Sath-ı Müdafaa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sath-ı Müdafaa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29.01.2020

TARİH VE DİN ÜZERİNE TEZLER -III


TARİH VE DİN ÜZERİNE TEZLER- 29 OCAK 2020

10 Ocak2020: Farîsilik ve Filistinizm kavramlarını -kimse bir şey anlamasa da- ısrarla kullanmaya devam eden kuşaktanım (İlber Ortaylı'nın bile -ikincisini-"pespâyeleşme" diye karşılayacak kadar içeriğin fersah fersah uzağında bir kavrayışta kaldığını itiraf ettiği bir Türkçe durumunda).İşte Marx:

‘Ve sakın “dürüst” saygıdeğer tüccar “Allaha Şükür”, vb. FarisÎciliğiyle Borsa simsarlığının (kumarbazlığının) üstüne zeytinyağı gibi çıkmaya kalkmasın’, (1844 Elyazmaları).
 

29 Ocak: Bugün İhsan Eliaçık "Abdestli Sermaye/ Abdestli Kapitalistler" dediğinde bunu anlamalıyız: Bu, kapitalist olan kişinin aynı zamanda Müslüman da olması gibi düşük anlamda değil; Müslümanlığı kitaba veya sünnete veya seleflere veya (o da aynı kategoride olmakla birlikte T.C. Diyanetine değil ama) kendi tarikât şeyhine Göre, Ama Kapitalistçe (yeni Müslüman “köktendinci” şiârı: “sınırsızca, hakça, özgürce…”) Yaşamak!

 

Bloomberg'in en Kalantor, en Mason ekonomistini Müftü sanıp eğer izleyiciden şu abes/ Farisî soru geliyorsa, vardır arkasında bir vicdan azâbı:

“Paradan para kazanmak –faiz-haram da; ya Toki'den satın aldığımız evimizdeki kira artışından faydalanmak da Faiz gelirine girer mi, Hocam?”

Cevap:

Yetkim yok, bilemem

 

O zaman inandırıcı olmak adına kafama bir sarık, sırtıma da bir cübbe takıp ben cevaplayayım:

Eğer Akepeli vekilin Rüşvet diye verdiği Bilgiyle zamanında satın alıp sonradan spekülasyonla değeri arttırılmış bir yeri kastediyorsan Faiz kazancından çok daha büyük bir günâh içindesin!

 

Bunları zaten kitâben bilip Dar'ül Hârb'de yaşadığını kendisine ve etrafındakilere tarikât seminerlerinde (anti-komünist CİA oluşumları) iknâ olunanlar, "Tek Başına Kuranla Din mi Olur?”, Bize Sünnet Gerek Sünnet" yalanıyla Hadislerden Hadis Beğenirler artık paşa gönüllerince (Luther’in kemikleri sızlar!)

Bu veçheden nazâr edilince; Osmanlıda Hükümdarı dizginlemek için Şeyhülİslam (heyhât ne Tenâkus! Bizzât varlığıyla "Halife"lik makamının kurmaca yalanını İfşâ eden müessese!), halk güruhlarını dizginlemek için de tarikât şeyleri işe koşulmuşken (Farisî Pragmatizmi), Şia'nın Nazariyatında Dünyanın Hâli ile Dogma hemhâldir

Oturduğu/ yan gelip uzandığı yerden "Kudüs Şairi" payesiyle payelendirilen oğlancı şair geleneğinin son temsilcisi Kısakürek ekolünden adamların (Edebiyatlarıyla bile değil) yumurtladığı beyanâtlardan Orta Okul (=İ.H.) Ders kitapları "Milli ve Yerli" olsun diye Mantık sorusu türeten MEB'le mi? Buraya kadar!

"Her ülkenin kendine göre şartları var; Bir de malûm, dünyanın bir hâli var" gibi Tarihi ve Günceli yutmuş, derin vukuflu ez cümlelerle başlarsak, senin PostModern Pragmatizmini 11-13.yy Buhara (Buharî, Tılmizî) & Semerkant Tercihlerinden başlatırım: Mezhep de elden gider; Kapıkuleden dışarı başını uzatamıyorsun, Ayn Arap'dan da kovulursun!

Mantık'ın Orta Okuldan terk (ben olsam, ben de terk ederdim zaten); Fıkıh'ın içler acısı; Tefsir'in ipotekli ve Arapça kullanmayı gerektirmeyecek kadar basit, kullanmamayı gerektirecek ölçüde tembihli; Şerhi boşver, yapacak adam olsa asarsın; Hâdis bilgin gizli kalmanı, sübyan susmanı gerektiriyor:  Hamaset & Yaygara dışında bomboşsun

Luther'in içi neden sızlıyor senin halini görünce, anladın mı? 11-13 yy. da zarlar atılırken sana kötü yerden zar gelmişti, onu hatırladın mı? Asya'nın Şah Şahbaz Bindallı, Şahmâran kâdim putperest gelenekleriyle Özbekler, Peştunlar, Tacikler, Qırmanlar,Türkmen Boyları, Kazaklar, Kırım Hristiyan boyları, Tatarlar, Peçenekler, hatta Sui kabilesi; haydi hep birlikte Dombara!

Ankara Savaşı'nı kaybettin (kardeş kâtlinde) akıllanmadın (imânsız), bi de utanmadan hâlifeliği gasp eden Yavuz hırsıza ders verdirttin, bize Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu dedin güvenmedin, gittin sünnet ettirdiğin Palelogos’la (Üsküdar’da camii yaptırdığın Rumî Mehmed) anlaştın, Voyvodalar ve Tekfurlarla kol kola Anadolu’yu talan ettin sonra suçu Moğollara attın, sen gene onlara dua et, yoksa ne Nasreddin ne Yunus ne Mevlana ne de o güzelim Karakalem Minyâtürleri, anca rüyânda görürdün yeteneksiz

 

Hadi Murathan Mungan zırvalayarak susmayı tercih etti; ama "Osmanlı'na Dâir Hakikât"ini de söylemeden terk etmedi (git ölmeden elini öp helâllik iste!) Hikayâtı Hayât'ını; okumadığın çok belli oluyor, gene bir danışman oyunudur amma, Ahmet Yaşar Ocak'a, epistemik olarak senin ontolojik ocağını söndürecek çapta kaleme sus payı olarak mı o ödülü verdin? Anla artık, bağzı şeyleri paranla Satın alamazsın!

Anlamazsın ama (okullarında o aklı evvel, İngilizce manueller, gizlice ihbârlar dışında bir şey bilmez akademisyenlerin ancak Max Weber'den itibaren, o da, peşin hükmü baştan eline verilmiş mumya gibi –hâni şu meşhur Marx’ı “epistemik olarak deviren”, şüphesiz içinde çokça hakikât payı olan kapitalizm ile protestanlığın “ruh ikizi” olduğuna dair ruhçu okuma indirgemeciliği- bahsedebildikleri) Pentagon ThinkThankı Luther'den bahsedeyim biraz sana: Esas düşmanı Roma ve Katolik Kilisesi sanılır; sen gelmeden bu topraklarda Basileus=Tanrı bir Bizans vardı ya; Türklere yendirildi! O nasıl oldu Balkanlarda? Fatihin “Rönesans adamı” olmasıdan da mı kuşkulanmadın bre

Al sana şiir: bunu okut, sen de ezberle/t Asım Leşine!

 

 

 

Kasideler Kasidesi, Neşideler Neşidesi…

Ey İstanbul!

 

Tesadüf eseri mi hep bunlar? Allahım bu ne teessüf /

Endülüs boşaltılırken Kuzey İfrikya çöllerine/

Fatih’in tereyağından kıl çeker gibi/

 Beyaz Zambak ağacından yapılmış/

 Küçük bir TayTay at üstünde/

 Tophaneden kızaklarla/

 Bolca zetinyağı ve üstüne liman von sanders sıkılmış/

 Lakerda gibi Kuşkonmaz tomrukları üstünde/

 Hârikalar diyârından bir masal gibi/

Herşey Miniyatürk üstelik aynen gerçek gibi/

 Bir gece ansızın mancınıklarla Haliçe indirilmesi/

 Karşıdan eli armut toplayan biraz dalgın ve yorgun /

 Venedik Ceneviz kalyonları bakarken sahildeki meşalelere/

 Kalyoncukulluğu Sokakta Eleneor Bacım yakmışken Fenerini/

 Mehmed’in uzandığı sıcak döşeğinde Şarapla…/

 Sunulması sabaha tören yerinde elçiler nezâretinde /

Çatladı Kapıdaki küçük bir yarıktan dışarı/

 Altın bir tepsiyle uzatılan Yeni Bizans’ın altın anahtarı /

Ve berât belgesi yeni Basilius Mehmed’in

İmperium olarak imzalı mühürlü aynalı/

Beynelmilel onaylı…

 

Çocukluktan beri her mayıs ayında işkillenmedik değil hâni yalan/

Kim Tekfur kim gâvur hiç bilemedik 6/7 eylüllerde…/

Veresiye Verene vermeyene Talan Ekonomisi sonra Narh/

Altıncı Filo On altıncı Yüzyılda yazıldı bu senin François I aşkın

Kanunsuz kanunî sen def çal! Hâlâ

Oynayan birkaç şebek bulunur elbet Perşembepazarı’nda

At Meydanında Şehzâdebaşında Direklerarasında…

 

(Şerhi de “atama bekleyen öğretmenlerin” yapar)

Nerede kalmıştık? “Sen gelmeden bu topraklarda Basileus=Tanrı bir Bizans vardı ya; Türklere yendirildi o!” Sonra aynı makama Hitler Rehber Reis Führer talip oldu, sonrasını biliyorsun…

O kadar sevinme hemen! Çünkü sen zaten çantada kekliktin. Şu var ki, Bizans yok olmadı, Moskova Çayır Prensliğine taşındı sadece. Keklik hâlâ hayattaysa bu çayırda yüzyıllarca; bu, Rus Ayısının, Berlin'de Lenin eğitilerek her ikisine de “komşu komünist” tehdit diye, Almanya ve Türkün Ortodokslarla düşmanlık bağlarını pekiştirmek içindi

Niye mi? Müslümanlardan rakip olamaz da ondan (asal paradigma dışı piyonsun figüransın). Neye rakip? Aydınlanmış Dine tabii. Uyan! Daha Luther zamanında reformun komünistleşme (ve adres –Yeni İncillerde Gutenberg’in bastığı haritalar- ilk Hristiyanlığın kardeşliğinin vuku bulduğu İç Anadolu idi) tehlikesi vardı: Thomas Münster, senin Şeyh Bedrettin’le anlaştı ve oyunu (benim gibi) gördü: Alman Burjuvası (Kayzer Wilhem) & Türk Despotu (Talât Paşa & Company) ittifakı, Bağdat demiryolu projesi, WWI=TC! Gerisi malûm.

Ancak Münster de Simavnalı da fiilen yenildi, Batınî Mesihciliğe, negatif ilahiyata ve komüncülüğe dönüşerek sonsuz bir hayat kazandı; sen ise Ayastefanos'ta son anda Silivri'de durdurulan ve neden HEP düşman olduğunu ancak Komünist oldukları vakit “anladığın” (Marchall’ın sana, senin anlayacağın münasip bir dille, bilâhare Bilâlê anlatır gibi –süt tozu- açıkladığı gibi) URRS ile (de ezelî) düşman komşu kaldın

Danışmanlara bakındığına göre hâlâ anlamadığına eminim. Bak şöyle anlatayım: Sen gökten tesadüfen (senin değil, topraklarında Yahudî ve Sabî dini ağırlıklı olmakla birlikte hâlâ putperest kalmayı başarabilmiş Arabistan’a) kafana düşen 1 (yazıyla “bir”) kitaba inanabilirsin de onlar “al” kitaptan değil, kurtuluşun önceki aydınlanmaları tamamına erdirici, özgürleştirici olduğundan emin olmak istiyorlar: Ortodoksluğun (Pers etkisiyle) ve İslam’ın (putperestikten yeni döndüğü için) Manişeist saplantısının tam tersi, yani!

Bu arada diğer "despot", İstanbul ve Boğazlardan vazgeçti komünist olunca; senin soydaşlarını oradan oraya sürerek (Stalin) köksüzleştirme yoluyla “İngiliz Sanayi Devrimi” ev usulü mantı açar gibi yaparak Ortaya Karışık Kozmopolit dinsiz ırksız bireysiz devrimci sınıf imâli; Ortodoks despotluğu aynı senin gibi iyi GEGEN kötü! Ya da Amerikan filmlerindeki mantıkla, “iyi komünist”/ “kötü komünist” avında bir Polit Büro despotizmi

Sen ise her şeye GEGEN yengem aynen zo Gut! Şu Kudüs’ü ver demiyorum da tapusu 3 dinde; diğer ikisi anlaşırsa kötü! Aralarını bozman da çok zor bro; o halde mesiyanik (senin anlayacağın dilde âhir zamanlar, basübadelmevt, reincarnation theory, vb.) zamanları düşün, oyala kendini, 22yy. da bakarız duruma. Ortodoks kartını oyna bence: karıştır dinsiz imansız Yunanistan’ı, Kipris’i, amma

amma o zaman da İstanbul risk haritasına girer maazallah, elden gider. Zaten Şam'ı Bağdat'ı kaybettin, Erbil Süleymaniye derken İstanbulumuz kanalımızdan oluruz. Kudüs’ün çevresine bak, kim güçlü Lübnan’da, Irak’ta, Suriye’de fiilen mevcut olan? İran. Ama Suudi de çok yakın. Bence sen öt, onlar savaşsın Samandağ’da!

Senin de işin zor nihayetinde… Hadi sana yeni parlamenter rejimde de aynı başarılarının devamını dilerim. Tesadüfen Özal gibi gidersen Çiller gelir, sonrasında da belki, İran’daki şii Azerileri de içine alacak şekilde bölgede (g)üçlü olacak Azerbaycan’la ortak bir şey kurup Duma Meclisi'nden yönetiliriz artık! Ama bu sunnîlikle buraya kadarmış.

 

 

23.09.2016

Güncel Dünyaya İlişkin Gözlem ve Savlar




(from “Warm War Tales”[1] to Nowadays)




GÜNCEL DÜNYAYA İLİŞKİN GÖZLEM VE SAVLAR:




“Ordu Meselesi”


Tartışma konumuz olan önerme:

“Siz en iyisi Milli Savunma Bakanlığıyla Diyanet İşleri Başkanlığını birleştirip ‘Takdîr-i İlâhî Bakanlığı’nı kurun gitsin.” 

(diye yazmış @ilberortaylıcom adlı kişi, aynı adı taşıyan ünlü tarihçimizin üslubuna çok yakın bir tarzda)

Biz de diyoruz ki;

Ortadoğu’da "düzenli ordu" fikri pek yeni ve pek zor bir bâhistir: Esas itibariyle Osmanlı da bir "Gazâ ordusu"dur. Kaldı ki bugün M.S.B. olarak adı geçen bakanlık da esasta, “çok eski adıyla” "Harb Dairesi / Nezâreti"dir (Batı’da da “Minister de Guerre” diye geçerdi; ordunun sadece savaş zamanında gerekli olduğuna dair antik tezin solgun bir yansıması gibi: Bkz. Sözde-Aristoteles’in İskender’e Mektubu).


II. Mahmud döneminden önce ise "Modern Ordu" yoktur zaten. Kırım faciasıyla, geç de olsa ne menem bişi olduğu idrâk edilmiştir (bkz. Selimiye Kışlası’nın yaralı İngiliz askerlerinin varlığı sebebiyle, in extremis gönderilen Florence Nightingale’in çırpınışlarıyla dönüşümü: Türk ordusunun önce bir kadın tarafından dönüşümü). Şimdi ise, belki de Varlık nedeni bitmiştir. Bunu tartışmaya açacağız:


Asla yürürlüğe giremeden Cumhuriyet ilân edilen “Mecelle” (in extremis, by Last Ottoman, Ahmet Cevdet Paşa) yazılırken, öte yandan da bir gecede Yeni Cumhuriyet için İsviçre Medeni Kanunu alınırken, keşke aynı zamanda İsviçre Ordu (olmayan Ordu) modeli de alınsaydı (belki Tarihsel Materyalizme göre ‘moment’i değildi denecek, ama bu kez de İsviçre Medeni Kanunu’nun ‘momenti gelmişt’i anlamı çıkacak.)


Şimdi argümanlarımızı şöyle sıralayalım:


"Her Türk Asker Doğar" 

sözünün anlamı Türk ordusu yoktur demeye gelir, ve belki de hiç olmamıştır tarihte, ama Altınordu devleti vardır, o başka…


İmdi;

1. Orduya benzer bir şey, Osmanlı “dehâ”sında devşirme Yeniçeri modelidir: (doğuştan asker doğan) Türkleri savaştan uzak tutma modelidir: İşlemiştir.

2. Osmanlı seferlerinde ekseriyeti gayri müslim olan şehir tebâsını asla seferberliğe çağırmaz, pasifize eder, Yeniçeri’yle gavuru gavura kırdırırdı.

3. Anadolu'dan toplama topraksız Müslim rençberi de en fazla Yeniçeri'nin önüne katar, 'Bashi-bozouk' müessesi ile ihyâ eder, Şuhud'a erdirirdi.

4. Muamma teşkil eden "Gazi" ünvânıyla (Ertuğrul Gazi, Osman Gazi, Orhan Gazi) Bizans Savaş Aristokrasisi modeli üzerinden Fodul / Feoda'yı tesis etme gayreti bir yana bırakılacak olursa;

5. (Bu arada bir gecede Kuzey Irak’tan büyük bir gizlilik içinde yürütülen bir askerî operasyonla Süleyman Şah Türbesi’nin (naşı değil, türbesi sic!) T.C.’nin toprakları olarak tescilli bir mezrâ’dan yeni Misak-ı Milli sınırları içine taşınması: Esrar perdesi! Film, Sansasyon: yepyeni bir fenomen! olarak aşağıda ek olarak sunacağımız listeye eklenebilir)

6. Harp meydanında sırtındaki bir çıban suretiyle vefât eden Sultan'ın cesedi kokmasın diye sepilenir de İstanbol'a getirilir, iktidar öyle değişirdi.

7. Velhasıl, ne vergi veren kentli ne de Sultan’ın şahsı, Batı'daki Fodul/ Feodalar gibi cenk etmez, şehid düşmez, bu iş avam'a tahsis edilip layık görülürdü.

8. Hiçbir ittifâkta yer almaması Anayasa'yla sabit olan İsviçre'nin olmayan ve savaşmayan ordu modeline dönecek olursak: “Her İsviçreli Askerdir”.

9. “Her İsviçreli Her Türkten öylesine daha fazla Askerdir" ki, Anayasal olarak içtimâya çağrıldıkları periyodlar dışında da evlerinde silahlıdır, techizatlıdır. Ve bu yüzden belki, hiç savaş çıkmaması için uyanık (vigilant), teyakkuzda kalır.

10. Bu arada (ilk bakışta konu dışı gibi görünecek ama) İsviçre'de Almanca / Fransızca / İtalyanca konuşan üç Kanton olup İngilizce'yle dört resmî dile sahiptir: Belediye başkanları bile birbirlerini zor anlar.

11. İmdi, 15 Temmuz'un bize öğrettiği bin hayırlı (diğer bin şer’e rağmen) şeyden biri de: Her Türk'ün gerçekten de Asker doğduğu ve de artık bir "Ordumuz"un olmadığı hakikatidir.

12. Bunun günahını, hakikâti gören ve önyargısız olarak dile getirenden bilmeyin: iyi mi kötü mü, bunu Tarih gösterecek. Gilles Deleuze& Félix Guattari: "Göçebelerin ordusu olmaz, ancak Savaş Makineleri vardır"

13. Küreselleşme fenomeni olarak "profesyonel Ordu'ya geçiş"e (Milli Ordu'nun lağv edilmesi, bedelli, Şirket-Ordu, Mercenaire oluş) ilişkin: Chomsky’nin bizâtihi Türkiye konferansında söylediklerini hatırlatalım;

14. Makyavellikten uzak, Şüdehâ müessesine vâkıf olmayan, iyi niyetli Chomsky uyarıyor, alarm veriyordu: “Şahsîsizleştirilmiş (profesyonel)  bir Ordu daha da Gaddar olacaktır”

Şimdiye kadar görülmemiş ama artık görülen fenomenler:

15. İmdi, görülmemiş ama artık görülen fenomenler: ‘Şirket-Ordu’: ABD Körfez Çıkarması/ Savaş Esirlerinin Guantanamo üssüne taşınması/ Fransa Ohal'i;

16. Paris sokaklarına Ordunun inmesiyle Polisle olan yetki karmaşası: Kompetenzstreit! Anayasal boşluk uzamı olarak Guantanamo: No Man's/ Law's Land…(Kamp düşünürü Giorgio Agamben’in kulakları çınlasın)

17. Bir Ülke'nin Topluca Başka bir Ülkeye Göçü: Suriyeliler Türkiye'de / Bir ülkede başka ülkelerden gönüllü ve tecrübeli binlerce silahlı adamın birbiriyle (Daeş) ikâme savaşı (üretimsiz iş gücünü oyalama ve eritme)…

18. Bir ülkenin başka ülkelerle Vize anlaşmasında diğer ülke vatandaşlarının (Vatansızlaştırılan Göçmenlerin) rehin/ otage/ şantaj konusu teşkili…

19. Binlerce yıllık Tarihinde ilk kez Olimpiyatlarda "Vatansızlar" takımının fiilî ve hukukî olarak yer alması: "Dünya vatandaşı" fikrinin ilk hukukî tanınışı…

20. Dünya turizmini ve küresel ticareti tehdit edecek düzeyde fiilî olarak Seyahatlerde (Fransa Başbakanı’nın gönlünde yatan ‘Manuel Walls yasası’) olduğu kadar a priori /karine üzerine Küresel Fişlemeler (R.T.E., 2012, B.M. konuşması)…

21. Son Filistenizm örneği: Ontolojik olarak delilsiz Soykırım'ın sadece "hukukî"(yaptırımsal) tanımı arkasına gizlenerek Shoah'yı kutsallaştırma…

22. Gladio (üçgenlerinden) gerektiğinde -İç güvenlik sebepleriyle- faydalanıp sonra da Savaş Sonrası Dış Hukukî düzene (B.M.) romantik eleştiriler…

23. Her "Fırat'ın Batısı" dendiğinde coğrafî bir lapsus (dil sürçmesi, sürç-ü lisân) gibi "Fırat'ın Doğusu"nu ya gözden çıkarma ya da çantada keklik/ Kirkük sanma sendromu…

1978-1979 yıllarında olanları fazlaca unutup, İran'da her defasında bir şey olduğunda (Bebek Zencani ve Rıza Zarrab ilişkisinin ortaya çıkması ve Zencani’nin İran’da idamla yargılanması, Mart 2016) Türkiye'de benzeri bir şey (Musaddık'tan sonra Ayetullah Homeyni'nin dönüşü ve 12 Eylül 1980; şimdi de 15 Temmuz 2016 darbeleri) olduğu gerçeğini pek fazla unutma... 



[1] « Warm War Tales » (Ilık Savaş Hikâyeleri) Dailymotion’da görülebilecek, Suriye iç savaşının başlarında gerçekleştirilen bir kısa film.

24.06.2012

ÇOK ESKİ ADIYLADIR: DEVRİM


Sabah pikniklerinden arta kalan Yalnız Selvi


Sıra sıra dağlardan sisli mektup gözlerden ucu yanık

Az içilip soğutulmuş masa başı sohbetlerinden izmarit

Hatalarının kulu göz nuru yemeni başlı mekteplerden terk

Örgütsel saçları firketeli Tuzluçayır dudaklı

Denizlerden gezmiş derdi kalmış âbidesi Hürriyet!



Bir bizdik orada ne kadar da azdık Çamlar altında

Bardaklarda Tanyeri’nden gün batımına dalgın

Hülya’lardan Çengelköy’lerden vapur sırtı dönüş

Mantı günü göz karası ham göz çukuru kuru

İmha günü verilen sözlerin yarısı tutuk İlliyet!

Zira bekleyen derviş Karakolhane’den bir Telgraf



Ve şimdi nerede o eski Karakollar eski derdest adresler

Var mı hasırlarda kaldı mı çayın ey Çaycı!

Kaldı mı eski vapurlardan dönen o en eski Sevgili tek

Neden düşman Cephe millet böyle Topyekûn

Nerede şu Sath-ı Müdafaa ey Cemiyet ey Kemiyet!



Ve sen böyle kaçıncı kuşak gözler çakmak Kıvılcım!

Ve sen Tarih’in baş aşağı duran diğer kavşakları

Var mı kaldı mı dokümanın Ev’de yakılacak

Sakla kaçır istersen gözlerini benden kuru ekmek

Hani bavulun senin hani trenin hani senin o Elveda’n?



Üsküdar’da ne bayram sabahı bu kapatılmış dükkânları

Bahardı çiçekti tozuttu avluda Topçular Sağmacılar

Hani nakliyen vardı Can durma bastığın bu toprak

Gözün ufukta hanidir bekler kapalı rotatifleri matbaan

Hani İşpil’den İran hayallerin eyler seni mazlum derler



Dilinizi ben kekemelerim siz çökün Sofalara dostlar

Bu Çardak altında ben beklerim siz Cem’lerde coşun Dostlar

! Hangi kıraathane alırsa sizi ben orada kıraat ederim

Dilimde bu hangi eşek arısı yüreği şişen yine benim

Yûnus söyler bana senin yürüyüş komitenin Elebaşı benim!



Çok eski adıyla İhtilâl’dır senin adın oğlum Devrim kızım Evrim

Babalar hayalini gözler oğullar kızlar Barışarak söyler

Hani bir Tarih vardır ya Tarih’ten içeri şemalarda olmayan

İşte bundan dağlanmıştır bu Coğrafya’da bütün aslan yürekler

Analar don kilot fanila hani nerede ey kalbim bu son Fasikül!



(Birol, Memed, Evrim ve

diğer bütün kötü arkadaşlara…)

24 Haziran 2012