Hiç’in Küllerinden Doğan
Zaferi
Phoenix’ten Moebius’a Varlık
Tarihi[1]
Hep yeterince hazırlanmadığımız için çok kötü ve
altından kalkamayacağımız şeyler olacağı hissi / ile / yine her zaman olduğu
gibi bunu kendimizin göz göre göre ama belli belirsiz bir şuursuz şuurla
neticelerini pek de önemsemeden hazırladığımız için o şeyin geleceği hissi
Moebius'ta…
Dünyanın dönüyor olması fikri zaten kendi başına çok
saçmaydı, kaldı ki "yanıyor, külleri savruluyor, acısını içine akıtıyor,
içinde kor gibi bir acıyı saklıyor", vb. denmeliydi / duruyor ve felekler etrafında dönenip duruyor
fail akılla Cebrail nuru vasıtasıyla felaket hazırlıyor
Bir şeyin içinde hiçlik olması ne arızî, ne sonradan
gelen bozulmayla ne de gelecekteki bir tam oluşa nazaran değil de / o şeyin, varlığın
bizzat özüne ait olması, fıtratının hiçlik olması, hiçliği meydana getirmesi ve
hiçlikten -tek kaynağı olan, kendi ürettiği hiçten- varlık kazanması…
"Hiç" çözündü; madde-ışık, enerji
denklemleriyle gönendik, koca hiçin adı utangaçca kondu, defteri ezelden beri
yapılageldiği üzre dürüldü; sökün eden kitlelerin hiçliği yüzüne vurulmadı, hiçten
siyasi enerji, ölümden zafer icat edildi: insan unu toztoprak güç istenci/ontolojisi/nde
boğuldu.
Koca koca felsefeler olmasa;
bâri varlığı sevmedin sana hiç pilâvı yapalım, aşure, helva
hiçliği kutla, gönen onunla, özgürlüğünü tanıtla!
hiç'in hiç'e dokunmasındaki
dünyanın hiçliğinin eldiven gibi kendi hiçliğine
birebir uyumundaki, temas etmesindeki
dünyanın & et'inin Xiasme'ını ye!
Ancak hiç'in bedeli zaten kendisi; veya daha kötüsü: Varlık
Yanılsaması!
Maddenin enerjiye dönüşümü artık Lavosière'in
enerjinin sakınımı/ korunumu kanununa uymuyor, bir entropi, önlenemez bir enerji
kaybı var diyor Termodinamiğin yeni kanunu:
Hiç zaten hiç'ten yiyor. Peki nasıl koruyacağız?
Hiç'ten hiçbir şey kaybolmuyormuş gibi yapmaya ne
kadar devam edeceğiz?
Hiç'e göz yummadık: Süt için inek evcilleştirdik, yoğurt,
sepicilik, tunç ve burç -eylemsizlik/ savaş arabası-barut/ denizin dibini
boylayan kalyonlar, düşen zeppelin, uçaklar, uydular/ ırk muhafazkârlığı/ Son Tüketim
Tarihi!
Negentropi'yi (kaybı geri çevirmeyi) ortaya atan B. Stiegler
(=İlk İnsan) sanki şunu imâ ediyordu:
Artık Hiç'le masaya oturma, pazarlık vakti geldi!
Hiçi bizle savaşmaması için nasıl iknâ edebiliriz?
Vaktimiz o kadar az ki!
(Zaten zaman bu sıkışmış, telaş içinde olma, SÜREZ, yani
"varoluş")
İlk İnsan oysa bunu anladı: Hiç'in bir bedeli olmalı
ve aynı cinsten ödenmeli, yani Hiç'le... Hiçleyen hiçe hiç lâzım, daha çok hiç!
Kurban.
Ama diyalektiğe uygun (hukuka, kısâs'a uygun, homeostatik
bir adalet)... Kimi zaman ilk doğan erkek çocuklar, kimi zaman kız çocuklar. Negatife
nâzarlık… Bir nazâriyat!
Hiçlik o kadar dolu bir yer ki, hiç'in hiç'e hiçlik
olarak temasında varlığa hiç yer kalmamış; varlık için bir koşul gerekseydi
eğer bu hiçlikte aralanacak bir boşlukta, açıklıkta olması gerekecekti.
Oysa hiç sürekli kendi uğultusundan başka birşey
duymayacak kadar meşgul: Süreğen…
Hiçlikle yaşam kolay, ben hiçliği çok seviyorum, evde
hiçlikle yaşıyorum, kiramı paylaşıyorum, hiçlikle ödüyorum, hem beslemesi de
kolay; ama varlık öyle mi, çok yer kaplar ve hepsinden önemlisi de varlığı
sürekli varlamak gerekiyor: Süreğen değil, darıldı mı gidiyor, ses çıkmıyor bir
daha…
21-08-2020
[1] “Apaydınlık bir gün, arka planda tüm azâmet ve kudretiyle
insanın özgüveninin ürünü taştan şehir, muazzam haşmetli bir kalyon, iri
koyunları güden düşünceli bir çoban ve toplumun direği sabanının başında çift
süren şuurlu bir çiftçi; suda belli belirsiz şıpırtı: kenos, göğe yükselen
İsa'ya tezât İkarus suda!”
“Hiç” üzerine metnime ilhâm veren
Bruegel’in “İkarus’un Düşüşü” tablosu altına düştüğüm bu notlar, özellikle de
bu doluluktaki boşluğu ifade eden “kenos” düşüncesi ile bağlantı okumak
gerek bu satırları…
Yazdıklarıma ilâveten ve bir düşüncenin
nasıl ve nereden, hangi diyaloglardan geçerek, vesile olmasıyla
kristalleştiğine tanıklık etme bâbından, bu tablonun altına kendi yorumunu
yazan Çiğdem Dürüşken hanımla “kenos”
anlayışına ilişkin yaklaşımlarımızın farklılığını da kontrast halinde
göstermesi açısından, onu da burada alıntılayalım:
"Lethe’nin (Unutuş ırmağı) kopkoyu karanlığından
içen zihinlerin ortak hastalığı bu; tam bir lethargus; tam bir amnesia;
gerçeklikten kopuş, şuur kaybı, gaflet, uyuşma, hissizlik ve kendini unutma.
Varoluş boşluğuna düşüp kaybolmuş!" ç.d.
(19-08-2020) https://twitter.com/dcigdem/status/1295827885299818499?s=20
Şüphesiz
İkarus mitinin Platoncu “unutma ve hatırlama” (réminiscence) kuramına yön vermesi açısından, Dürüşken, “nazariyât”
açısından haklı olabilir. Ama basitçe Bruegel’in tablosundan itibaren
“İkarus”un anlamına getirdiği yorumun tabloyla hiçbir alakası yok: bir körleşme
var sanki… Benim “aydınlık” dediğime o teorik olarak “karanlık” diyor, vb.
Ayrıca ben metnime Phoenix, küllerinden
doğan Zümrüdü Anka kuşu ve Moebius Şeridi bağlantısından, yani “aydınlık ve
karanlığın” (hatırlama ve unutma, vb.) tek ve aynı şeyin aynı yüzü olduğu
anti-platoncu (Herakleitos?) bir mesafeden devam ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder