göndermeler dışındaki göndermeler, terminoloji seçimi ve konuşma düzeyleri (1-var olması veya 2-bilmeye ilişkin veya 3-sadece işaret –point de fuit- olması bakımından) sürekli açıklama yapmak zorunda kalınmayan yok-yer…

 

Konuşmanın, felsefe yapmanın « yeri » var mıdır ? Olmalı mıdır ? Bu yer nereden gelir, nereye gider ? Antik Yunan Tiyatrosunda –fizikî amphitheatros- koro’nun sesinin ilâhi bir yorum olması yanısıra, sahne arkasının (tskene) üst kısmındaki « Theologeion » (Tanrıların konuştuğu) denilen mâkamın Roma Tiyatrosunda  yerini İmparator ile halk arasında boşalan mesafeye (res-publicum) bırakmasından sonra[1], Sokratik makâm « a-topos »un filozofun sesine taşınması?

 

Tâ ki, Aziz Pavlus’un erken barok önermesi « dillerde konuşmak », « vaaz vermek », « peygamberlik yapmak » ayrımına kadar… İslâm Felsefesi’nde de filozofun sesinin erimi hep « peygamberlik makâmından farkı içinde tanımlanarak belirlenmek zorunda olmuştur.

 

(Burada, Hesiodos’dan, Homeros’a, Lucretius’dan Petronius Arbiter’e, Cervantes veya Calderone’nin sesinde Arap Binbir Gece Masallarının sesini aramaya, Alman Barok tiyatrosundan, Luther’in Tevrad ve İncil çevirilerinden, Boehme, Eckhart, Joyce, Beckett’e imkansız bir kataloğa girişmeden…)

*

Sonsuzlukta[2] gidilecek yer (hedef) yoktur.

Ebediyet bir yandan her deneyimi boşa çıkaran olmasa bile « boşa düşüren” (ona bir “boşluk”/yer kazandıran –boşa çıkmayı bir an olumlu anlarsak-) öte yandan da her –bu ada layık- deneyimi mümkün, anlamlı, zor kılan şeydir.

Eskaton ise kapar!

*

Eylemek açısından:

Tarihin ve zamanın önünü, onu bir yere gidiyor izlenimi vererek kaparsanız ya zaman sizin için başlamadan biter, kendinde ve kendi-için (en soi et pour soi), kendinde-erek hayaline elvedâ;

bir şey için'e, araç ve olumsal amaçlara mahkûm, zincirlenmiş, ve yarım yamalak deneyimle yaşarsınız;

 

ya da ebediyet sizin için adeta hem bilgi hem varlık olarak adeta sahiplenilmiş olur; onun bahşine (donation, ihsan) açık "bir başka deneyim" içine girersiniz; bu "kendinde ve kendi için", ya da sokratik hem araç, yol olarak, hem de -her nasılsa- kendinde bir amaç olarak iyi ve arzulanabilir olur.

*

Bakmak açısından (kenos ve işaret):

Alors que l'infini n'est appropriable, il ne pèse et n'apaise rien, n'évalue et ne juge rien, au-delà de l'être et du savoir, peut se faire un point de référence, tel un point de fuite dans la peinture à perspectif, d'où il se nourrit des conditions mêmes de la finitude, à l'échelle humaine!

 (à dévélopper...)

*

Historicité / Tarihselcilik

Histoire est une hystérique insatiable, manque de jugement, ou elle ne fait que juger, changer de gouts et des manières, une vraie casse-tête pour un homme mûr et raisonnable qui a su se neutraliser de ses caprices; mais elle ne cesse, pire que l'éternité, et elle te fait envier la mort!

Hégélianisme est comme une bande de stupéfiants, où une fois y rentré, il n'y a pas de sortie, où toute trahison, toute contestation est toujours-déjà prévue, toute crime est partagé dont la pénitence vaut encore une plus grande puissance et une rechute encore plus inexo(ne)rables!

 

Est-ce que tu crois á la fin de l'histoire? Oui. La crois-tu absolument? Oui.

Tu crois á l'Absolu! Crois-tu á une constance dans le changement? Oui, je fais de telle sorte que ça soit ainsi. Ah, tu es pratiquant en plus! Fais-tu de telle sorte qu'elle finît? Oui, constamment. Recommence alors!

-Éternel Retours…

 *

İl est vrai que Caspar Friedrich est vu comme l'exemplification de la théorie de sublime de Kant où il n'y a rien de mystique pourtant, alors que l'œuvre de Hegel sur l'historicité de Geist, et la ruse de la raison, lui a valu une postérité encore plus "mystique" (dialectique) inéchappable [incontournable, inévitable].

 

Alman İdealizmi'nin ta kendisi olan bu ihanetler zincirini Fichte'ye kadar geri götürebiliriz. Kant çevirmeni A. Philonenko, Kant'ın İde anlayışını göklerden yeryüzüne (Devlet) indirdi diye Fichte'yi sorumlu tutar. Burada içkincilik başlar. Hegel, Kant gibi ince ayarcıydı, ama kaba kaldı.

 

Yine kim kime ihanet, mistifie etme meselesi üstüne bir katkı...

Ben Hegel'in pek iyi Kant okuru olduğunu pek sanmıyorum.

Geist'in Auswichtz'de trafik kazasına uğradığını da acaba Adorno mu söylemişti?

Hegel, kaba (Deleuze) mı, yoksa yeterince kaba-sert-trajik (Bataille) değil mi?

 

Bir yönüyle de Hegel gizemleştirmesi geleneği bu « Hegel’in aşılamaz olması »…

Ben de şahsen hem Bin Yayla'nin hem de Kelimeler ve Şeyler'in, ve tabii en başta da Varlık ve Hiçlik’in Tinin Fenomenolojisi'ne katkı ve rakip cevap, « challenges » olduğunu söyleyerek bu « geleneğin » bir parçasıyım.



[1] Özlem Hemiş, Gözün Menzili, İslami Coğrafyada Bakışın Serüveni, Vb. Sanat.

[2] “İyi Sonsuz”?

25.08.2020

Zincirinden Boşanan Sebepler...

("Eşref-i Mahkulât'ın Sebepsiz Müşerref olması...)

 

Dün:

Kötü bir çeviri mi?[1] Boş bir avukat sofizmi değilse tabii…

"Bir şeyin neden yapılmadığı için öne sürülen nedenler;

1) “o şeyin neden yapıldığı için öne sürülenler ile aynı sebep zincirinde yer almayabilir"

2)"o nedenlerin ortadan kalkması o şeyin neden yapılması gerektiğini açıklamaz" (Me)

 

MM:

“Benim anladiğim kadari ile, örneklendirmek gerekirse, kalkip camdan atlamamaniz icin gerekli nedenlerin olmamasi, kalkip camdan atlamiş olmaniz durumunu açiklamak icin yeterli değildir, diyor.

 

Çok irdelersek Méillassoux'nun "hiçbir şey yeterli koşul yaratmaz"ina kadar gidebilir.”

 

Me:

Hm tamam... Meillassoux daha kolay, Leibniz falan, hallederim herhalde...

Me:

"Camdan atlamıyorum, çünkü odada beni engelleyecek birileri yok; atlıyorum, çünkü atlamamak için bir neden (kişi) yok"

Bu bir avukat sofizmi...

Zira ancak ortada bir olay varsa birileri bu cümleleri ölen kişi (=bilinmeyen sebep) yerine, gıyabında kurabilirler (mahkeme, miras, vb)

MM:

“Ya da başka bir deyişle, bir barajin onune orulen duvarin kaldirilmasi, barajin arkasindaki suyun akmasi için yeterli bir sebep değildir, diyor (tabii mevzu baraj degil, insan; doğa, degil kultur olunca)

Stoacilarin nedensellik anlayişina çok benziyor.”

 

 

Bugün:

Méillassoux’ya bir soru*…

 

[Sebeple başladık (felsefeye), sebeple (istiareye) yattık, sebeple kalktık:

"Bir" sebebi olmalı dedik -Aristo bize 4 tane verdi.

Descartes,  bunlar fazla,Tanrı ve Ben yeteriz, 2 sebep 2 töz (res) oldu, cause efficiente başmelek oldu;

Leibniz geldi, efficience ok, ama olayın tikelliği "yeter sebep ilkesi!" ]

 *

Sebeple başladık (felsefeye), sebeple (istiareye) yattık, sebeple kalktık:

"Bir" sebebi olmalı dedik… Arkontlar, archontes, arkhès, arşive, yasaların sandukasına sahip olanlar… (Dört arkhe: Su, Ateş, Toprak ve Hava; ve bunların “hafızası”…)

-Aristo bize 4 tane (başmelek) verdi: Causa materialis, causa formalis, causa efficiens, causa finalis

Stoa geldi, “olayın tikelliği hiç de öyle gelmiyor, sebepleri sonsuza kadar uzatsanız, geriye götürseniz de o tikelliğin yasallığını bulamasınız, olmuş olmasıyla yetinin ve bunu kabul edin” dedi.

 Bu capcanlı animist dünya, Tanrısalların (déités) nüfuz edilemez görkeminin ürünüydü: herkes “eşref saati”nde, kendi “şeref”inde teşrif edecek şereflendirip gloire (bénédiction, inayet, providentia) veya malédiction (kargış, lânet, maudit) ile  müşerref olacaktı: tykhè (eutuchia, distuchia), amor fati, ataraksia, kadercilik…

Descartes, “bunlar (bu kadarı da) çok fazla, Tanrı ve Ben yeteriz” dedi: 2 sebep 2 töz (res) oldu (res cogitans, res essentia); bunlardan “cause efficiente” başmelek oldu, bu “sadece varolanı, varolduğu şekliyle açıklamayla yetinelim” demek; “esse est percipii”ye (Berkeley) varacak, ama zaten Parmenides’ten geliyor: varlık ve düşünce aynı şey…

Leibniz geldi (Descartes’in mesajını almıştı); efficience ok, “bebeğe göre elbise biçilecek”, evren çok geniş, sonsuza –matematiksel olarak-  kadar her yöne geri veya ileri götürülebilir (parallel ve birbirleriyle compossible olmayan evrenler tasarlanabilir), ama olayın tikelliğine bakacaksak sebepleri daraltırım, o bebeğe göre, hem tikel hem de genel olarak geçerli formel sebebe “yeter sebep ilkesi” derim (gerisiyle de uğraşmam) dedi. Bu aslında hem felsefe tarihini eskileri (Stoa) ciddiye alarak yeniden yazmak hem de mekaniğe anlamlı bir matematik temel vermek…

Ama bence Aristo’ya, başlanılan noktaya da geri dönmek, o da tikel olayı veya eşyanın tabiatını açıklamaya çalışıyor; eşya için causa materialis ve causa formalis başat olmak üzere 4 neden gerekli; zanaatkârın ürettiği eşya da causa finalis dar kapsamda da olsa var, seri üretimde de aptallaşmış bir intelligence artificielle’de de mathemata veya dionia’dan yoksun noétik içerikten belki de söz edilebilir; finalite, yön şaşırma, yönü sabitleme veya (içkin veya yatay) algoritmaya bağlama açısından…

 

İlk iki (maddi) nedeni saymazsak (ki avukatın veya pozitif hukukun”intihar eden veya pencereden itilen adam/kadın vakıasında ötesine geçemeyeceği alan burası),  efficient “vuku bulma”, suçun “subût” olup olmadığıyla alakâlı hale geliyor. Adamın kendini neden ve niçin öldürdüğü ile ilgili değil.

İçine nüfuz edilemez (bilinmeyen sebep), “causalité psychique” (dediği ve aradığı şey, Freud’un), açıklanamaz olan bence “korunuyor” veya hayalet gibi halâ ortada dolaşıyor: serseri mayın… chaos, veya cosmos’daki, tufanın tam kalbinde veya gözünde bulunduğumuz için farkedemediğimiz, sadece düşünüp hesaplayabildiğimiz chaos, veya felaket.

Varsaymamız, soruyu, sebep sorusunu, baştaki soruyu “açık” bırakmamız anlamında hala bir “şans” (fortuna)…

Descartes’ın, Tanrı dünyayı (doğa yasalarını) değiştirme gücünden yoksun mu sorusuna, zorunlu olarak “hayır değil, değiştiriyor, ama sürekli aynı şekilde yıkıp yeniden yaratarak değiştiriyor (création continue)” şeklinde parlak bir sofizm ile cevap vermekten başka şansı yoktu. Peki bu cevap, Nietzsche’nin “ebedi döngü” dediği şeyden ne derece farklı ki? 

(Bu da Méillassoux’ya bir soru olsun… Cevabını önceden kestirebilsem de…)



(*) Quentin Méillassoux: "Sonluluğun Sonrası", çev. Kaan Kahveci, İş Bankası y.

[1] “Bir şeyi yapmamak için gerekli nedenlerin yoksunluğu, o şeyin neden yapıldığını açıklamak için yeterli bir mazeret değildir.”

- moishe postone (alıntılayan Mechul Muhayyil)

24.08.2020

Ziyâ Paşa'ya Dipnotlar...

Felsefe’de yazma ve yazmama üzerine: 
Ziyâ Paşa’ya dipnotlar… 

 Baktım da bir akademisyen, çok kartezyen bir jesti tekrar edip düşünceleriyle dilin, daha beteri yazının çok ayrı şeyler olduğunu, yazının düşüncenin bir tür tercümesi olduğunu; ve de her tercümenin kötü olacağından yazmadığını deklare ediyor: Saf felsefe memuru görev ifâsı! 

 Evet öyle birşey var; dil gibi bir dert var, ve beterin de beteri var: Yazı. Dil bilmek, artı, yazı yazmayı bilmek. Düşünmek zaten onlara bedâva, Allah vergisi, doğuştan, iltimâslı... Kimi var, dil bildiği (The English) için yazamaz; kimi de dil bilmediği için düşünemez, ama bolca yazar. 

 Eski ve konforlu düşmanlıklarımıza dönersek; Analitik Felsefe yapmak için (yabancı) dil bilmeye gerek yok; ama Analitik Felsefe sadece İngilizce'de; o halde İngilizce öğreniyoruz. Hayır,tam tersi oluyor; İngilizce bildiğimiz için Felsefe'yi analitik sanıyoruz; sorun şu ki o bir dil değil(x)… 

 Yazmamak için de yazmak için de o kadar çok bahane (pré-texte) üretilebilir ki (zaten hazırda var) Yazmadan, derin düşüncelerimizle başbaşa kem küm yaşayıp gidebiliriz (tüh Rüyalar da bir dil, hatta hiyeroglif) Kimi, Yazı'da ahlak polisi gibi yahudi izi arıyor, teşhis ediyor, ifşa ediyor 

 Bir yandan da söylem, dil (emperyalizmi), yazı(lı kültür), bunlar hep iktidar ve egemenlikle de ilgili... O halde bu alanı boş bırakmamak lâzım. Ee ne yazacak? Bu alanda egemen olan "yahudi kültür emperyalizmi"ne (yani, kendi soyağacı, meselleri,vb) karşı yazacak, ve bu savaşı yazıda verecek 

Ahlâkta iyi istencin ahlâkî eyleme dönüşmemesi neyse yazmama da o; Cogito'cular, Noesis'ciler, Nous'cular, Nûr'cular, Fâili Meçhul/olmayan Akıl anıtına çelenk bırakarak Aklın Şehidlerini anma törenlerinde hatırlayanlar, gömücüler Gemüth'cüler, "içimizdeki Bizanslılar" (grekçe metinler)= NushKötekAkl! 

 Bütün felsefe camiâmızı sanki Ziya Paşa'dan yapılan virtüel alıntılar veya dipnotlar olarak okumak mümkündür: "Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir/ tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir" Bu ve bunun anagramatik açılımları, kombinasyonları...
 (Not: Kötek burada Hoptek, Hiphop mânâsında)

(x) İletişim dili olarak kullanımı açısından...

 *

Ol kevser şarabu gibi olmaya cihânda bir cevher 
Kirâz’ın Vişnezâde'nin lâ’fı mı olur? 

Cemşid’e vermişler cümle-i âlemde sâz ile def 
Bizdeki istidâdın şu rûşen ömre ber’deli mi olur? 

Tekkede hâtip söyler miskin kâtip dinler, 
Rakkâs'ın üzüm gözlü dilbere bu kadar nâa’sı mı olur?


22.08.2020

Mundus Imaginalis

 

Mundus Imaginalis

Uykuda Gezen Bedenli Düşler Ülkesi

 

Bir zamanlar uzaklarda, yabancı bir ülkeye yolum düşmüştü, gök aynı göktü, ışık aynı ışıktı, belki daha güzel ve parlaktı ışıktaki ışıma, insanları güler yüzlüydüler onlara bir şey sorana kadar, senden hiç yabancılık çekmiyor gibiydiler, usulca orada olmanı bile istiyor olabilirlerdi,

 

hatta gel diyorlardı sen de, bir şey sorma, katıl bu günün ve gecenin letâfetine, evet demen, arada gözlerini kırpıştırman,  başını öne eğmen, biraz sallaman ve kahkaha atman yeterli olacaktır, ama sorma, ardından da bakma, özellikle de isteme, asla ben deme, nereye hiç deme, sus sadece ve bakma ;

 

korkma ve çekinme bizden, burada yasa yok, aynı hareketleri tekrar et sen de, bir şey söylerken bir şey söylüyormuş gibi yap, kolunu masada uzatırken kolunu masaya uzatan birinin hareketini tekrar et, gülerken letâfetle gülen birinin aynası ol, burada öncesi yok sonrası yok, hep şimdi var ;

 

burada geçmiş ve gelecek yok, alnını asla kırıştırma, çeneni düşünceli bir şekilde asla sıvazlama, dikkatli bakma,  uçarcasına geç şeylerin üzerinden, eşyayı dikkate alma, ufka bakma, başını kaldırıp boşluğa bakma, herşey burada ve şimdi, ötesi yok, hatırlamaya çalışma, endişe yok ;

 

bir resim ol, hep aynı kal, değişme, en duru ve doygun anına sabitle kendini, yapmacık asla olma, doğal ol; bir resim seç kendine ve o seçimi bize söyleme, adımlarını düşünme, bir sonraki hamlen olmayacak, konumunu ve güzergâhını sabitle, aynı eksen üzerinde süzül belirsizce ne eksil ne fazla ol ;

 

senden asla kimse olmuş olduğun veya göründüğün şey dışında başka bir şey olmanı istemeyecek, kimse soru sormayacak, kimseyi de sen sorgulamayacaksın, olduğundan veya olduklarından farklı olmayacak kimse, değişim yok, hareket, süzülme veya eğik bir eksende kendi etrafında dönme var ;

 

duygularına da mantığına da kimsenin ihtiyacı yok; duyguların sadece bir resimdeki tonlamalar, bir melodideki iniş çıkışlardır; nota bilgini ve renk-kontrast bilgini kullanacaksın sadece, hangi duygu rengini hangi anda neyin yanına konduracağını bil ve ufak rötuşlarla bir hareketi tamamla ;

 

burada tamamlanacak bir hareket yok, iki yöne de gidebilir veya tablodan kayabilirsin, kendini harekette askıya al, görünmez iplerle hareket ettirildiğini düşün, hepimizin mükemmel ışığın taşıyıcıları olduğunu unutma, bizler sadece o ışığın üzerine düştüğü, onu kesen, tümleyen desenleriz ;

 

 

burada yabancı sözcüklere, anlamı bize açılmayan özlere yer yok, bize sözcükler şeyler kadar, şeyler de sözcük ve renkler, tonlar kadar verilmiştir, bunların dışına çıkamayız,bizler sonsuzda hareket eden durağan, çok biçimli şekilleriz, kendi mükemmeliyetimizde durdurulduk, gel ve katıl!

 

Bize önceden de dışarıdan gelen Roi-Mages oldu; bize bizim olmayan yabancı sözcüklerle adlar taktılar, bize Sages Comme Images dediler, Mundus Imaginalis yaratıkları dediler, siz uykuda gezen bedenli düşler dediler, Saf Aklın içine düştüğü Schein dediler, « Mağara Alegorisi » dediler…

 

Daha bilge dedikleri filozoflar yolladılar; onlar da bize Quale dediler, Categorein dediler, Pure Deductio, Relatiomnème, Represantamen, Icon, Signsign, Signatura Natura dediler; Pierro della Francesco adında bir ressam gönderdiler, resmimizi çizdirdiler, poz verdirdiler, Olimpia'ya yerleştirdiler.

 

22-Ağustos-2020

21.08.2020

Fenâ Fillâh

 

Fenâ Fillâh[1]

 (Da'vât ül Kutûb)


Sâd, Nûn, Kâf

Zûl-Karneyn!

Malâkat’tan Zizoma adlı büyücüye göründüm

“Hurûfât’tan Sâd Nûn Kâf dağlarına çıkacaksın” dedi

“Sonra Sınai’de dur” (Sanaam)

Colloquium Internum’da Alter Ego’mla görüşecektim[2]

 

Sonra bana Zâl, İsfendiyâr ve Rüstem adında üç kardeş verildi

Dağda bir Tûba ağacına gerildim:

Gideceğim şehri “Eğer Hızr’sam” üç kere söylemem istendi

İlm-ı yakîn’e göre, Ayn-ı yakîn’e göre, Ayân-ı Sabite’ye göre…

Berzâh’ta bekletildim

 

Üçüncü gün kefenim getirildi

Simurg benden üç kere kendimi doğurmamı,

Sonra yine ölmemi istedi

Sâd, Nûn, Kâf

Her üç harfi de doğduğum şey, doğurduğum şey ve

kendimi doğuracağım şey olarak tekrar etmem istendi

 

Ol vâkit kefen zümrüt lâl oldu aldı beni giydi.



[1] Noce Alchimique

[2] “Muhakkak ki tek denilen Zât çiftin içine girdi”, İbn Arabî

(Yani tek olan mutlak Zât esmasıyla tecelli edince ikilik şeklinde belirdi –Mütercim), Füsus-ül Hikem, M.E.B., s. 170.

Hiç’in Küllerinden Doğan Zaferi Phoenix’ten Moebius’a Varlık Tarihi[1]

 

Hiç’in Küllerinden Doğan Zaferi

Phoenix’ten Moebius’a Varlık Tarihi[1]

 



Hep yeterince hazırlanmadığımız için çok kötü ve altından kalkamayacağımız şeyler olacağı hissi / ile / yine her zaman olduğu gibi bunu kendimizin göz göre göre ama belli belirsiz bir şuursuz şuurla neticelerini pek de önemsemeden hazırladığımız için o şeyin geleceği hissi Moebius'ta…

 

Dünyanın dönüyor olması fikri zaten kendi başına çok saçmaydı, kaldı ki "yanıyor, külleri savruluyor, acısını içine akıtıyor, içinde kor gibi bir acıyı saklıyor", vb. denmeliydi /  duruyor ve felekler etrafında dönenip duruyor fail akılla Cebrail nuru vasıtasıyla felaket hazırlıyor

 

Bir şeyin içinde hiçlik olması ne arızî, ne sonradan gelen bozulmayla ne de gelecekteki bir tam oluşa nazaran değil de / o şeyin, varlığın bizzat özüne ait olması, fıtratının hiçlik olması, hiçliği meydana getirmesi ve hiçlikten -tek kaynağı olan, kendi ürettiği hiçten-  varlık kazanması…

 

"Hiç" çözündü; madde-ışık, enerji denklemleriyle gönendik, koca hiçin adı utangaçca kondu, defteri ezelden beri yapılageldiği üzre dürüldü; sökün eden kitlelerin hiçliği yüzüne vurulmadı, hiçten siyasi enerji, ölümden zafer icat edildi: insan unu toztoprak güç istenci/ontolojisi/nde boğuldu.

 

Koca koca felsefeler olmasa;

bâri varlığı sevmedin sana hiç pilâvı yapalım, aşure, helva

hiçliği kutla, gönen onunla, özgürlüğünü tanıtla!

hiç'in hiç'e dokunmasındaki

dünyanın hiçliğinin eldiven gibi kendi hiçliğine birebir uyumundaki, temas etmesindeki

dünyanın & et'inin Xiasme'ını ye!

 

 

Ancak hiç'in bedeli zaten kendisi; veya daha kötüsü: Varlık Yanılsaması!

Maddenin enerjiye dönüşümü artık Lavosière'in enerjinin sakınımı/ korunumu kanununa uymuyor, bir entropi, önlenemez bir enerji kaybı var diyor Termodinamiğin yeni kanunu:

Hiç zaten hiç'ten yiyor. Peki nasıl koruyacağız?

 

Hiç'ten hiçbir şey kaybolmuyormuş gibi yapmaya ne kadar devam edeceğiz?

Hiç'e göz yummadık: Süt için inek evcilleştirdik, yoğurt, sepicilik, tunç ve burç -eylemsizlik/ savaş arabası-barut/ denizin dibini boylayan kalyonlar, düşen zeppelin, uçaklar, uydular/ ırk muhafazkârlığı/ Son Tüketim Tarihi!

 

Negentropi'yi (kaybı geri çevirmeyi) ortaya atan B. Stiegler (=İlk İnsan) sanki şunu imâ ediyordu:

Artık Hiç'le masaya oturma, pazarlık vakti geldi!

Hiçi bizle savaşmaması için nasıl iknâ edebiliriz?

Vaktimiz o kadar az ki!

(Zaten zaman bu sıkışmış, telaş içinde olma, SÜREZ, yani "varoluş")

 

İlk İnsan oysa bunu anladı: Hiç'in bir bedeli olmalı ve aynı cinsten ödenmeli, yani Hiç'le... Hiçleyen hiçe hiç lâzım, daha çok hiç! Kurban.

Ama diyalektiğe uygun (hukuka, kısâs'a uygun, homeostatik bir adalet)... Kimi zaman ilk doğan erkek çocuklar, kimi zaman kız çocuklar. Negatife nâzarlık… Bir nazâriyat!

 

Hiçlik o kadar dolu bir yer ki, hiç'in hiç'e hiçlik olarak temasında varlığa hiç yer kalmamış; varlık için bir koşul gerekseydi eğer bu hiçlikte aralanacak bir boşlukta, açıklıkta olması gerekecekti.

Oysa hiç sürekli kendi uğultusundan başka birşey duymayacak kadar meşgul: Süreğen…

 

Hiçlikle yaşam kolay, ben hiçliği çok seviyorum, evde hiçlikle yaşıyorum, kiramı paylaşıyorum, hiçlikle ödüyorum, hem beslemesi de kolay; ama varlık öyle mi, çok yer kaplar ve hepsinden önemlisi de varlığı sürekli varlamak gerekiyor: Süreğen değil, darıldı mı gidiyor, ses çıkmıyor bir daha…

21-08-2020



[1] “Apaydınlık bir gün, arka planda tüm azâmet ve kudretiyle insanın özgüveninin ürünü taştan şehir, muazzam haşmetli bir kalyon, iri koyunları güden düşünceli bir çoban ve toplumun direği sabanının başında çift süren şuurlu bir çiftçi; suda belli belirsiz şıpırtı: kenos, göğe yükselen İsa'ya tezât İkarus suda!”

 

    “Hiç” üzerine metnime ilhâm veren Bruegel’in “İkarus’un Düşüşü” tablosu altına düştüğüm bu notlar, özellikle de bu doluluktaki boşluğu ifade eden “kenos” düşüncesi ile bağlantı okumak gerek bu satırları…

 

    Yazdıklarıma ilâveten ve bir düşüncenin nasıl ve nereden, hangi diyaloglardan geçerek, vesile olmasıyla kristalleştiğine tanıklık etme bâbından, bu tablonun altına kendi yorumunu yazan Çiğdem Dürüşken hanımla “kenos” anlayışına ilişkin yaklaşımlarımızın farklılığını da kontrast halinde göstermesi açısından, onu da burada alıntılayalım:

 

"Lethe’nin (Unutuş ırmağı) kopkoyu karanlığından içen zihinlerin ortak hastalığı bu; tam bir lethargus; tam bir amnesia; gerçeklikten kopuş, şuur kaybı, gaflet, uyuşma, hissizlik ve kendini unutma. Varoluş boşluğuna düşüp kaybolmuş!" ç.d.

(19-08-2020) https://twitter.com/dcigdem/status/1295827885299818499?s=20

 

 

Şüphesiz İkarus mitinin Platoncu “unutma ve hatırlama” (réminiscence) kuramına yön vermesi açısından, Dürüşken, “nazariyât” açısından haklı olabilir. Ama basitçe Bruegel’in tablosundan itibaren “İkarus”un anlamına getirdiği yorumun tabloyla hiçbir alakası yok: bir körleşme var sanki… Benim “aydınlık” dediğime o teorik olarak “karanlık” diyor, vb.

    Ayrıca ben metnime Phoenix, küllerinden doğan Zümrüdü Anka kuşu ve Moebius Şeridi bağlantısından, yani “aydınlık ve karanlığın” (hatırlama ve unutma, vb.) tek ve aynı şeyin aynı yüzü olduğu anti-platoncu (Herakleitos?) bir mesafeden devam ediyorum.