21.02.2025

Yasanın Kendiliğinden Verilmesi ve “Olmaya Bırakmak”

Bu dostlukla kendinizi besleyerek başkalarını beslemek harika bir duygu. “Autre Cinéma” adlı filmimde de bahsettiğim, Héléna Villékovich'in “Genişletilmiş Dostluk Çemberim” adlı filmini düşünüyordum.

Üstelik bu tatlılık çemberinin kısacık da olsa doyuma ulaştığı bu anda mutluyum ve onu geri getirmek, hatırlamak muhteşem olacak.
Hem akla hem de yaşamsal duyguya dayalı yasama faaliyetinde bulunabildiğimiz için de giderek daha çok mutluyum.

Daha önce hiç duyulmamış bir ifade olan “en yaşamsal duyumsama yetimizle yasama faaliyetinde bulunabilmek”; yasa çıkarmadan yasamada bulunmaktır...

Belki bundan yola çıkarak bir ön-yasa koyucuyu, bir ön-yasama faaliyetini düşünebiliriz, hatta bu ön-düşünümsellikten bile önce gelmiştir.
Yasa, Yunanca logos ile de alakalı olup “legein” fiilinden gelen “lex”, “lexis”, Heidegger'e göre öne sürmenin, yayılmanın, kendini önde yaymaya bırakmanın ve nihayet bir “olmasına izin vermenin” uzun bir geçmişinden gelmektedir.

Beş dakika içinde, hem Kant'ın belli bir "nazik" (hassas), düşünümlü yasama zemininde, hem de Heidegger'in "olmaya bırakma" zeminindeyiz: İbrahimi bir sesle, "sadece yasa koymalı ve kendinizi uluslar arasında yaymalısınız" derdim...

Anladıklarını umduğum insanlar var ve konu her zaman “biz” ile ilgili.
Bu sadece "munus"la (cem, yardımlaşma, dayanışma, karşılıklı verme), belirli bir ayrılık içindeki topluluk "anlamıyla/ duyumuyla" ilgili, ve sadece akıl ile belki de kurucu baskılarında bile öylesine gömülü ve öylesine mevcut olan bu "hayati duygu" arasındaki epistemolojik bir kopuşla ilgili değil...

Bu felsefenin belli başlı "anlarının", gizli ya da açıklanmış temellerinin uzun bir envanterini gerektirir...
Daha geniş bir çevre ama aynı zamanda sağlam bir dostluk; bir çember, tanımı gereği her zaman kendi içine kapalıdır, ama Kant'ın anlayış gücünün "genişletilmiş bir kavramı" gibi, her zaman, "dindarca (frommlich / avant-garde) bir dilek" olarak hayal edilen, öne sürülen, formüle edilen bir evrenselliğe kadar genişleyebilir diyebiliriz...
İstisnai olarak, Kant'ın ve aynı zamanda "bölünmüş ulusların babası" olan İbrahim'in ötesine geçmek.
Başka bir sinema…

Dostluğa, sevgiye ve herkese açık olana dair, yuvarladığım, katladığım, açtığım ve dostluk çemberimi genişlettiğim şey… İşte meselenin özü burada.
Ve bu yaşamsal duygu, bu hayal edilen uyum ya da anlaşmanın "ratio cognoscendi"si (yegâne bilinme sebebi) gibi, varlığından artık kazınmış ya da silinmiş olduğundan şüphelenmediğimiz işaret, gösterge, iz gibi, bir yasa olarak, sadece anıya da olsa, ama ondan çok önce, bu geçmişi "getirme", çağırma, hatırlama, hatırlatma hareketinin, uyuyan, yayılan, yayılan ve tamamen beklenen bu yaşamsal duygunun, hareketin, bilincin, akışın, uyanıklığa, risklere ve tehlikelere karşı uyandığı söylenebilir. Anlaşmazlıklara da elbette…


Bu nedenle, yasa çıkarmadan yasama yönündeki ilk emir, hayati bir duyguyla yasa yapmak olacaktır; bu aynı zamanda aşkınlık gibi kullandığımız içkinliğimiz olan ufkumuzu açtığı için kapanmadan kendini kapatan şiirdir (poien); onu kullanmaktan çok, içinde yıkanıyoruz.

Bu bizim kötü kullanılmış ya da kurnazca zenginliğimizdir, yani kötü yaşlanmış: Tarihimiz "hileleriyle" çok eskimiş... Neredeyse çevrilemez bir ifade, Fransızca'da "iyi yaşlanmış" ve "kötü yaşlanmış" dediğimiz insanlar var ve dünyamız da bu anlamda biraz kötü yaşlanmış. Umarım bir süre sonra kendine gelir ve tüm enerjisiyle yeniden başlar; bu onun işi, üstelik onun sonu her zaman yeni bir başlangıçtır, belki de burada bir hile vardır. Yani ya bizimle ya da bizsiz iyileşecek…

Ömer Uluç’un, “yeni bir soy” adlı tablosu için “yeni bir ırk” demiştim ben de, bir metinde onun resimsel üretimini “yeni bir Geschlecht” olarak yorumlamıştım, tabii ki tek bir “soya” (ırk, "race" ya da Latince “res” demek istiyorum) indirgeme olarak değil.

G. Trakl'ın şiirinin Derrida tarafından da yeniden ele alınan Heideggerci okumalarına yapılan bu atıfları sık sık tekrarlıyorum, ancak burada açıklığa kavuşturulması gerekir ki, bu "bir" tek değildir, nihâyet "birleşmiş", sonunda tüm türlerde, tüm ırklarda ve tüm cinsiyetlerde elbette bir aşkınlık zemininde birleşmek anlamına gelir ki, bu bizim içkinliğimiz veya ucu açık olan kapalı (fermé) dostluk çevremizdir.

Zirâ sağlam (ferme) ve uzun süreli bir dostlukta kendimizi orada besleyerek oradan beslememiz gerekir, kapalı ya da kendi kendine yeten bir dostluk çemberi; bunun aynı zamanda bir eksiklik, ölüm ve yas duygusuyla genişlemesinin nedeni de budur, bu kadar yüklü olan ve de bir kavram ya da fikir (kurucu ya da kurulmuş) olmayan bu yaşamsal duygudan –“verilme” veya “veriliş” (donation) de burada olmalı- yola çıkarak yorumladığım kadarıyla, eğer doğru anladıysam, burada en yakın arkadaşım Helena Villékovich'in sadece neşeli ve ölçülü işaretlerini verdiği filminin özünü buluyorum (hatırlıyorum).

Yaptığı film, ismiyle birlikte o dönemde (biz henüz gençken, henüz “çok yaş almamışken”), deyim yerindeyse, insanlığın tüm sorunlarını çözüyordu. Bu sefer filmin tam başlığını aktarıyorum: “Genişleyen dostluklarımın çemberi”, dolayısıyla birinci tekil şahış tarafından kendi çevresinin tekilliği içinde konuşuluyor veya yazılıyor.

Böylece tüm bu serencam, terennüm veya envanter Kant'tan, onun akıl ve anlayış gücünün genişletilmiş kullanımı anlayışından geçerek –iyi ya da kötü, sadece- Estetik içinde ve Estetik olarak tanımca (kabul) kazanmış olacaktır…

Buradan itibaren bu bahsettiğimiz “yaşamsal duyum” kısmen, yıpranmış, kötü ya da iyi yaşlanmış olduğu halde eninde sonunda (kamusal ve özel) bir kullanım alanı bulmaktadır. Kant’a atfettiğimiz bu "ampriko-transandantal Kıvrım"dan önce mahkûm olmuş olduğu bir karanlığı delerek ortaya çıkan, nihayet bir kullanım bulan, envanteri kolayca yapılabilecek ama tarih-aşırı bir baskıyı delerek ortaya çıkan bir yaşamsal bir duyguyla bağlantılıdır bu: Trieb’ın, öne-fırlatılmanın, pro-pulsion’un hem Tarih, hem de Felsefe Tarihi ve Tarih Felsefesi bağlamında...


Ve işte orada, eski Yugoslavya'dan gelen, doğuştan ve topraktan bir Fransız kadın olan o, "yaşamsal duygunun" (bu duygunun işsizliğinde ve onun göndermelerinin başıboşluğunda) rolüne ilişkin bu sorunu, evrensellik iddiasıyla ve -yalnızca parçası olmaktan onur duyduğum, varsayılı bir çevre için de olsa- saygı gerektiren bir kararda (ön-yüklemsel, anté-prédicatif olarak) çözdü.

Ve buna karşılık ya da karşı bir hediye olarak, Versailles sarayı yakınındaki evliliği bir rüya olan, hem benim için hem de diğerleri arasında biri olmayan bir kişiyle daha da genişleyen çevre için bir rüya olan, bekâr bir çocuk annesi, underground yönetmen ve film yapımcısı olan onu “Autre Cinéma” filmim ile onurlandırdım. Şimdilik bu kadar.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim ve hoşça kalın, çok naziksiniz.

11 Nisan 2020 tarihli Fransızca ses kaydı. 
20 Şubat 2025'te Türkçe'ye çevrilerek yeniden düzenlenmiştir.

16.02.2025

A quoi sert la Poésie ?


À quoi sert la poésie ?

Ce fut donc enregistré pendant le temps de rédaction de mon roman « Histoire de Substance » (et non de "Heft Penç")...

En connections avec la vidéo que je viens dé publiée « Comment sortir de la médiocrité dans la pensée? » (16.02.2025), où « un hérisson » apparaissait, comme symbole de la poésie selon J. Derrida.

Une lecture dés « Palais Brûlés-1-2» (Başaltındakiler Korosu), la fonction dé « chorus », Jonas, etc.

Nov. 2019


Comment sortir de la médiocrité dans la pensée ?


Contenu: 

Ch.1- Comment sortir de la médiocrité dans la pensée ? - "être tempéré" dans la Philosophie d'Aristote 

Ch.2- « Topoi » de philosophies -appelés et cités en dispute - « Omni determinatio est negatio » 

Ch.3- Silence en vie de philosophe -Sigétique 

Ch.4- « Aliénation » et « Rassemblement de la Langue en Littérature »

 Suppléments :

 Ch.5- Sarcophage pas encore ouvert ni exhibé (mes inédits) –rencontre avec Orhan Pamuk 

Ch.6- « Yegâne Feylozofumuza » (À notre unique philosophe) -Tevfik Fikret, « Rubâb-ı Şikeste » et le poème de « Sis’tanbul »  (Brouillard'Istanbul -21 juillet 2013) 

Database/Ran   16.02.2025 
Philosophie à l'école buissonnière

14.02.2025

Une dissémination qui performe...

 

Une forme de dissémination qui performe ce qui y est dit


14 Févr. 2025

"Est-ce de cette façon que je renouvellerais ou réanimerais l'écaille dite morte (ou la crête de ma Crêtologie) de la philosophie?" murmurais-je, en pensant aux "Métonymies"(2016), et ensuite au "Jeu des Indices" [1] (2017). Alors que c'est plutôt "Moira" d'Anaximandre, dikia/ a-dikia qu’il fallait penser, plus essentiel et plus enfoui que “hexis” aristotélicien, pour penser “destin” héraclitien: khairos[2].

 

Et ce Tukhè, si enfoui, si énergiquement évité, exclut, comme dans toute philosophie, comme Fortuna, don de Dieu ou de la Nature, si obscure qui menacerait même tout commencement, toute fondation, toute explication en doctrine de dunamis, et tout praxis dans la politique, chez Aristote.

Comme chez Platon, qui lui réserve seulement une place, aveuglement minime comme “ortho-doxa”, auquel la philosophie n’a même pas d’accès, ni la compréhension, ni épistémè, ni éducation; sauf un exemple à suivre, à imiter seulement.

 

Voilà le plus ancien abîme incurable, que mon livre “Les Chances de la Pensée” (2020?), à la fois ouvrait, pointait et sur lequel, sans s’installer, séjournait et ajournait –différait dans les espacements du temps, la question primordiale, inaugurale: La destinalité, des coups des envois… Destinerrance.

 

Donc, rien à voir avec le "concours des circonstances", avec la "fiction autobiographique" ou l'auto-référentialité, qui n'en sont que des symptômes, “jeu des indices”, des “métonymies”, comme je disais au début...



[1] A suivre les traces dans ma vidéo "Méontologie de la Donation Illocutoire -Jeu de Super-indice-stition", le 4 Févr. 2020.

[2] “Bien qu'il y ait en attente, travail en cours, "Rêve d'Or -III" et même plus, je découvre que cela a déjà eu lieu dans ces jours mystérieux des 26-27-27 août d'année précédente (2024). Tandis que je n'administre plus la somme, je vois mieux mes stratagèmes de bifurcations”, me disais-je.

Mise à part les interprétations que je fais sur Héraclite, une forme (“thèse”) plus épurée de ce que je dis des rapports d'Aristote à Anaximandre dans cette série des "Rêves d'Or" (I, II, III), sous une forme de dissémination qui performe ce qui y est dit, se trouve déjà publié:

https://herrselavy.blogspot.com/2024/08/ma-these-sur-la-these-aristote.html

 

 

13.02.2025

De la Musique (Rêve d’Or -3)



De la Musique comme substance -Retour du Refoulé 

Ch.1- Un Aristote présocratique (6 août 2024) 

Ch.2- Mes disséminations des graines en temps forts (9 févr. 2025)

Ch.3- Ce Feu (fever /ferveur) qui vibre et sa phénoménalisation en musique 

Ch.4- Une Métaphysique trop matérielle de la musique (30 jan. 2025) 

Database/Ran    Août 2024 - 13 février 2025 

Philosophie à l'école buissonnière

11.02.2025

Rêve d’Arkhè -Feu


Déconstruction de l’Âge d’Or de la Philosophie Antique 
-(Rêve d’Or -2) suite 

Transformation de la question d'Arkhè: 

*Héraclite adoré du Feu/ d'Or 

*Dérobade des "mains" d'Anaximandre le père, par une parricide aristotélicienne -"Noûs" approprié 

*praxis -un exemple d'équivoque / univoque 

*Ce qui empêche le catharsis dans les prosternations /processions

*Temple grec comme Trésorerie 

*Une tragédie anesthésiée, qui ne s'en sait pas une 

*« Héxis » est ton destin –« amor fati » 

*Chronos qui joue -l’enfant 

P.S. Mise à part les interprétations que je fais sur Héraclite, une forme plus épurée de ce que je dis des rapports d'Aristote à Anaximandre dans cette série des "Rêves d'Or", sous une forme de dissémination qui performe ce qui y est dit, se trouve déjà publié:
herrselavy.blogspot.com/2024/08/ma-the


Philosophie à l'école buissonnière 

Database/Ran 11.02.2025 

discours du 28 août 2024

4.02.2025

Ces amours d’adolescence...


Un jour, des années plus tard, alors que vous passeriez

devant cet endroit pour l'énième fois après un promenade puérile,

vous réaliseriez que cette petite pente où vous poursuiviez

vos amours d'adolescence -

cet endroit-là a été construit juste

en fonction de la taille de vos amours.


On se rend compte vite quand on reconnaît une affiche au mur,

une boutique même nouvellement ouverte,

les gens établis en alibis qu'on croise à plusieurs reprises,

tout en créant votre dimension subjectile,

qui fait qu’eux-aussi ils se furent déjà ainsi constitués.


Et quand vous vous rendiez compte que

ce qui les avait fait exister pour vous

s'était déjà formé lors de ces après-midi

endimanchés de votre adolescence,

et que ces murs furent en réalité construits

des incessantes ruées de ces gens sédentaires

les uns pour les autres dans votre petit enfer.

 Même ceux qui y passèrent par là fugitivement

eussent à créer ces murs des voies royales

– peut-être plus que des autres,

c’est parce qu'ils ne passaient pas par là "comme tels",

peut-être qu'ils auraient dus à se précipiter vers une tuerie

les uns les autres.


 Et ces "autres" aussi furent entiers en eux-mêmes,

vous entraînant dans leurs mondes modiques

qu'ils auront construit à leurs manières,

avec cette intégrité si gaie et si ferme, toujours à se guetter. 

Tandis que vous vous voudriez en apprendre à connaître l’un,

en entrant dans leurs petits mondes intérieurs,

en fait, vous n’y rechercheriez que votre maudit sort...

 Pendant que vous chercheriez votre place dans cette ville,

d'autres anges se révéleront à vous dans toute leurs splendeurs

et leurs tristesses,

et ils vous diront ce que vous vous voudrions réellement faire,

même si ces anges furent déjà pétrifiés depuis longtemps,

et coincés entre ces murs médiévaux, lugubres et pestiférés...


                                                    « Aux Cieux d’Istanbul », 1981
                                                      (Traduit au 04.02.2025)