GECE 105, Bilge KARASU
Soru:
Peki, “bu iş veya işkence nereye kadar
böyle sürecekti?” diye kendine soruyordu Bilge Karasu’nun Gece[1]
romanının anlatıcısı, dehşet ve korku iktidarının tam ortasında veya sonuna
yaklaştığını sezinlediği bir anda;
Yanıt:
Sonra yanıt vermeye çalışıyordu kendi
kurmacasında: “herhalde tamamen yalnız kalıncaya kadar. Bütün aynalarda
kendisini görünceye kadar, herkesin gözü onun kendi aynası oluncaya dek… Daha
doğrusu, bu aynaların önünde kimse durmasa da, kimsenin kendi yüzüne bile
bakmaya cesareti kalmadığı, hatta bundan çekindiği, kendinden bile utanmaya
başladığı o geri dönülmez noktada, işte bütün aynaların İktidar’ın o boş
koltuğuna delice bir öc alma hırsıyla sarılmış o Zat’ın onca çırpınışına ve
ülkeyi alt üst eden o ihtilaç anlarında nutuklarıyla kıvranarak can
çekişmelerini sergilediği, şantajlar, tehditler savurarak kürsüde bütün bir
ülkenin önünde farketmeksizin peşpeşe sözel orgazmlar geçirerek kıvranmasına
rağmen, hâlâ görünüşü kurtarma peşinde bir kaç dalkavuk ve biat ustası dışında,
hiç kimsenin gönlüne gerçekten giremeyi
başaramadığını, aslında kendi dehşet tuzağına kendisinin düştüğünü fark ettiği
o anda, dış dünyadaki aynalarda, televizyon ekranlarında, kendi kendisinin
birebir aynısı-aynası yapmayı başardığı basın-yayın organlarında değil ama, sıradan gündelik işlerinde bu toz dumanın bir
an önce dağılmasını, doların düşmesini, bankaların faizleri yine indirmesini,
paradan fazlalık sıfırların gene atılmasını bekleyen insanların bizzat
hilkatlerinde bulunan o kendi sahih aynaları olan sahici gözlerinde, O’ndan
duydukları nefret ve korkuyu, aynı tecavüzcüsüne direnmenin kendisine daha da
fazla acı çektireceğini anladığı noktada kendini rehavete kaptıran maktülün
gözlerinde dona kalan o bakış gibi, sonsuza kadar, ya da daha iyisi cehenneme
kadar, kendi yüzünün aynası haline gelecek olan yeryüzünün bütün aynalarında yansıtmaktan
başka bir işe yaramaz oluncaya kadar…” (105, tercüme hafifçe dönüştürülmüş, çağımız Türkçesi’ne uyarlanmıştır,
M.B.).
[1] 1975-76 tarihleri arasında kaleme alınmış olan bu romanın
birinci baskısı 1985 tarihinde İletişim yayınları (İstanbul) tarafından Akşit
Göktürk’ün Sunuş yazısıyla yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder