25.04.2017

La Temporalité de la Pensée



Titre de la chaîne: Philosophie à l'école buissonnière

La donation du sens d'une vie d'après ou depuis sa fin, la question d'enthéléchié aristotélicienne appliquée au cas de la mort de Socrate.
Penser l'être, l'emmener à la proximité du soi: voilà la tache époquale et temporelle du philosophe vue sous l'espèce de l'étérnité...

Enregistrement du 24 avril 2017.

23.04.2017

Là où ça a été...



Titre de la chaîne: Philosophie à l'école buissonnière

Description : La formule freudienne réinterprétée par Lacan comme une formule présocratique.
Ici la "révolution" ("ce n'est pas la révolution qui fait commencer la révolution") interprétée comme le "noyau sensible-insensible", "l'enfantilisme", ou ce qu'on a gagné en perdant / ce qu'on a perdu en gagnant... Voici peut-être "ça" et le moteur du désir et celui de l'histoire, étant l'un et même...

Enregistrement du 14 avril 2017

7.04.2017

1.04.2017

BELİRTİLER


AYALTI ÂLEMDEN BAZI

BELİRTİLER – REMİLLER – REMİZLER

Ve yeni bir ilim icabı

 

(Sahih, gerçek) toplumsal ilişkiler ve üst yapı kurumları (bağzı içtimai müesseseler) hemen her zaman bire bir uyuşmayan, kendi özerk (muhtar) gerçeklik alanları olan görece (itibari) ve farklılık gösteren yapılardır. Birbirlerine teşmil edilmelerinden, birbirlerinin tedavülüne mütemadiyen bir rabıta farkı ile girmelerinden, eksi sayıların meontolojik hakikatinin asal sayıların müspet değerlerine  galebe çalmasına bir netice almaksızın benzemeye devam etmelerinden  birkaç asır önce de dogmatik aklın barok ışığında Leibniz’in matematik argümanlarında infinitezimal hesaplama yönteminde Astronomi ilminin hizmetine sunulmuş idiler.

Filhakika, insanlık Astronomide birkaç asırdan beri bir hayli ilerlese de bir Kozmoloji kurmak bir yana, ‘Kozmolojik bir İde’ye bile sahip olmaktan ırak görünmektedir. Hal bu ki, Ayaltı dünya Ay’ın karanlık yüzüne benzemeye devam etmekte,  “üst yapı” da bütün muhkem müesseseleriyle saydam bir nitelikte görünmemektedir; koyu, ağdalı bir mayi nispetindedir. Yani belirli bir dönemde içinden bakıldığında (dışından bakmak için dışına çıkabilmek lazım gelir ki, bu da uzaya giderek olmayacağı asrımızda anlaşılmış bir vakıadır) ardında yatan ilişkiler ağı ya da yumağı ne yazık ki (“ô Pêre Chastel!”, diyordu Epikürcü Diderot) açıkça görünmez. Basit ve iradi bir şekilde toplumsal ilişkilerin çarpıtıldığı, gizlendiği düzgü düzgü bir düzgülenme (codification) olduğu sonucu çıkarmak gerekmez bundan. Ama büsbütün saydamsız olduğunu da söyleyemeyiz elbette. –“Bir ‘bilim’ gibi değişmez bir nesnesi olan bir varlık alanı değildir o.” (“Türkiye’de Hukuk”, M. Belge, Cumhuriyet) diye buyurmuştur bilimin kurulan, nesnesinin de bu kurguda kurulan bir şey olduğundan habersiz olmaması gereken bir zat.

En azından T.C. özelinde elimizde olan en saydam şey şu gibi görünmektedir; yakın bir zamana kadar bütün kurumlarıyla kendini batılı gibi göstermeye çalışan bir burjuva devletinin, ülkedeki feodal sömürüyü ve taşeronluk aracılığıyla oluşmakta olan kütlesel proleterleşmeyi gizlemeye çalışarak ve bir “millet-devlet” edebiyatıyla halkları baskı altında tutarak, söylemlerinde ülküselleştirdiği demokrasinin tam tersi bir yönde savrulmasıdır. Uyarıyoruz, ikaz ediyoruz, ama elimizden bir şey gelmiyor diyordu müşkil durumda kalan bir yandaş şair.

Halk bir yandan Şark’ın o bin yıllık ustalıklı deneyimiyle ikiyüzlü bir kültüre alıştırılmakta ve alışmaktadır, öte yandan da yine aynı deneyimle onu (yani kendisini) bir kez daha –bir salto hareketiyle- tersine çevirecek (aslında “bir fotoğrafın Arabı” gibi ifşa edecek –Ece Ayhan) bir gediğe doğru çekilmektedir. Halk kendince, hasbelkader bir öteki kültürü yaratmakta, ancak resmi kültürün ritüellerini de aynı bir yağmur, fırtına imişcesine bir “doğa olayı” gibi  (iş çıkışı Cuma darbelerini de belki bir pembe deprem kuşağı gibi) karşılamakta ve ceketini ilikleyip saygılı bir sessizlikle geçmesini beklemektedir. Halk devletten kibarca kendisini “ötekileştirmemesini” rica etmekte, Devlet’ten  de “duruma göre icabına bakarız” yanıtını almaktadır. Darbelerden biri bitince başlayan öteki hayat da böylece değerli bir içeriğe ulaşmaktan mahrum bırakılmış olmaktadır (sosyo-psikolojik bir tespittir bu). Böylece –topyekün “insanlar” dememek için- bütün bir “orta sınıf” da inanılmayan bir değerlilik ile (geçici olup olmadığını göreceğimiz) inanılan bir değersizlik arasında yine şizofrenik bir konuma itilmektedir  (bu da evrensel lisanda proleterleşme oluyor zannımızca, isterseniz aramızda buna, karşıdan bakarak ‘popülizm’ de diyebiliriz).

Bu örnekte yeterince derinleşildiğinde görüleceği gibi, insanların gerçekte yaşadıkları ile bunların kurumlar düzeyinde görünüşleri arasındaki “çelişki”, hiç de basit olmayan bilinçsiz bir yapının, garip bir matematik denkleminin konusunu oluşturur; ve  tek bir birey söz konusu olduğunda da, en azından bütünleşememiş bir dilsel yapı olarak kendini göstermekte, bu da her zaman şizofreniyle sonuçlanmasa da paranoya hezeyanlarına da kapı açmaktadır (çünkü “mutsuz bilinç” sonsuza kadar mutsuz kalmak istemez, bölünme onu paranoyaya sevk eder; siyaseten totalitarizm ile popülizmin evlendiği nokta da burası olsa gerek, ama bunun boşanması daha da korkunç olur, çünkü devlet “boş ol” deyiverir bir gün halka).

Elimizde şimdilik veri olarak bulunan şeyler bariz belirtik (semptomatik) yapıda olan şeyler: İnsanlık tarihinden bir dizi belirti… Üretim (gerçekte üretim görünümü altında yıkım ve özyıkım) ilişkilerini dönüşüme uğratan yeni teknik yordamlar da bu bilinçdışı gibi yapılanmış yapıdaki “gediği” giderek açmaktadır; özellikle de her an kapıda tutulan fiili veya potansiyel savaş tehdidi uylaşıma (consensus) olmasa da uysallaşmaya hizmet etmektedir. Bir kavram olarak kurucu öneme sahip “kıtlığın” (=bugün basitçe “geçim sıkıntısı”, “enflasyon” denilen şeyin ontolojik mütekabili) yeniden örgütlenişine tanık olmaktayız. Sanki ilkel bir kabile gibi yapılandırılmaktadır dürtüler, istekler, hazlar, bastırmalar, iki yüzlü sahtekârlıklar, şarkılar, içi boş şehidlik (maşatlık, meşhed) edebiyatları, vb. Topluluğun kendi kendini seyrettiğini sandığı aynada, organlarda bir mitosun mastürbatuvar öğeleri, aynı Yunan antik tiyatrosundaki koronun işlevi gibi, kendi kendinin katarsis’ini, katalepsis’ini, sağaltımını insanların bireysel vicdanlarını harekete geçirmeden yapmaktadır; ve bu çok arızi kalmaktadır kanımızca. Ancak tek maraza da bu değildir bu arazda. Topluluğun bu imge üretiminin normal dışının zahiri aynasındaki tersine dönmüş imgeleri de Yasa’yı negatifinden imlemekte (Pavlus sendromu), libidonun yaratımsal ve yatırımsal sermayesini, milli serveti, katma değeri, döngüye yeni katılacak artı değeri, velhasıl gelecek kuşakları (mesela kapalı fetişizmi, Suriyeli fantazmı, vb.) şekillendirmektedir.

Bu ve bunlar gibi “insan bilişi”ni, yani sözümona “yanlış bilişleri” ve diğer birçok farklı fikir ve fikirsizlik kurnazlıklarını, ister bilincin ve bilinçli yolsuzluğun, isterse de bilinçdışının dilinin yolundan, yolsuzundan bize bahşedecek ilmin nesnesi olmaya aday bu belirtilerin, remillerin ve remizlerin ışığında yeni bir “milli” ilmin icadı, olmadı yeni yerellik enstitülerinin, köy, kasaba, muhtar ve muhtariyet “ekollerinin” kurulması ve neşriyatı icabı ayna gibi ayan beyan ortadadır.

(ilk nüsha 1980, düzeltme 2017)
https://youtu.be/6Ptryz5DLtA

28.03.2017

L'Ecriture, du Monde...


Un récit de fondation sur les origines de l'humanité:

L'acte de se rassembler

Carence ou Caritas?

Frisson sacré ou climatique

dû à la constitution caritative

(sans poil, etc.)

Pro-duction du Feu (sacré)

comme Pro-vocation,

l'appel

à l'acte de se rassembler...

L'Origine de la "communauté":

Moi, Monde, Dieu (tiers)

Le triangle...

*

Le premier homme fut poète

qui a reçu le Feu éternel,

toujours fragile et à pro-téger...

Garde-feu de l'humanité:

L'Idée réçue,

en Triangle cristalline...

*

Poète vexé...

Car caritatif...

Cura

Chaste

Jeûn

Lamentations...

Manque

Mémoire gardé

Feu intériorisé

"l'idée qu'on peut 'avoir'"

du premier Acte Manqué...

*

Etonnement du premier commencement

La ressemblance

le halte

Heilige

salut

Similitude des générations et des générations:

le Nombre, le chiffre (nombra-t-il?)

le case vide

transcendantale

toujours renaissant

au premier commencement

comme l'origine:

le Moi,

le Monde,

le Dieu,

qui vient en Tiers

autours du Feu,

selon la Flamme,

Danse...


le 28 mars 2017

14.03.2017

LA DECONSTRUCTION EN TURQUIE




Titre de la chaîne: Philosophie à l'école buissonnière

 

Description : Quand un philosophe se décide de, non pas passer devant les caméras comme on s'est habitué convenablement, mais, se mettre, brisé en mille morceaux, en schèmes quasi-transcendaux pour s'en faire une pensée sensible (noésis aisthétikon), l'art du cinéma et le style permis de philosopher prennent des tournures dont nous ne connaissons pas encore les conséquences au XXIème siècle des guerres.

 

Enregistrement du 19 janvier 2017

8.03.2017

Le Souverain et le Clerc




LE SOUVERAIN ET LE CLERC

 

Titre de la chaîne: Philosophie à l'école buissonnière

 

Moment de passage (à rebours cette fois) de la "Religion animale" à celle de "Fleurs" décrit phénoménologiquement  comme changement de "formes" de déité et leurs représentants (incarnants) le "shamans", les "prophètes" bibliques et les "fakirs hindous"...

 

Enregistrement du 7 mars 2017

6.03.2017

La Fin de tout Opéra



"L'Opéra de Méditerranée" songé à partir de "l'Origine de drame baroque allemand" (Trauerspiel) de Walter Benjamin, du "théâtre séljoukide" (via Danişmentli et Anna Commène), du "Théâtre et la Peste" d'Antonin Artaud, du "Théâtre des marionnettes" de Von Kleist, de "la Philosophie dans le boudoir" de M. de Sade, et du "Chevalier Inexistant" d'Italo Calvino...

Retarder l'échéance:De l'essence du théâtre et de la littérature: des "Mille et Une Nuits" au jour d'aujourd'hui...

Enregistrement du 5 mars 2017

27.02.2017

Bilge Karasu'dan Mektup Var!...


GECE 105, Bilge KARASU

 

Soru:

Peki, “bu iş veya işkence nereye kadar böyle sürecekti?” diye kendine soruyordu Bilge Karasu’nun Gece[1] romanının anlatıcısı, dehşet ve korku iktidarının tam ortasında veya sonuna yaklaştığını sezinlediği bir anda;

Yanıt:

Sonra yanıt vermeye çalışıyordu kendi kurmacasında: “herhalde tamamen yalnız kalıncaya kadar. Bütün aynalarda kendisini görünceye kadar, herkesin gözü onun kendi aynası oluncaya dek… Daha doğrusu, bu aynaların önünde kimse durmasa da, kimsenin kendi yüzüne bile bakmaya cesareti kalmadığı, hatta bundan çekindiği, kendinden bile utanmaya başladığı o geri dönülmez noktada, işte bütün aynaların İktidar’ın o boş koltuğuna delice bir öc alma hırsıyla sarılmış o Zat’ın onca çırpınışına ve ülkeyi alt üst eden o ihtilaç anlarında nutuklarıyla kıvranarak can çekişmelerini sergilediği, şantajlar, tehditler savurarak kürsüde bütün bir ülkenin önünde farketmeksizin peşpeşe sözel orgazmlar geçirerek kıvranmasına rağmen, hâlâ görünüşü kurtarma peşinde bir kaç dalkavuk ve biat ustası dışında, hiç  kimsenin gönlüne gerçekten giremeyi başaramadığını, aslında kendi dehşet tuzağına kendisinin düştüğünü fark ettiği o anda, dış dünyadaki aynalarda, televizyon ekranlarında, kendi kendisinin birebir aynısı-aynası yapmayı başardığı basın-yayın organlarında değil ama,  sıradan gündelik işlerinde bu toz dumanın bir an önce dağılmasını, doların düşmesini, bankaların faizleri yine indirmesini, paradan fazlalık sıfırların gene atılmasını bekleyen insanların bizzat hilkatlerinde bulunan o kendi sahih aynaları olan sahici gözlerinde, O’ndan duydukları nefret ve korkuyu, aynı tecavüzcüsüne direnmenin kendisine daha da fazla acı çektireceğini anladığı noktada kendini rehavete kaptıran maktülün gözlerinde dona kalan o bakış gibi, sonsuza kadar, ya da daha iyisi cehenneme kadar, kendi yüzünün aynası haline gelecek olan yeryüzünün bütün aynalarında yansıtmaktan başka bir işe yaramaz oluncaya kadar…” (105, tercüme hafifçe dönüştürülmüş, çağımız Türkçesi’ne uyarlanmıştır, M.B.).



[1] 1975-76 tarihleri arasında kaleme alınmış olan bu romanın birinci baskısı 1985 tarihinde İletişim yayınları (İstanbul) tarafından Akşit Göktürk’ün Sunuş yazısıyla yayımlanmıştır.

26.02.2017

APOLOGIE DES BOIS À ADONIS



Une contribution POéTİCO-éECOLOGİQUE au group de résistants turcs K.O.S. (Kuzey Ormanları Savunması: La Défence des Forêts du Nord, d'Istanbul).
En l'occurence, dans ce vidéo, sur l'exemple de "Validebağ Korusu Défence" tous les forêts anciens (mytiques ou vrais) et à venir qui sont visés ici...

Megalo Tragedia



Lecture à voix automatique d'un poème en turc "Anadolu Komünizmi" (Communisme d'Anatolie), et les digréssions (en français) à la mémoire de la ville martyrisée le 31 décembre 2016, Istanbul en deuil de nouvel an.

Fictions autobiographiques ,
l'histoire du présent et
analyses phénoménologiques de la vie quotidienne

16.02.2017

Se Composer Avec



Avec mes nouvelles acquisitions récentes et futures, deux violons et mes cordes vocales, je compose en public "à la sortie du boulot" avec les mots étranges que je trouve dans la "trésorérie" secrète de la langue turque -d`ailleurs inusitée- dont les exemples viennent toujours ou à l'occasion d'une "juiverie" moyenâgesque: "Goygoy-cu" (violoniste), "Chammata" (Şamata, bruits de joie excessive) , "Havra" (Synagogue), etc.

A l'instar d'une pièce de théâtre de L. Pirandello, "Six personnages qui cherchent leur auteur", mes instruments musicaux (mes violons et mes cordes vocales, vibrations de mon corps et autres palpitations de mon coeur) cherchent leur compositeur latente ou virtuel, pour les auditeurs aussi in-existants que possible.

Ce qui pourrait faire aussi parfaitement, ni plus ni moins que quelques secondes du "Silence" d'un John Cage, si j'avais pu résister -sans punctum, sans putsch- à l'envie de "se composer avec" les bruits des cryptes ou les chants de sirènes. Une leçon ou l'apprentissage de violon.

Enregistrement du 14 février 2017

9.02.2017

Histoires de Fantômes pour Grandes Personnes-G. Didi-Huberman avec Marie...






George Didi-Huberman sur Aby Warburg (Planche 42, Gestes de lamentations)

5.02.2017

Theatrum Philosophicum -I




THEATRUM PHILOSOPHICUM -I

 

A partir de la conception de "paradoxe du comédien" de D. Diderot, on s'interroge sur l'essence de l'homme. L'exemple privilégié "l'homme en guerre" où la représentation scénique de la vie civique se lève comme un rideau de théâtre à l'italienne pour nous -les philosophes, comme Hegel, E. Levinas, A. Lingis, M. Blanchot, J. Patocka- faire entrevoir le fond (démonique) qui fuit toute représentation (y compris, philosophique, scénique, dialectique, trop rigide, etc.).

 

Enregistrement du 13 décembre 2016

2.02.2017

A l'honneur de Bain Turc / Hamamın Namusu



 L'état actuel d'un hamam historique (Tahtakale Hamami) à Istanbul. Vaste ensemble des bâtiments à plusieurs étages, en trés bon état, bien gardé, mais désaffecté comme bain publique, réinvesti actuellement comme un centre commercial qui est également désaffecté à cause de la crise économique provoquée par les guerres en tout Moyen Orient.

Toute la structure architécturale témoine d'un "mode de vie" détendue, luxuriante, lente et lubrique, comme une préparation par l'eau tiède ou chaude à la purification spirituelle par la prière journalière.
"Ses honneurs rendus à un Hamam" (Hamamın namusu), l'un des plus monumentaux, que les turcs ont  malheureusement eux-mêmes désaffecté comme ils désaffectèrent par l'époque moderne leur moeurs bien connus...

Anamésis et deuil qui s'étendent à toute Europe, depuis maintenant plus d'une siècle, comme la poésie raisonnée (en turc original lu, et en traduction française, par Google Translate) de la bande sonore en témoigne hardiement.

Enregistrément du 1 ère février 2017

Titre pour la version turque: "Hamamın namusunun iade-i itibarı"