Karatay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Karatay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29.01.2020

TARİH VE DİN ÜZERİNE TEZLER -III


TARİH VE DİN ÜZERİNE TEZLER- 29 OCAK 2020

10 Ocak2020: Farîsilik ve Filistinizm kavramlarını -kimse bir şey anlamasa da- ısrarla kullanmaya devam eden kuşaktanım (İlber Ortaylı'nın bile -ikincisini-"pespâyeleşme" diye karşılayacak kadar içeriğin fersah fersah uzağında bir kavrayışta kaldığını itiraf ettiği bir Türkçe durumunda).İşte Marx:

‘Ve sakın “dürüst” saygıdeğer tüccar “Allaha Şükür”, vb. FarisÎciliğiyle Borsa simsarlığının (kumarbazlığının) üstüne zeytinyağı gibi çıkmaya kalkmasın’, (1844 Elyazmaları).
 

29 Ocak: Bugün İhsan Eliaçık "Abdestli Sermaye/ Abdestli Kapitalistler" dediğinde bunu anlamalıyız: Bu, kapitalist olan kişinin aynı zamanda Müslüman da olması gibi düşük anlamda değil; Müslümanlığı kitaba veya sünnete veya seleflere veya (o da aynı kategoride olmakla birlikte T.C. Diyanetine değil ama) kendi tarikât şeyhine Göre, Ama Kapitalistçe (yeni Müslüman “köktendinci” şiârı: “sınırsızca, hakça, özgürce…”) Yaşamak!

 

Bloomberg'in en Kalantor, en Mason ekonomistini Müftü sanıp eğer izleyiciden şu abes/ Farisî soru geliyorsa, vardır arkasında bir vicdan azâbı:

“Paradan para kazanmak –faiz-haram da; ya Toki'den satın aldığımız evimizdeki kira artışından faydalanmak da Faiz gelirine girer mi, Hocam?”

Cevap:

Yetkim yok, bilemem

 

O zaman inandırıcı olmak adına kafama bir sarık, sırtıma da bir cübbe takıp ben cevaplayayım:

Eğer Akepeli vekilin Rüşvet diye verdiği Bilgiyle zamanında satın alıp sonradan spekülasyonla değeri arttırılmış bir yeri kastediyorsan Faiz kazancından çok daha büyük bir günâh içindesin!

 

Bunları zaten kitâben bilip Dar'ül Hârb'de yaşadığını kendisine ve etrafındakilere tarikât seminerlerinde (anti-komünist CİA oluşumları) iknâ olunanlar, "Tek Başına Kuranla Din mi Olur?”, Bize Sünnet Gerek Sünnet" yalanıyla Hadislerden Hadis Beğenirler artık paşa gönüllerince (Luther’in kemikleri sızlar!)

Bu veçheden nazâr edilince; Osmanlıda Hükümdarı dizginlemek için Şeyhülİslam (heyhât ne Tenâkus! Bizzât varlığıyla "Halife"lik makamının kurmaca yalanını İfşâ eden müessese!), halk güruhlarını dizginlemek için de tarikât şeyleri işe koşulmuşken (Farisî Pragmatizmi), Şia'nın Nazariyatında Dünyanın Hâli ile Dogma hemhâldir

Oturduğu/ yan gelip uzandığı yerden "Kudüs Şairi" payesiyle payelendirilen oğlancı şair geleneğinin son temsilcisi Kısakürek ekolünden adamların (Edebiyatlarıyla bile değil) yumurtladığı beyanâtlardan Orta Okul (=İ.H.) Ders kitapları "Milli ve Yerli" olsun diye Mantık sorusu türeten MEB'le mi? Buraya kadar!

"Her ülkenin kendine göre şartları var; Bir de malûm, dünyanın bir hâli var" gibi Tarihi ve Günceli yutmuş, derin vukuflu ez cümlelerle başlarsak, senin PostModern Pragmatizmini 11-13.yy Buhara (Buharî, Tılmizî) & Semerkant Tercihlerinden başlatırım: Mezhep de elden gider; Kapıkuleden dışarı başını uzatamıyorsun, Ayn Arap'dan da kovulursun!

Mantık'ın Orta Okuldan terk (ben olsam, ben de terk ederdim zaten); Fıkıh'ın içler acısı; Tefsir'in ipotekli ve Arapça kullanmayı gerektirmeyecek kadar basit, kullanmamayı gerektirecek ölçüde tembihli; Şerhi boşver, yapacak adam olsa asarsın; Hâdis bilgin gizli kalmanı, sübyan susmanı gerektiriyor:  Hamaset & Yaygara dışında bomboşsun

Luther'in içi neden sızlıyor senin halini görünce, anladın mı? 11-13 yy. da zarlar atılırken sana kötü yerden zar gelmişti, onu hatırladın mı? Asya'nın Şah Şahbaz Bindallı, Şahmâran kâdim putperest gelenekleriyle Özbekler, Peştunlar, Tacikler, Qırmanlar,Türkmen Boyları, Kazaklar, Kırım Hristiyan boyları, Tatarlar, Peçenekler, hatta Sui kabilesi; haydi hep birlikte Dombara!

Ankara Savaşı'nı kaybettin (kardeş kâtlinde) akıllanmadın (imânsız), bi de utanmadan hâlifeliği gasp eden Yavuz hırsıza ders verdirttin, bize Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu dedin güvenmedin, gittin sünnet ettirdiğin Palelogos’la (Üsküdar’da camii yaptırdığın Rumî Mehmed) anlaştın, Voyvodalar ve Tekfurlarla kol kola Anadolu’yu talan ettin sonra suçu Moğollara attın, sen gene onlara dua et, yoksa ne Nasreddin ne Yunus ne Mevlana ne de o güzelim Karakalem Minyâtürleri, anca rüyânda görürdün yeteneksiz

 

Hadi Murathan Mungan zırvalayarak susmayı tercih etti; ama "Osmanlı'na Dâir Hakikât"ini de söylemeden terk etmedi (git ölmeden elini öp helâllik iste!) Hikayâtı Hayât'ını; okumadığın çok belli oluyor, gene bir danışman oyunudur amma, Ahmet Yaşar Ocak'a, epistemik olarak senin ontolojik ocağını söndürecek çapta kaleme sus payı olarak mı o ödülü verdin? Anla artık, bağzı şeyleri paranla Satın alamazsın!

Anlamazsın ama (okullarında o aklı evvel, İngilizce manueller, gizlice ihbârlar dışında bir şey bilmez akademisyenlerin ancak Max Weber'den itibaren, o da, peşin hükmü baştan eline verilmiş mumya gibi –hâni şu meşhur Marx’ı “epistemik olarak deviren”, şüphesiz içinde çokça hakikât payı olan kapitalizm ile protestanlığın “ruh ikizi” olduğuna dair ruhçu okuma indirgemeciliği- bahsedebildikleri) Pentagon ThinkThankı Luther'den bahsedeyim biraz sana: Esas düşmanı Roma ve Katolik Kilisesi sanılır; sen gelmeden bu topraklarda Basileus=Tanrı bir Bizans vardı ya; Türklere yendirildi! O nasıl oldu Balkanlarda? Fatihin “Rönesans adamı” olmasıdan da mı kuşkulanmadın bre

Al sana şiir: bunu okut, sen de ezberle/t Asım Leşine!

 

 

 

Kasideler Kasidesi, Neşideler Neşidesi…

Ey İstanbul!

 

Tesadüf eseri mi hep bunlar? Allahım bu ne teessüf /

Endülüs boşaltılırken Kuzey İfrikya çöllerine/

Fatih’in tereyağından kıl çeker gibi/

 Beyaz Zambak ağacından yapılmış/

 Küçük bir TayTay at üstünde/

 Tophaneden kızaklarla/

 Bolca zetinyağı ve üstüne liman von sanders sıkılmış/

 Lakerda gibi Kuşkonmaz tomrukları üstünde/

 Hârikalar diyârından bir masal gibi/

Herşey Miniyatürk üstelik aynen gerçek gibi/

 Bir gece ansızın mancınıklarla Haliçe indirilmesi/

 Karşıdan eli armut toplayan biraz dalgın ve yorgun /

 Venedik Ceneviz kalyonları bakarken sahildeki meşalelere/

 Kalyoncukulluğu Sokakta Eleneor Bacım yakmışken Fenerini/

 Mehmed’in uzandığı sıcak döşeğinde Şarapla…/

 Sunulması sabaha tören yerinde elçiler nezâretinde /

Çatladı Kapıdaki küçük bir yarıktan dışarı/

 Altın bir tepsiyle uzatılan Yeni Bizans’ın altın anahtarı /

Ve berât belgesi yeni Basilius Mehmed’in

İmperium olarak imzalı mühürlü aynalı/

Beynelmilel onaylı…

 

Çocukluktan beri her mayıs ayında işkillenmedik değil hâni yalan/

Kim Tekfur kim gâvur hiç bilemedik 6/7 eylüllerde…/

Veresiye Verene vermeyene Talan Ekonomisi sonra Narh/

Altıncı Filo On altıncı Yüzyılda yazıldı bu senin François I aşkın

Kanunsuz kanunî sen def çal! Hâlâ

Oynayan birkaç şebek bulunur elbet Perşembepazarı’nda

At Meydanında Şehzâdebaşında Direklerarasında…

 

(Şerhi de “atama bekleyen öğretmenlerin” yapar)

Nerede kalmıştık? “Sen gelmeden bu topraklarda Basileus=Tanrı bir Bizans vardı ya; Türklere yendirildi o!” Sonra aynı makama Hitler Rehber Reis Führer talip oldu, sonrasını biliyorsun…

O kadar sevinme hemen! Çünkü sen zaten çantada kekliktin. Şu var ki, Bizans yok olmadı, Moskova Çayır Prensliğine taşındı sadece. Keklik hâlâ hayattaysa bu çayırda yüzyıllarca; bu, Rus Ayısının, Berlin'de Lenin eğitilerek her ikisine de “komşu komünist” tehdit diye, Almanya ve Türkün Ortodokslarla düşmanlık bağlarını pekiştirmek içindi

Niye mi? Müslümanlardan rakip olamaz da ondan (asal paradigma dışı piyonsun figüransın). Neye rakip? Aydınlanmış Dine tabii. Uyan! Daha Luther zamanında reformun komünistleşme (ve adres –Yeni İncillerde Gutenberg’in bastığı haritalar- ilk Hristiyanlığın kardeşliğinin vuku bulduğu İç Anadolu idi) tehlikesi vardı: Thomas Münster, senin Şeyh Bedrettin’le anlaştı ve oyunu (benim gibi) gördü: Alman Burjuvası (Kayzer Wilhem) & Türk Despotu (Talât Paşa & Company) ittifakı, Bağdat demiryolu projesi, WWI=TC! Gerisi malûm.

Ancak Münster de Simavnalı da fiilen yenildi, Batınî Mesihciliğe, negatif ilahiyata ve komüncülüğe dönüşerek sonsuz bir hayat kazandı; sen ise Ayastefanos'ta son anda Silivri'de durdurulan ve neden HEP düşman olduğunu ancak Komünist oldukları vakit “anladığın” (Marchall’ın sana, senin anlayacağın münasip bir dille, bilâhare Bilâlê anlatır gibi –süt tozu- açıkladığı gibi) URRS ile (de ezelî) düşman komşu kaldın

Danışmanlara bakındığına göre hâlâ anlamadığına eminim. Bak şöyle anlatayım: Sen gökten tesadüfen (senin değil, topraklarında Yahudî ve Sabî dini ağırlıklı olmakla birlikte hâlâ putperest kalmayı başarabilmiş Arabistan’a) kafana düşen 1 (yazıyla “bir”) kitaba inanabilirsin de onlar “al” kitaptan değil, kurtuluşun önceki aydınlanmaları tamamına erdirici, özgürleştirici olduğundan emin olmak istiyorlar: Ortodoksluğun (Pers etkisiyle) ve İslam’ın (putperestikten yeni döndüğü için) Manişeist saplantısının tam tersi, yani!

Bu arada diğer "despot", İstanbul ve Boğazlardan vazgeçti komünist olunca; senin soydaşlarını oradan oraya sürerek (Stalin) köksüzleştirme yoluyla “İngiliz Sanayi Devrimi” ev usulü mantı açar gibi yaparak Ortaya Karışık Kozmopolit dinsiz ırksız bireysiz devrimci sınıf imâli; Ortodoks despotluğu aynı senin gibi iyi GEGEN kötü! Ya da Amerikan filmlerindeki mantıkla, “iyi komünist”/ “kötü komünist” avında bir Polit Büro despotizmi

Sen ise her şeye GEGEN yengem aynen zo Gut! Şu Kudüs’ü ver demiyorum da tapusu 3 dinde; diğer ikisi anlaşırsa kötü! Aralarını bozman da çok zor bro; o halde mesiyanik (senin anlayacağın dilde âhir zamanlar, basübadelmevt, reincarnation theory, vb.) zamanları düşün, oyala kendini, 22yy. da bakarız duruma. Ortodoks kartını oyna bence: karıştır dinsiz imansız Yunanistan’ı, Kipris’i, amma

amma o zaman da İstanbul risk haritasına girer maazallah, elden gider. Zaten Şam'ı Bağdat'ı kaybettin, Erbil Süleymaniye derken İstanbulumuz kanalımızdan oluruz. Kudüs’ün çevresine bak, kim güçlü Lübnan’da, Irak’ta, Suriye’de fiilen mevcut olan? İran. Ama Suudi de çok yakın. Bence sen öt, onlar savaşsın Samandağ’da!

Senin de işin zor nihayetinde… Hadi sana yeni parlamenter rejimde de aynı başarılarının devamını dilerim. Tesadüfen Özal gibi gidersen Çiller gelir, sonrasında da belki, İran’daki şii Azerileri de içine alacak şekilde bölgede (g)üçlü olacak Azerbaycan’la ortak bir şey kurup Duma Meclisi'nden yönetiliriz artık! Ama bu sunnîlikle buraya kadarmış.

 

 

30.11.2009

Antalya/ Karatay Medresesi


                                                                        Video: Eylül 2012
 
PROFANED VACANCIES: PEREGRINATIONS-I



Neyse, kazasız belasız (kendime göre tılsımlarım var) kendi cehennemime nihayet döndüm. Ayağımın tozuyla yaptığım Eminönü çıkarmasında, Yeni Camii arkasında, Sirkeci Postanesi yakınlarında bütün o son sultanların gömülü olduğu iki türbeye de baktım: Bunlardan biri I.Abdülhamid'den II.Mahmud'a kadarki ilk islahatcı padişahları ve ailelerini, erken ölen şehzadeleri, kız çocuklarını (ve niçin orada olduğu bilinmeyen diğer mevtaları) ihtiva ediyor ve Belediye tarafından sanki Ramazan dolayısıyla yeni hizmete giren bir panayır yeri gibi ziyarete açılmış (Kadem'i Şerif’in -Kutsal Ayak- tam arkasında; Valide Turhan Sultan'ın yaptırdığı ötekinde ise benim şahsen peşinde olduğum Aziz Sultan Abdülaziz’in türbesi ve onun tahtan indirilip -yetmezmiş gibi bir de bahçıvan kılığına girmiş Bostancılara hunharca öldürtülüp- yerine şeklen geçirilen (sözümona deli; ama aslında delirtilen veya deli ayağına yatan) sevgili V.Murad dahil tüm padişahlara ulaştım. Ama Aziz'inki hariç! (Without/ Ohne/ Sauf Saint-Aziz!).



Sordum, "arkalarda bir yerde kilitli bir kapının ardında" dediler. "Halkın ziyaretine onarımdan sonra açılacak" diye de güvence verip teselli ettiler beni (fesüphanallah! iftar vakti bir deli kayıtlarda, alınlıklarda, girişteki kitabelerde bile adı geçmeyen bir eski zaman padişahı peşinde!)...



Tam vuracaktım kendimi Küçükayasofya yollarına, bir başka "kesikbaş" Hüseyin Ağa Efendi'nin türbesini bulmaya, telefonum çaldı; sanırım "Ömerix gezegeni"nden izliyorlar olacaklar beni: Ömer (Uluç) Bey önce hal hatır sorarmış gibi yaptı, ben de buna benzer cevaplar verdim. Ama sonunda itiraf etmek zorunda kaldım: İstanbul'daydım ve bir takım gizli amaçlarla Aziz'in hatıratı peşindeyim dedim. Renk vermedi (işin içinde Elfe’nin olduğunu sandı). "Ben çok dağıldım" dedim, kendimi affettirmek istercesine. "Gel" dedi, "biz seni burada toparlarız". “Hem sonra Işıltan da yanımda" dedi. Son ödev teslim tarihinden beri ortalıklarda görünmeyen Sanat Tarihçisi Işıltan hanım anlaşılan iyiden iyiye başka gezegenlerin çekim alanına girmiş, kendi yörüngesine oturmuş... Keşke gitseymişim, bu Ömer’i sondan önceki görüşüm olacaktı. Bir yıla varmadan onu da kaybettim.



Ben ise Sanat Tarihçisi değilim, şekilde görüldüğü gibi, peşine düştüğüm konuları çok fazla şahsileştirdiğim için "filozof" da olamadım. Benim yörüngem Konya'daki Alâaddin türbesinde gördüklerimden ve Kubad Abad'ı tanıdıktan sonra artık iyice şaştı: Abad'ın Keykubat'ı öldürmesi, Beyşehir gölü kıyılarındaki yazlık sarayında yapılan kazılar sonucu çıkan o inanılmaz çinilerin üzerinde gördüklerim beni iyiden iyiye yörüngemden çıkardı.

Sakin sakin "Ateşgene" şiirleri yazıp, "Hodja Efendi'nin kırklara karıştıktan sonra mânâ alemindeki hallerini kırk bölüm halinde kurmaca biçiminde" derlemeye vermişken kendimi, birden yörünge şaştı ve kendimi 12. ve 13. yüzyıl din ve estetik savaşlarının tam ortasında buldum. Tarafsızlığımı korumam ve bir yabancı olarak damarlarımda akan kanın rengini belli etmemem lazımdı. Mardin Artuk Üniversitesinden bazı açılımlar için ön kayıtlar başlamış bile ama ben hala alengirli tozlu yollardayım. Ancak gördüklerimin de şakaya gelir bir yanı yok, ama iyi ki müzelerde sergilenen parçaları her gören benim gördüklerimi göremiyor...



Konya Karatay Medresesi Müzesi müdürü koruması altındaki parçaların ne anlama geldiğini bilse önce dinden çıkar sonra intihar ederdi herhalde; Antalya'da ise, kapısı dışında zaten olmayan, müdürsüz, benim de zaten sormadığım kimse kalmamasına rağmen (-keşke kimseye sorup açık etmeseydim, ama önceden bilemezdim böyle olacağını-) tamamen tesadüf eseri, oradan başka karanlık emellerle geçerken okuduğum (ortada başkaca delil olmamasına rağmen) kitabesinden keşfettiğim, içinde şimdi inlerin cinlerin cirit attığı, o sevimli kuyusuyla "Liman Camii" (yani aynı Olimpos Antik kentindeki gibi bir çeşit "hamamlı Liman Bazilikası") yakınlarında bulunan Karatay Medresesi alanı içindeki "Salihler Evi" (Dar-üs Süleha)... Aman Allahım ben nereyi tarif ediyorum böyle... Susmam lazım artık.



Bu gizli kalması gereken şeyler bir ortaya çıksa, belki sonu iyi de olacak din savaşları (tarihte belki de her zaman son’u iyi olmuştur şeylerin, yoksa zaten olmazdılar) iyice alevlenir ve benim de buradan hiçbir şey belli etmeden sağ salim kaçmam artık imkansız olurdu.



Mümkün olduğunca "aptal turist" çizgimden kaymamaya devam ederek tatilime sanki hiçbir şey yokmuş gibi devam etmem ve normal yollardan kafileler halinde Varan turizmle İstanbul'a dönmem ve Sultanahmet, Eminönü gibi yerlerde dikkat çekmeden bir müddet dolaşmam gerekiyordu.



Şimdi elimde tam yüz doksan altı tane İstanbul Evliyası adresi, altmışa yakın da Sahabe kabri krokisi var. Bunların çoğunun üstünde kitabesi bile yoktur Allah bilir. Bu adresleri, çok gizli ibaresiyle, Burdur Otogar'ında Lokman Hekimlik yapan Hayal Meyal Cinci Hoca'dan aldım. Şimdi en yakındakinden, Küçükayasofya Camii bahçesinde yattığı söylenen Kesikbaş Hüseyin Ağa'nın kabrinden başlarsam, sonra Sirkeci'deki alakasız bir şekilde "Arpacı" tabir edilen camii girişindeki Kadiri'ye sorarsam acaba bir cevap alabilir miyim? Yoksa dosdoğru Tophane’deki Kadirî İsmail Efendi dergâhının bir köşesinden fışkıran kaynaktan soğuk su içerek mi işe başlasam? Bunca kabirden biri illa ki bir şeyler biliyordur ve konuşacak günün birinde...



Hollandalı fotoğrafçı kadın da gece mezarlık çekimleri için izinlerini alırsa, o, zahiri görüntüden ben ise batıni tarafından umarım ele avuca gelen bir şeyler yakalayabiliriz artık.



Kısacası tatil bitti, ama menbaa bitmedi: kaynak tükenmedikçe yola devam...



Şems'in kuyusundan su içtim ben,

Kırk halden yedisine üçüne girdim ben...



(Ateşgene, 29-Ağustos-2009)