24.08.2013

Cahiers IV


-“L’art ne périt plus avec son inventeur”, proclamait J.-J.Rousseau pour pointer le moment crucial et de son oeuvre et de l’histoire de l’oeuvrement en général. Mais quel était ce moment crucial qui fait qu’il y ait un avant et un après: un moment qui ne se quitte plus avec un “plus”. Un moment qui ne fait qu’un avec son inventeur. Un “plus value”? Un “plus que parfait” de perfectionnement qui pointe de doigt le périssement de son auteur…




-Quel rapport y a-t-il donc entre le mouvement d’intériorisation (Errinnerung, souvenir, mémoire vivante, active, séléctive, etc.) et la mémoire confié au tiers (symbolisation, ou pré-symbolisation au sens de sum-bolein)? Confiée au Zeug (dans lequel on ne sait point si elle est gardée –comme une femme- , effacée ou surmontée)…



-Et que veut dire “manger” le symbole? L’incorporer; l’introjecter?

L’activer ou le tuer?

L’appel (premier appel) comme le Rappel…



-Et si la faculté de penser (reflexion) trahissait dans chacune de ses fléxions (ce sont aussi sa manière ou son mouvement de “esquiver”) le sentiment de compassion (pitié, chère à Rousseau) dont elle est l’issue.

-A la reflexion, une pensée qui ne se commémore plus, à quoi ressemblerait, à notre courte vue?



-Hafîz (Omer Hayam dans sa Shiraz), disait “Aşk bir insanı kendi isteğiyle köleleştirmektir” ou bien simplement “aşkla köleleştirmek”… Esclavager avec amour, slavery with love… Biz modernler için her bir kelimesi sorunlu ve her bir kelimesini öldürüp, içini boşalttığımız ya da saptırdığımız için, bu ağır tarihin yükü altında anlaşılması imkansız hale gelen ifadeler bunlar. Kölelikten de kurtulduk, aşktan da… İkisinin de tarihleri varsa eğer, yazılamaz veya okunaksız hale geldi. Korkutucu iki kelime…

-Aşk, philia mı eros mu, hristiyan ‘aşk’ı mı? Tartışma bitmez. Ama yadsınamaz gerçek şudur ki, “aşk” bize şimdi inanılması güç gelen bir emekle Pavlus ve Mevlana tarafından ilmek ilmek örülmüş, önce bir idea, sonra bir kavramlar örgüsü ve bir hayat pratiği, pragma idi. Biz “inanılması güç gelen”den kurtulurken bu “pragma”dan da kurtulduk.



-Ancak şöyle bir “pratik” (pragma) devam edegeldi: “köleleştirmek”… Aşksız köleliğin korkunç yüzü –ve- tutkunun köleleştirici gücü olmayan boş bir kelime olarak “aşık olmak”.

-Bir şeyler öldükten sonra bir pratiğin devam edegelmesi, olabilecek en kötü haber…

-Size “iyi haber”le geliyorum, dostlarım. Bonne Nouvelle. Kurtarıcı Nouvelle Ere, new age, etc.

-Alın ve sembolü, ölmüş ne varsa onun adına, yiyin…

-Zeug/e de sembolleşen bütün kölelik takımlarınızı da beraberinde götürün ki aşk gene mucidiyle (maşuk’unda) ölsün.

-O halde aşk, maşukunu icad ederdi, diyelim. (Bir zamanlar)

Her idenin noema’sını icad edişidir bu.

-Her düşünce kendi düşünce çekirdeğini bulmak, icat etmek ve ona dönmek için düşünür.

O halde aşk düşünmektir, ve düşüncesinin kölesi olmaktır (düşüncesi üzerine düşünmektir, yani noema’sı, maşuku veya Zeug’ü.

-zeugen: aşk şahit olmaktır, aşk şehadettir ve kimse aşkın şehadetine şahitlik edemez. Maşuk’tan başka…

-Demek ki aşk kendi şehadeti üzerine düşünmektir.



-(“Un hégélianisme sans résèrve” de l’amour: forcement liberation, forcement auto-esclavage de l’auto-hétéronomie…)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder