Que faire?
Que dire?
“Garb Seferi”mde Berzâh âleminde durduruldum
Bir hançer battı ağzıma
Kıbleye doğrultuldum
Her seferinde çıkarıldı karşıma
Yeni yüzlü melekler
Yüzlerinde âlemin sırları
Veriliyordu okumasını bilmeyene…
Durduruldum
Gönderildim
Çok dinledim
Çok dinlendim
Basamaklarda yoruldum
Nefesler aldım
Kim okur o yüzden
Bu satırlar niye sıra sıra
Kaira’yı beklerken
Mevla’m kayıra
Bir sır yok gibiydi
Sanki bu dünya açılmamış gibiydi
Korku yoktu
Sadece bu dünya vardı
Ne aldatmacaydı Tanrım
Bu şekiller sıra sıra
Yüzlerimizde ne umursamazlık
Hiç korku yoktu bu dünyada
Ulemalar vardı
Farklı farklı diller vardı
Hepsinde konuşuluyor gibiydi
Dillerimizde düğmük, kusmuk
Bir pas tadı vardı
Görmem görmemem idi
Duymam artık duymamam
Duyabilmem, duymak istememem
Bunların hepsi kendi seyrinde mükemmeldi
O halde neden ve nereye durduruldum?
Önce hemen çöktüm
Seziyordum başıma gelecekleri
Bir baş olabilir miydi benden içeri?
Bu hüznü benden hemen alın Efendim!
Bu nasıl konuşmaydı?
Hitap tarzı var mıydı?
Bir yön ve bir ses
Yüzde bir terslik vardı
Ah nasıl da mükemmel yaratılmıştık
Ah ne muhteşem bir Tarih’imiz vardı
Ah kapılar nasıl da kapatılmıştı üzerimize
Ah ne güzel nasıl da hepimiz içeride kalmıştık
Eyy burada olanlar
Bizim tarafta kalanlar
Bu çağı yaşayanlar
Nasıl da güzel konuştuklarım
Duyabilir misiniz Şimdi
Neresi İçeri?
Ben bir Kıyı’da kaldım
Sefer üstü Sefer yaptım
Her ordulara saldırdım
Her kapılarda dilendim
Ruhunuzu bana veriniz Efendim
Diye az mı yalvardım?
Ah ne nazlar ne kıskançlıklar yaptım
Ah Sen’i elimde tutarım sandım
Ah ne güzel de veriliyordu Aşk’lar bana
Birinden sersemleyip Öteki’ne
Daldan dala konup az şakıyıp
Ağzımdaki yemi koy veriyordum
Nasıl da bir
Genceli Nizâmî vardı aşklarımda
Nasıl da diziliydiler önüme
Tasarlanışlarındaki mükemmeliyete
Aldırmadan tadını çıkartıyordum
Ah bir aralar ne de susuzluk vardı
Sandım sandırıldım bir Çöl var diye
Çıktım su aradım Ev’e döndüm [Beyt]
Ne çok Su akar ben Safa ve Merve dedim
Aç kaldım acıktım
Oruçlu gözlerle baktım
Ne çöl dedim, geçer mi dedim
Sabreyledim bekledim
18’e Huruf’tan bir 18 de ben ekleyeyim dedim
Cifr ilmine göre 36-38 yaşımda kemâle erdim
Sayılar varmış ne bilirdim
Boş boş sayardım
Toplar çıkarır bir eksiltirdim
Diziler yapar Berzâh’ı kendime tarif ederdim
Bir Sayı imişim ne bilirim [Cîfr]
Bir sayı ve yanında da solda Sıfır
Sıfır’ı nereden bulup çıkarmışlar ne bilirim
Kandım ben de kullandım
Her mecazı denedim bozuk bozuk şiirler yazdım
Şiir olmadı Koşaklama oldu Türkü oldu
Söz ishaline kapıldım
Islâh edildim
Sustum bekledim
Düz konuştum
Mantık’ül Tayyar öğrendim
Gene sustum
Dedim bir sayı olmalı içimizde
Böyle boş boş olmaz
Bak sayılarla ne çok şey yapılabilir
Ama ben saymayı ne bileyim?
Baktılar çokluk gördüler
Adına
Ay(ı)ram dediler [différance]
Sonra Birlik dediler
Çok olsun kalabalık olsun dediler
Azla yetinsin kalabalık dediler
Bütün siyasi partileri okudum
Tüm tarafların şikâyetlerini dinledim
Gün aşırı hem Liberal hem Marksist
Sonra da Müslüman oldum
Yetmedi!
(
Of Not Beeing a Jew'i okudum
Bir kendime rağmen Yahudi olamadım)
Kimse beni Ciddi’ye almamaya başladı
Tüm taraflarla darıldım
Artık hiç arkadaşım kalmamıştı
Arada vazifeye gidiyordum
Maaşımı alıp geri dönüyordum
Görünüşte ne de çok İş vardı
Hepsi aynı Gün’e yetişecekti [D day; Dies Iure]
Çok çalıştım
Adamlarımı da çalıştırdım
Sonra bol bol Tatil yaptım
Uyudum
Ah bu uyku daha ne kadar sürecek
Bunun Süre’sine* ben dâhil değilim
Çıkart beni bu diziden Ya Râbbim
Çok nankörce yalvarıp yakardım
Bu dualarımın hangisi tuttu bilemem
(*
Kimilerine göre 350 / kimilerine göre de 500 yıl / aralarında uzlaşamadan / tartışıp dururlar.)
“Bir gün mutlaka” dedim, sonra “her gün” dedim
Aksak ritimle oynadım
Aylak gezdim yoruldum
Müzik yapıp dinledim
Resimlere baktım
Yeni arkadaşlar edindim
Bir de ne göreyim
Yapayalnız kalmışım
Allah’ım nedir bu Yalnızlık?
Göz gözü görmüyor etraf İnsan’dan
Ne de çoklar hepsi de sokaklarda
Her milletten her ülkeden
Neden böldün bunları parça parça
Kıta kıta
Hadi biraz Savaş yapalım
Hep sevişmeyelim
Biraz da savaşalım
Savaş tanrısına göz kırpalım
Sonra da ölülerimizi gömmeyi bilelim
Baktık savaştık olmadı
Bâri Barış yapalım
Bir barış olsun ki
Çocuğa konan isim gibi, ilelebet
Kendi ölsün Ad’ı kavmi kalsın
Tarih’ten ayrılmayı bile düşündüm
Kendi İnziva’mı yapacaktım
Uygun fiyata taksitle Konut aldım
Konut piyasasında fiyatları düşürdüm
Krizler çıkarttım mallar elde kaldı
Çok sıkıldım
Lütfen İktidar’lar devirin dedim
Liberal pozisyonlarıma ara verdim
Her çeşit Teori’nin altına imzamı attım
İmza nedir bilemedim
Yüzde bir İmza, bir işaret bir esrar bir sır var dedim
Her şey böyle boş değil dedim
Edebiyatçı olmaya karar verdim
Mektebine gittim kursuna yazıldım
Bol bol eserler verdim
Peki ben neden Berzâh’ta durduruldum?
Eserlerime ara verdim
Dünya seyahatine çıktım
Buna da “
Şark Seferi”
“
Garp Seferi” diye havalı adlar verdim
Tam adam gibi Postmodern olacaktım
Yazmadan yayınlayacaktım
Geze toza keyif çatacaktım
Ben Neden ve Nereye durduruldum?
Doktorlara danıştım
Doktor
es PhD oldum
Adam yerine kondum
Saçımın kırına bıyığımın tarzına
Geride çok hayran kitlesi bıraktım
Bu dil adam olmaz dedim
Başka Dil’e geçtim
Oh çeşit çeşit diller
Birini seçiver
Bu sepet sepet bolluk da ne böyle?
İlim Amerika’da!
Burada Tahsil olmaz dediler
Gittik
Geri döndük
Veya bir Villa’ya yerleştik
Çocuklarımız hep sarışın oldu
Bu Tarih de bir güzel kapandı
(“Sahi Usta Biz Neden Gelmiştik Orta Asya’dan?
Ben bilmem İsmet’e sor Özel imza gününde”)
Ölüler Kitabı’na baktım ne çok bilgi
Biraz duygulandım Nepal’e daldım
Tapınaklarında mumlar yaktım
Sâri turunculu rahipleriyle kadans dansı yaptım
Bu pencere nasıl bir pencere?
Gözümün altında bir boşluk var
Ve oradan baktığım her yer görülüyor
Kafamı çevirmemin binlerce sebebi var
İçinde içince Çin'de 12 çekmece...
Kâinatta her şeyin bir sebebi var
Peki ben hangi sebepten ötürü kafamı her yere çeviriyorum
Ben neden böyle meraklıyım ve merakım neye?
Peki Ben bunu başkalarından mı öğreneceğim?
Hem bakarak mı öğreneceğim?
Merakımı mazur görün
“Sizin merakınız neye acaba?”
Ne çok tanışma sözcüğü var
Ama gerçek Danış olma o kadar Az ki
Az’la yetinenler nerede?
Onları buraya taşıyan Ne?
“Ne” ne? “Niçin” ne?
Ve de neden “niçin” yine?...
Hem kime ne?
(Kategoriyal faaliyetimdeki aksaklıklardan ötürü özür dilerim)
Özür ne? Gene “ne” ne?
Bu Girdap nasıl bir pencere ki?
(
Bu düşüş nasıl bir düşüş?) [melek]
Hemen kendi üstüne kapanıyor
Aman Tanrım sen bizi nasıl bir yere kapadın böyle?
Hiçbir çıkış göstermiyorsun
Her şeyi boş bir yankı gibi
Kendi üzerine kapatıyorsun
Ve bu ilk Neendertal’den beri böyle
Bize neden hiç acımıyorsun?
Biliyorum bütün Sözcükler senin
Logos senin Akıl senin
Dağıttığın Nimet’ler için sana şükrediyoruz
Ama bu nasıl bir Ayna ki hep yüzümüzde kırılıyor?
Bu sözcüklere ne de çok Esrâr vermişsin
Ağlamaktan yazılmıyor
Dilimde tüyler bitiyor
Havada
Leylekli Şiirler
Mevsimler değişiyor
Bunun nizamını anlayana
Ve Evet, yani
Leybbek diyene kadar
Ömürler tükeniyor
Ama gene de “Evet”:
Döngüyü olumluyorum
“Ben geldim”
(Nietzsche’den daha binlerce olsa
Hepsini teker teker yanlış anlama pahasına)
Evet!
Ama boş bir “evet” değil
Bir söze bir soruya veya hitâba da evet değil
Bu Evet’e Evet’in işkencesi
Ve kurtuluş salya sümük veya vakurla
Burada ve buraya Beyler Bayanlar
Burada bundan böyle Berzâh deniyor
Burası “Sırt Arkası Kitabı”
Sırtına artık rahatça yaslayıp
Dinlenebileceğin Yegâne yer
Zira o sana “soldan verilecek”
Kendi Amel kitabın!
İçinde imlâ hatalarım
Telaffuz bozukluklarım varsa eğer
Affola!
Benden sonra gelenler, İyi Gelenler
Yorumlayıp nasılsa düzeltirler
İşte bu yüzden bu mezara biraz sola dönük eğri yatılır
Sevgili’ye, Mahbub’a Muhibbî gibi eğilenler…
Biz sonradan gelenler
Sözü hâdis
Fütühat-ı Mekkiye’ye eğilenler…
(21 Haziran 2012 Aydınlanması, İstanbul)