Hem akla hem de yaşamsal duyguya dayalı yasama faaliyetinde bulunabildiğimiz için de giderek daha çok mutluyum.
Daha önce hiç duyulmamış bir ifade olan “en yaşamsal duyumsama yetimizle yasama faaliyetinde bulunabilmek”; yasa çıkarmadan yasamada bulunmaktır...
Belki bundan yola çıkarak bir ön-yasa koyucuyu, bir ön-yasama faaliyetini düşünebiliriz, hatta bu ön-düşünümsellikten bile önce gelmiştir.
Yasa, Yunanca logos ile de alakalı olup “legein” fiilinden gelen “lex”, “lexis”, Heidegger'e göre öne sürmenin, yayılmanın, kendini önde yaymaya bırakmanın ve nihayet bir “olmasına izin vermenin” uzun bir geçmişinden gelmektedir.Bu sadece "munus"la (cem, yardımlaşma, dayanışma, karşılıklı verme), belirli bir ayrılık içindeki topluluk "anlamıyla/ duyumuyla" ilgili, ve sadece akıl ile belki de kurucu baskılarında bile öylesine gömülü ve öylesine mevcut olan bu "hayati duygu" arasındaki epistemolojik bir kopuşla ilgili değil...
Daha geniş bir çevre ama aynı zamanda sağlam bir dostluk; bir çember, tanımı gereği her zaman kendi içine kapalıdır, ama Kant'ın anlayış gücünün "genişletilmiş bir kavramı" gibi, her zaman, "dindarca (frommlich / avant-garde) bir dilek" olarak hayal edilen, öne sürülen, formüle edilen bir evrenselliğe kadar genişleyebilir diyebiliriz...
İstisnai olarak, Kant'ın ve aynı zamanda "bölünmüş ulusların babası" olan İbrahim'in ötesine geçmek.
Başka bir sinema…
Ve bu yaşamsal duygu, bu hayal edilen uyum ya da anlaşmanın "ratio cognoscendi"si (yegâne bilinme sebebi) gibi, varlığından artık kazınmış ya da silinmiş olduğundan şüphelenmediğimiz işaret, gösterge, iz gibi, bir yasa olarak, sadece anıya da olsa, ama ondan çok önce, bu geçmişi "getirme", çağırma, hatırlama, hatırlatma hareketinin, uyuyan, yayılan, yayılan ve tamamen beklenen bu yaşamsal duygunun, hareketin, bilincin, akışın, uyanıklığa, risklere ve tehlikelere karşı uyandığı söylenebilir. Anlaşmazlıklara da elbette…
Bu bizim kötü kullanılmış ya da kurnazca zenginliğimizdir, yani kötü yaşlanmış: Tarihimiz "hileleriyle" çok eskimiş... Neredeyse çevrilemez bir ifade, Fransızca'da "iyi yaşlanmış" ve "kötü yaşlanmış" dediğimiz insanlar var ve dünyamız da bu anlamda biraz kötü yaşlanmış. Umarım bir süre sonra kendine gelir ve tüm enerjisiyle yeniden başlar; bu onun işi, üstelik onun sonu her zaman yeni bir başlangıçtır, belki de burada bir hile vardır. Yani ya bizimle ya da bizsiz iyileşecek…
G. Trakl'ın şiirinin Derrida tarafından da yeniden ele alınan Heideggerci okumalarına yapılan bu atıfları sık sık tekrarlıyorum, ancak burada açıklığa kavuşturulması gerekir ki, bu "bir" tek değildir, nihâyet "birleşmiş", sonunda tüm türlerde, tüm ırklarda ve tüm cinsiyetlerde elbette bir aşkınlık zemininde birleşmek anlamına gelir ki, bu bizim içkinliğimiz veya ucu açık olan kapalı (fermé) dostluk çevremizdir.
Zirâ sağlam (ferme) ve uzun süreli bir dostlukta kendimizi orada besleyerek oradan beslememiz gerekir, kapalı ya da kendi kendine yeten bir dostluk çemberi; bunun aynı zamanda bir eksiklik, ölüm ve yas duygusuyla genişlemesinin nedeni de budur, bu kadar yüklü olan ve de bir kavram ya da fikir (kurucu ya da kurulmuş) olmayan bu yaşamsal duygudan –“verilme” veya “veriliş” (donation) de burada olmalı- yola çıkarak yorumladığım kadarıyla, eğer doğru anladıysam, burada en yakın arkadaşım Helena Villékovich'in sadece neşeli ve ölçülü işaretlerini verdiği filminin özünü buluyorum (hatırlıyorum).
Buradan itibaren bu bahsettiğimiz “yaşamsal duyum” kısmen, yıpranmış, kötü ya da iyi yaşlanmış olduğu halde eninde sonunda (kamusal ve özel) bir kullanım alanı bulmaktadır. Kant’a atfettiğimiz bu "ampriko-transandantal Kıvrım"dan önce mahkûm olmuş olduğu bir karanlığı delerek ortaya çıkan, nihayet bir kullanım bulan, envanteri kolayca yapılabilecek ama tarih-aşırı bir baskıyı delerek ortaya çıkan bir yaşamsal bir duyguyla bağlantılıdır bu: Trieb’ın, öne-fırlatılmanın, pro-pulsion’un hem Tarih, hem de Felsefe Tarihi ve Tarih Felsefesi bağlamında...
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim ve hoşça kalın, çok naziksiniz.
11 Nisan 2020 tarihli Fransızca ses kaydı.