1.04.2017

BELİRTİLER


AYALTI ÂLEMDEN BAZI

BELİRTİLER – REMİLLER – REMİZLER

Ve yeni bir ilim icabı

 

(Sahih, gerçek) toplumsal ilişkiler ve üst yapı kurumları (bağzı içtimai müesseseler) hemen her zaman bire bir uyuşmayan, kendi özerk (muhtar) gerçeklik alanları olan görece (itibari) ve farklılık gösteren yapılardır. Birbirlerine teşmil edilmelerinden, birbirlerinin tedavülüne mütemadiyen bir rabıta farkı ile girmelerinden, eksi sayıların meontolojik hakikatinin asal sayıların müspet değerlerine  galebe çalmasına bir netice almaksızın benzemeye devam etmelerinden  birkaç asır önce de dogmatik aklın barok ışığında Leibniz’in matematik argümanlarında infinitezimal hesaplama yönteminde Astronomi ilminin hizmetine sunulmuş idiler.

Filhakika, insanlık Astronomide birkaç asırdan beri bir hayli ilerlese de bir Kozmoloji kurmak bir yana, ‘Kozmolojik bir İde’ye bile sahip olmaktan ırak görünmektedir. Hal bu ki, Ayaltı dünya Ay’ın karanlık yüzüne benzemeye devam etmekte,  “üst yapı” da bütün muhkem müesseseleriyle saydam bir nitelikte görünmemektedir; koyu, ağdalı bir mayi nispetindedir. Yani belirli bir dönemde içinden bakıldığında (dışından bakmak için dışına çıkabilmek lazım gelir ki, bu da uzaya giderek olmayacağı asrımızda anlaşılmış bir vakıadır) ardında yatan ilişkiler ağı ya da yumağı ne yazık ki (“ô Pêre Chastel!”, diyordu Epikürcü Diderot) açıkça görünmez. Basit ve iradi bir şekilde toplumsal ilişkilerin çarpıtıldığı, gizlendiği düzgü düzgü bir düzgülenme (codification) olduğu sonucu çıkarmak gerekmez bundan. Ama büsbütün saydamsız olduğunu da söyleyemeyiz elbette. –“Bir ‘bilim’ gibi değişmez bir nesnesi olan bir varlık alanı değildir o.” (“Türkiye’de Hukuk”, M. Belge, Cumhuriyet) diye buyurmuştur bilimin kurulan, nesnesinin de bu kurguda kurulan bir şey olduğundan habersiz olmaması gereken bir zat.

En azından T.C. özelinde elimizde olan en saydam şey şu gibi görünmektedir; yakın bir zamana kadar bütün kurumlarıyla kendini batılı gibi göstermeye çalışan bir burjuva devletinin, ülkedeki feodal sömürüyü ve taşeronluk aracılığıyla oluşmakta olan kütlesel proleterleşmeyi gizlemeye çalışarak ve bir “millet-devlet” edebiyatıyla halkları baskı altında tutarak, söylemlerinde ülküselleştirdiği demokrasinin tam tersi bir yönde savrulmasıdır. Uyarıyoruz, ikaz ediyoruz, ama elimizden bir şey gelmiyor diyordu müşkil durumda kalan bir yandaş şair.

Halk bir yandan Şark’ın o bin yıllık ustalıklı deneyimiyle ikiyüzlü bir kültüre alıştırılmakta ve alışmaktadır, öte yandan da yine aynı deneyimle onu (yani kendisini) bir kez daha –bir salto hareketiyle- tersine çevirecek (aslında “bir fotoğrafın Arabı” gibi ifşa edecek –Ece Ayhan) bir gediğe doğru çekilmektedir. Halk kendince, hasbelkader bir öteki kültürü yaratmakta, ancak resmi kültürün ritüellerini de aynı bir yağmur, fırtına imişcesine bir “doğa olayı” gibi  (iş çıkışı Cuma darbelerini de belki bir pembe deprem kuşağı gibi) karşılamakta ve ceketini ilikleyip saygılı bir sessizlikle geçmesini beklemektedir. Halk devletten kibarca kendisini “ötekileştirmemesini” rica etmekte, Devlet’ten  de “duruma göre icabına bakarız” yanıtını almaktadır. Darbelerden biri bitince başlayan öteki hayat da böylece değerli bir içeriğe ulaşmaktan mahrum bırakılmış olmaktadır (sosyo-psikolojik bir tespittir bu). Böylece –topyekün “insanlar” dememek için- bütün bir “orta sınıf” da inanılmayan bir değerlilik ile (geçici olup olmadığını göreceğimiz) inanılan bir değersizlik arasında yine şizofrenik bir konuma itilmektedir  (bu da evrensel lisanda proleterleşme oluyor zannımızca, isterseniz aramızda buna, karşıdan bakarak ‘popülizm’ de diyebiliriz).

Bu örnekte yeterince derinleşildiğinde görüleceği gibi, insanların gerçekte yaşadıkları ile bunların kurumlar düzeyinde görünüşleri arasındaki “çelişki”, hiç de basit olmayan bilinçsiz bir yapının, garip bir matematik denkleminin konusunu oluşturur; ve  tek bir birey söz konusu olduğunda da, en azından bütünleşememiş bir dilsel yapı olarak kendini göstermekte, bu da her zaman şizofreniyle sonuçlanmasa da paranoya hezeyanlarına da kapı açmaktadır (çünkü “mutsuz bilinç” sonsuza kadar mutsuz kalmak istemez, bölünme onu paranoyaya sevk eder; siyaseten totalitarizm ile popülizmin evlendiği nokta da burası olsa gerek, ama bunun boşanması daha da korkunç olur, çünkü devlet “boş ol” deyiverir bir gün halka).

Elimizde şimdilik veri olarak bulunan şeyler bariz belirtik (semptomatik) yapıda olan şeyler: İnsanlık tarihinden bir dizi belirti… Üretim (gerçekte üretim görünümü altında yıkım ve özyıkım) ilişkilerini dönüşüme uğratan yeni teknik yordamlar da bu bilinçdışı gibi yapılanmış yapıdaki “gediği” giderek açmaktadır; özellikle de her an kapıda tutulan fiili veya potansiyel savaş tehdidi uylaşıma (consensus) olmasa da uysallaşmaya hizmet etmektedir. Bir kavram olarak kurucu öneme sahip “kıtlığın” (=bugün basitçe “geçim sıkıntısı”, “enflasyon” denilen şeyin ontolojik mütekabili) yeniden örgütlenişine tanık olmaktayız. Sanki ilkel bir kabile gibi yapılandırılmaktadır dürtüler, istekler, hazlar, bastırmalar, iki yüzlü sahtekârlıklar, şarkılar, içi boş şehidlik (maşatlık, meşhed) edebiyatları, vb. Topluluğun kendi kendini seyrettiğini sandığı aynada, organlarda bir mitosun mastürbatuvar öğeleri, aynı Yunan antik tiyatrosundaki koronun işlevi gibi, kendi kendinin katarsis’ini, katalepsis’ini, sağaltımını insanların bireysel vicdanlarını harekete geçirmeden yapmaktadır; ve bu çok arızi kalmaktadır kanımızca. Ancak tek maraza da bu değildir bu arazda. Topluluğun bu imge üretiminin normal dışının zahiri aynasındaki tersine dönmüş imgeleri de Yasa’yı negatifinden imlemekte (Pavlus sendromu), libidonun yaratımsal ve yatırımsal sermayesini, milli serveti, katma değeri, döngüye yeni katılacak artı değeri, velhasıl gelecek kuşakları (mesela kapalı fetişizmi, Suriyeli fantazmı, vb.) şekillendirmektedir.

Bu ve bunlar gibi “insan bilişi”ni, yani sözümona “yanlış bilişleri” ve diğer birçok farklı fikir ve fikirsizlik kurnazlıklarını, ister bilincin ve bilinçli yolsuzluğun, isterse de bilinçdışının dilinin yolundan, yolsuzundan bize bahşedecek ilmin nesnesi olmaya aday bu belirtilerin, remillerin ve remizlerin ışığında yeni bir “milli” ilmin icadı, olmadı yeni yerellik enstitülerinin, köy, kasaba, muhtar ve muhtariyet “ekollerinin” kurulması ve neşriyatı icabı ayna gibi ayan beyan ortadadır.

(ilk nüsha 1980, düzeltme 2017)
https://youtu.be/6Ptryz5DLtA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder