5.05.2013

MESEL İÇİNDE MESELLER

Mesel İçinde Meseller / Ve diğer Meseleler…



Örneklem: Antalya Şehri

Tanıklık: Kim konuşuyor/ yazıyor? M1 ; Zaman 2009 Ağustos’u

Mesele: Gerçek çatışma ile hayali çatışmaların “saf olay” olarak –belirsenimsiz- birliği

Aksiyom: görünür-başat olanlar kadar görünmez-algılanmaz-çekinik olanların “bir-arada-tutulması” başat çatışmayı çözündürür –yapıçözüme uğratır.



Bir-arada-tutma: bir görü ve düşünce hızı gerektirir (ironie impartielle et fulgurante)



Şehrin “mağara metaforu” ile imtihanı diyebileceğimiz bu kurmacanın ilk açılış bölümünde, şehirde –şehrin tam ortasında- bir mağara betimlemesiyle karşılaşıyoruz (bir pasajın alt katında keşfedilen bir kümes/ kreş:

“Büyük, geniş, küf, ter ve ürin kokan bir Ateshgenet’nin alt katındayım”

*



İş hanı geniş bir pasaj içinde

Ancak kriz nedeniyle dükkânların çoğu boş

İlk merdiven daha bitmeden müthiş bir fresko

Rüya âleminden fırlar gibi parlıyor

Fırça darbeleri boks darbelerinin şiddet

Ve ihtişamını çok güzel veriyor

İnsan duvardan fırlayan resmi duvardan söküp…

Ama ne yazık ki bu Ateshgenet’de

Resim duvara sonsuza dek mıhlanmış

Acı çeken bir “Merdivenaltı Klasiği”!...

*

Loş ve kullanılmayan dükkânlarla dolu alt kattayım

Bir horoz ötüyor

Şaka gibi gelen bir oda keşfediyorum

Tavandaki bir pencereden biraz ışık alıyor

Bu loş odada bir kümes var

Aynı zamanda odanın kendisi de bir kümes

Kümesin yanında bir beyaz horoz

Özgürce dolaşıyor

Bu Frau Hinkel’in horozu olmalı

Ateshgenet çökmüş horoz ayakta

Ama işte bu garip Ateshgenet’de bir adam da var

Pencereden içeri inen derin ve tozlu bir ışık huzmesi altında

Adam ibadet eder gibi vakurla tavuklarını yemliyor

Sıradan Bir Hollanda Resim Sanatı Klasiği!...

Adam çömelmiş, o olağanüstü ışık huzmesi altında

Kümesiyle ilgileniyor

Varlığımdan kendim bile ürküyorum

İnanın bu, “Kaplumbağa Terbiyecisi”nden de beter!

Çok dokunaklı bu sahne bir saray veya medrese avlusunda geçmiyor

En yoğun iş merkezlerinin olduğu

Yeryüzünde turistlerin kaynaştığı

Bir iş hanının bodrumundayız

Ve o ışığı görüyorum

Şevval Işığı

Bütün haşmetiyle yeraltında bile parlıyor

Bu hüzün bu derin ses nereden geliyor?

Kimin hükmü bu ışık?

Yeraltında bile hükmünü sürdürüyor

Adam sakince ve ruhig bir ruh haliyle

Çok önemli ve gizli bir dini görevi yerine getirir

Veya tapınağın günlüğünü tazeler

Sunağı kurban için hazırlar gibi

Tavuklarıyla ilgilenirken

Ortalıkta en babalarından bir horoz

Bütün vakuruyla dolanıyor

Bu Frau Hinkel’in horozu olmalı

LaBruyer horozu mu yoksa

Ha Alman ha Fransız ne farkeder

Buralarda bir yerlerde bir de Buridan eşeği olmalı

Bildiğin İngiliz eşeği veya Yunan Midillisi

Bir de öküz : an ox says something to an ass

Ya Râb Meryem Ana hangi döşekte?

Nereye düştüm ben?

Kim doğurtuyor beni?

Bir Arap atı gelse beni bu durumda görse

Hangi Hamse’de bu kadar nebat, hay var?

Ah Hinkel, Ah Brentano Amca,

Ah karısını bir bez parçasında doğurtan Aziz Mahmut Hüdâyi

Ah atından inen Hüdâya binen Sultan Ahmet

Ah Eski Almanya’nın bütün kümesleri

Ah Almanya sofrasına oturan Fransız askerleri

Ah Nasreddin Hodja’nın doğuran kazanı

Ah Hodja’dan çiziktirmeye kalkarken

Ölüp ölüp dirilen ben, bir ben bencileyin

Doğuran ve ölen ben, iman et!

Daha ne kadar remil, remiz bekliyorsun, haydi!

Ah bu Atesgenet’de dam çökmüş içeri ışık sızıyor

Mihrap nerde, yerinde değil

Tapınak yıkılmış

Sunak fırlamış

Kuyu kapanmış

Neden hâlâ tütüyor?

Bu hangi gizli din?

Rahipler nerde

Su boşa akıyor

Kimse yıkanmıyor

Seres, Sept nerde?

Elin içinde göz nerde?

Rabia nerde?

Kala kala kutsal bir kümes kalmış

Ve paha biçilmez güzellikte bir horoz

Öyle bir horoz ki

Bütün sefalete rağmen

Ah bütün sefaletine rağmen

Ötmeye devam ediyor

Ve Keyfhalek diyor

Nasıl kalkar buna Belâlek?

Tarumar, bitkin

*

Şapkam, şortum ve güneş gözlüklerimle

Yine bir tapınağın kudsiyetini bozuyormuş hissindeyim

Ben burada ne yapıyorum?

Güpegündüz

İlla geceleri ağlanır diye bir kayıt mı var?

*

Büyük, geniş, küf, ter ve ürin kokan bir Ateshgenet’nin alt katındayım

*

[Pasajlar: W.Benjamin’e]

Ateshgenet çıkışı karşı pasajdaki

Bütün dükkânlardan alışveriş yapıyorum

O dönemden beri müptelası olduğum bütün şeyler

İşte o gün bu dükkânlardan aldığım şeylerden bana yâdigâr

Ateshgenet Tütünü

Ateshgenet Halısı

Ateshgenet Râhlesi

Ateshgenet Şamdanı

Ateshgenet Kahvaltısı

*

Bir halk düşlemek:

(Proust’un ‘madlen’i misali ‘kefir’ ve belleğin uyanışı)

İsmi: Kefir

Ne işe yarar: Her derde devâ

Fiyatı: Elli kuruş

Bu kadar net ve kesin bir şeyi

İçmemek olmaz

Acaba Konya’daki meyan kökü kadar acı mıdır tadı?

Hemen gidip “nasıl” içileceğini soruyorum

“Nasıl” sorusu hep daha önceden karar vermişlerin sorusudur

Hatta vazgeçmişlerin

Yorgun düşenlerin

İş “nasıl”a kaldıysa o işi oldu bil sen

Az metafizik ama çok pragmatik bir sorudur “nasıl”

İşte Kefirle tanışıklığım kendimle bir iddiayla başladı

Üstelik de yanıt : “ister yudum yudum”

“İster bir dikişte” fütursuzluğunda olunca…

Tadı yoğurt suyu gibi, hatta leziz bile denilebilir

Gereken zamanda içiyor ve dükkânı terk ediyorum

Çıkarken “Elmalı ham çökelek” ilanı gözüme çarpıyor

On beş yaşlarındaki dükkân sahibinden

İlk ham çökeleğimi yiyorum

Afacan şakacı!

Elmalı’da kaç yüzyıl dağdan sahile inmeden

Ham çökelek yiyerek semiren bir halk düşlüyorum

Sahile yanaşmaya korkarak

Kendi Kefr âleminde remilleri çözmeye çalışarak

Bu acayip limanın kuyularına inemeden

Bu şehri bir gün zapt edebilmek için

Yüzyıllarca dağları mesken tutup

Süt içmiş, ham çökelek yemiş, üstüne de kefir içmiş

Günahsız keçi gibi bir halk düşlüyorum

Bir Höyük, bir Tümülüs gibi bir halk

(Çorum’a bir akşamüstü gireceğim İsmail’le)

*

[Baudelaire ve Pasajlar]

Hem zaten sigarayı bırakacağım

Tütüne başlama zamanım geldi

Bir tutam içer içmez hemen

Dimağmın açıldığını fark ediyorum

Bu deneme içimi esnasında

Dükkâncı pasaj içinde bir görünüp bir kayboluyor

Benim görüş mesafem içinde bulunmamayı başarıyor

Biraz silik, biraz sinsi biri gibi

Benim saatlerdir pasajda neler yaptığımı soruyordur kendine

Tam bir kasaba manifaturacısı

Kılıbık kumkuma

Tütünü pasajda bir sandalyeye çöküp içiyorum

Kendimi Baudelaire gibi hissediyorum

*

Umurumda mı dünya?

Ateshgenet’min kapısına oturmuş Hüsrev’i bekliyor

Biraz vakit geçiriyorum

Deneme başarılı olduğu için gidip

Bir ton tütün alıyorum

Bölgenin yıllık istihsalini satın alıyorum

Heybeme, eşeğimin semerine

Kitapların ağırlığı yanına yükleyip

Sokaklarda tüttüre tüttüre ilerliyorum

Dibine kadar dünya!

*

[Kürt Açılımı: 2009 yanılsaması]

Şevval 19

Kürt açılımı bütün hızıyla devam ediyor

Ben bile bu hıza yetişemiyorum

Ben de kendi açılımımı artık hızlandırmalıyım

İmralı’ya alelacele feribotlar kaldırılıyor

Bir avukatlar ordusu geliyor

Tarihte acaba nerede yanlış yaptık bakıyoruz

Ortada “mektuplu çözüm” lafları dolaşıyor

“Görülmüştür”lü bir çözüm…

Vahşi Rubai’ye devam,

Dünü anlatmak için artık sözcükler yetmez

Aysız geceler

Yeni Ay’ı gördüğümüz zaman

Hayırlısıyla Ramazan olacak

Şimdilik beklemedeyiz

Şeriat ya kalkacak ya kalkacak!

Onu biz bir tamîmle değil

Kendi sâlih eserlerimizle kaldıracağız

Salihler Evi’ne artık çok yaklaştım

Kubad Abad’dan selâm olsun herkese

Esselâmınaleykûm!

Harekât planı gereği son hazırlıklarımı tamamladım

Önce Antalya Kartalspor’un

On altı on yedi yaşındaki oyuncularını

Konyaaltı Plajı’nda topladım

Senaryo gereği Ukraynalı turist kızlar

Kayalıklarda fotoğraf çekimi yapacak

Son derece duygusal pozlar verip

Birbirlerinin fotoğraflarını çekeceklerdi

Ben de tepeyi tutacaktım

Maksat Belek, Kundu ve Perge taraflarından gelecek

Askerlerin dikkatini dağıtmak

Karanlıktan da faydalanarak birlikleri

Geç saatlerde Karaalioğlu’na kaydırabilmekti

Kartalspor’un oyuncuları su içinde

Kendilerine ayrılmış bölümde yarı çıplak oynaşıyorlar

Ukraynalı kızların verdiği birbirinden şuh pozların tadını çıkarıyorlar

Ancak Ukraynalı esir kızları bıraktığımız kaya

Benim denetimimde

Süngüleri indirip gerisin geriye

Çıkarma yaptıkları suya geri dönüyorlar

Sahilde manzara içler acısı

Bütün İngiliz ve Avustralya birlikleri,

Anzaklar kamp alanını terk etmiş

Ağaçlıklara çekilmiş durumda

Tel örgülerinden ardından bizim askerlere

Sigara ikram edip sohbet ediyorlar

Puro, naylon çorap ve porno dergi alışverişi

Tüm hızıyla devam ediyor

Tansiyon giderek artıyordu

Açıkta demirlemiş Paris-I gemisi

Bir jest yapıp kalkıp ta Sorbonne’dan gelmiş

Besbelli bir davet veriliyordu

Kont hazretleri uyanmış

Kavalalı Mehmet Ali Pasha’yla birlikte

Vali konağındaki penceresinden

Hal ve gidişâtı seyrediyor

Kendince notlar alıyor sigaralar içiyordu

Limanda ise durum daha da karışıktı

İngilizlerin zamanında toptan alıp istiflediği

Santal ağaçları, Hurma ağaçları ve dev Fillerin

Dev balyaların sevkiyatı durmaksın devam ediyordu

Muhaberattan bazı Ruslar da

Olaylarda gözlemci olarak

Otellerde ön saflarda yerlerini ayırtmışlardı

Votkayla soğuk balık yiyip yüksek sesle bağrışıyorlardı

Durumunun daha da gergin hale gelmemesi için

Ben Kartalspor’a sanatsal içerikli bilgiler veriyor

Tansiyonu düşürmeye çalışıyordum

Fotoğraf sanatının ilerde çok gelişeceğini

Onlar gibi Vatanperver Spor Fırkasının (V.S.F.)

Bir halk hareketi olmasını beklemek yerine

Hamam Firkateyni ulaşıncaya kadar direnebileceklerini

Maçtan sonra duş almak için gittikleri

Soyunma odasında soğuk duş almaları gerektiğini

İleriki çağlarda internet denilen bir aletin icat olunacağını

Ve bu sanatsal içerikli pozları dijital ortamda

İsterlerse dünyanın büyük merkezlerine

Paris, Londra, Pekin gibi moda başkentlerine

Anında pazarlayabileceklerini

İsterlerse kendi sitelerini açıp

Tek başlarına yönetime el koyabileceklerini

Op alımı yapabileceklerini

Eski usul cephe savaşının gusülle biteceğini

Siperlik etkisinden kurtulabildikleri takdirde

Bunu siber ortamda veya uzay boşluğunda

Rahatlıkla yapabileceklerini

Anlatıyordum

Çocuklar anlattıklarıma inanmışa benziyor

Ve Ukraynalı turistlerden umutlarını kesmeleri

Gerektiğini anlar gibi yapıyorlardı

Durum tam denetimimden çıkmak üzereyken

Nihayet onlara moral desteği vermiştim

İçlerinden bazıları kös kös gidip

Yarı beline kadar suya oturdu

Diğerleri de onlara eşlik ve eşeklik etti

Su sıçratıp şakalaşmaya başladılar

Hava artık iyice kararmaya başlamış

Ortalıkta Ukraynalı turistlerin tek tük

Flaş patlamaları dışında top sesleri de duyulmaz olmuştu

Paris I gemisi ışıklandırılmış içerden müzik sesleri geliyordu

Gramofondan Behiye Aksoy’un

“Meye geldim/

Gönülleri fethetmeye geldim” şarkısının

Nağmeleri duyuluyordu

Mısır ve Yunanistan üzerinden

Orta Doğu üzerinde emelleri olan Fransız birliklerini

Sindirmiş gibiydik şimdilik

Ben de kısa günün kârı

Ukraynalı turist esir kızları arkama almış

Elimdeki iki küçük çakıl taşıyla oynuyordum miskin



Bu kadar kahramanlık yeterdi

*

Uzun bir konvoy halinde o aysız gecede

İhtiyari Ateshgenet’den ayrılıyoruz

Harekât planında kararlaştırıldığı üzre

İlk hedefimiz,

İstikâmet Akdeniz!

*

Gecenin ilerleyen saatlerinde konvoy

Karaalioğlu parkı civarındaki

Yerleşim bölgelerinden uzaktaki

Maşhad’ın yakınlarına vardığında

Kaybımız da kazancımız da büyüktü

Hem düşmana hem de kendimize

Ağır hasarlar verdirmiştik

Kazanan gene biz olduk

Yolda yaptığımız alışverişlerle

Yerel halk ak akçe gördü

Durgun ekonomi savaş ekonomisiyle canlandı

Çok canlar alındı çok canlar verildi

Bu memleket böyle kurtarıldı

Gene kale direkleriyle Ateshgenet’yi kurduk

Ruhlarımız şehitlere özgü tatlı bir rehâvet

Ve yumuşak başlılık içindeydi

Konvoy parka konuşlanmış

Kimileri erkenden yatmayı tercih etmişti

Parkta boş bank neredeyse kalmamıştı

Tabii kimse şehit lafını etmiyor

Ama bazıları ailelerine

Antalya Belediyesi önündeki telefon kulübelerinden

Telefonlar ediyordu

O zamanlar daha cep telefonu icat edilmemiş

Sporcular kuyruklar halinde yerlere çömüyor

Ve aileleriyle, sevdikleriyle uzun ve buğulu

Anlaşılmaz derdi ne olan

İçine kapanık, kirpikler nemli

Özlemli konuşmalar yapıyorlardı

Bütün duygusal sömürü gösterileri bitince de

Yine hep bir araya geliniyor

Çocuklar kadar şen, çocuklar kadar yalın

Ve çocuklar kadar temiz, saf,

Günahsız oluveriyorlardı



*

[Kurmaca içinde Kurmaca:

Film Çekimi/ Ekibi]



Ukraynalı kızları da otellerine bıraktık

Artık onlar da Kolonyal Otel’de

Sabaha kadar öteki Ruslarla rulet oynayacaklar

Sabaha artık kazananlar gene bizimle olacak

Bu savaşın aktörlerinin savaşın neden yapıldığına dair

En ufak bir fikri yok zahir

Herkes vatan kurtarma derdinde

Vatan nerde ve kimin vatanı ne nedir soran yok

Her film çekiminde olur böyle şeyler

Senaryoyu okuyan yok, rejisör de kayıplara karıştı

Filmi artık ben idare ediyorum

Sevkiyatları ben yapıyorum

Seferber ettiğim yerli ve yabancı orduların

Orada tesadüfen bulunan turistlerin

Birazcık para kazanmak isteyen esnafın

Ve sokak çocuklarının oluşturduğu bu görkemli

Atmosferde ben kendi filmimi çekmekteyim

Bu daha önce de başıma gelmişti

Film kendi kendini çekmiş

Gayet de iyi olmuştu

Hayata minimum müdahale

Ve işte bir şaheser daha!

Hayat sen muhteşemsin

Hep aramadığım zamanlarda geliyorsun

Ve yanımda hep az kalıp başkalarının koynuna gidiyorsun

Bunu ödeyeceksin fahişe!

Bana sadık olmazsan ben sana neden sadık olayım ki?

*



Ben abluka altına alınmış, işgal altındaki şehirleri severim

İnce bir sahil şeridi, bir Yeşil hat

Silahların gölgesinde

Mayınlı arazilerde tatil içimi açar benim

Her an havai fişekler patlayabilir

İyi fotoğraf kareleri yakalayabilirisiniz

Savaşsız bir hayat boşa geçen

Bomboş bir Transatlantikle Kanada’ya gidip

Ontario’da rezervasyonsuz kalınabilen boş bir otelde

Televizyon seyretmeye benzer

Futbol maçı için ülke dışına çıkmak kadar boş iştir bunlar

Yedi büyük günahtan en büyüğüdür

Recm’i vaciptir!

*

Asıl konumuza dönersek

Casus Belli, ama kim?

Savaş neden çıktı?

Kim yönetiyor bu savaşı?

Kim bu halka bu kadar motorize güç dağıtmış?

Kim bunlara benzini tedarik ediyor?

Bu şehir nasıl silahsızlandırılır?

Laçka olmuş bu şehir

Bütün gece yatıp uyuyor,

Sabah da işe gidecekmiş gibi yapıyorlar erkenden

Ne işiymiş peki bakalım bu?

Sen neyin esnafısın kimin memurusun

Tapu kaydın var mı senin,

Sildireyim mi yoksa seni bu şehirden?

Git evrakını getir bana

Bu millet ancak böyle laftan anlar

Memur zihniyeti n’olacak

Köşeyi dönmeyi bilememiş

At altına bir marka araba

*

Antinous nereye gömülü?

Hangi Allahın cehenneminde tutuyorlar onu binyıllar boyu

Bu çobandan ne istiyorlar?

Vatikan’da heykelleri neden ulu orta sergileniyor?

Hiç mi insaf, hiç mi utanma yok

Bu içine kapanık çocuğu neden ele güne rezil ediyorsunuz?

Bu da nihayetinde bizim evladımız değil mi?

Ha Bythinya ha Bilecik ha Bursa ha Hüdevendigâr

Toprak!

Koca koca imparatorluklar kuruyorsunuz bir de üstüne utanmadan…

*

Sarıhummaya tutulmuş gibi bu düşüncelerle

Karargâhta gözümü uyku tutmuyor

Otağ’da bir aşağı bir yukarı dolaşıyorum



*



Nihayet Ateshgenet’nin kapılarını zorlayabileceğiz belki bu gece

Her şey planlarımızı zamanında ve bir bütün olarak uygulamamıza bağlı

Ancak tek sorun

Maşhad’ın, Meşhed’in,

Ve diğer bütün şehit düşülen yerlerin adresini bulabildiğimiz halde

Artık iyice yakınlarda olması gereken

Kapılarını sabah olmadan zorlamayı sabırsızlıkla beklediğimiz

Sabah olmadan da operasyonu

Bir Cihan savaşına daha sebep olmadan

Barışcıl yollardan tamamlamayı

Şu tarihe bir çeki düzen vermeyi

İçtimai hayatı canlandırmayı

Ümit ettiğimiz Ateşgene’nin

Nerede olduğunu tam olarak biz de bilmiyorduk!

*

Ateshgenet Forever diye yeni bir bar açılmıştı

*

Kapılarını sabah olmadan zorlayacağımız

Ateşgene’nin

Önce kaç kapısı olduğunu iyice hesap etmeli

Giriş ve çıkışları tutmalı

Denetim altına almalı

Başka giriş çıkışlar

Kuyu, tünel, kaçış yolu, limana inen gizli geçitler

Hatta damında bir yağmur deliği bile olsa

Var mı yok mu?

Dumanı hâlâ tütüyorsa eğer

Dumanın hangi bacadan



Hangi yönde tüttüğünü

Bize nasıl olup da ulaştığını

Ve böylesine etkisi altına alabildiğini

İyice, inceden inceye hesaplamamız gerekiyordu

*

Ama Ateşgene kaç kapı?

Kaçkapı Ateşgene!

Artık yalvarıyordum

Ama bunu bir türlü doğru hesaplayamıyorduk

*

[Büfe: Mağara’ya tekrar dönüş/ düşüş denemesi]



Birden Karaalioğlu’nun izbesinde bir büfeye rastladım

Gecenin bu geç vakti hâlâ açık olan

Ve nurdan bir haleyle kaplıymışçasına

Işıl ışıl yanan bu türbe acaba

Ateşgene’nin gizli bir giriş kapısı olabilir miydi?

Parka dozerler getirip istesem köstebek yuvasına çevirebilirdim burayı

Ama savaşı kendi yöntemlerimle bitirmek

Diğer yabancı uyruklu birlikleri ve özellikle de

Şehre artık iyice yerleşmiş olan İtalyan Garnizonunu

Veya hepsi ya bir mühendis ya da bir arkeolog olan İngiliz askerlerini

Uyandırmadan yapmak lazımdı bu işi

İtalyanlar şehir müzesini boşaltmışlar

Her tarafı didik didik etmişler

Tarihi eserleri balyalar halinde Vatikan’a uçuruyorlardı zaten

Onlar arasında Antinous’un cansız bedeni de olabilir miydi acaba?

Antinous’un o bedenden ibaret olmadığını bilecek kadar

Arkeoloji bilgim, dinî hissiyat ve ihtisasa sahiptim

Sokaklarda bile teoloji okurdum

Buralarda bir yerdeydi ama nerede?

Yer altı sularına karışmış bile olsa

Onun dirimini Osiris’le İsis’in evlilik törenlerinden önce bulmalı

Dünyanın çivisini yerine oturtmalı

Halkları yeniden silahsızlandırıp

Barış görüşmelerine başlatmalıydım

Çünkü bugün bu kader benden soruluyordu

Yarın başkasından sorulacak

Sıra bendeydi, biliyordum

Dünya savaşını ben durdurmalıydım

Kaçkapı Ateşgene! diye feryatlarımı



Çocukların duymasını istemiyordum

*



Şimdi şu büfeci çocuklarla birazcık sohbetin

Ne zararı olabilirdi ki?

Hem biraz istihbarat toplardım

Sonra istersek filimden çıkarırdık

Off record olurdu, merdiven altı olurdu kayıtsız kalırdık

Buna müellif-tercümanlar karar verirdi

Ben filmi başa sarardım

Daha ilk sözlerden anlaşıldı ki bunlar bizden, Muşlu

Kürt amcaoğulları idi

Açılım için gelmişler veya gönderilmişlerdi

Önce bir büfe açmışlardı

(Acaba buralarda hiç toprak kazmışlar mıydı?)

Büfeyi açtılar veya kapadılar

Kolileri, cipsleri, tezgâhı içeri koyup

İyice kilitlediler

Benim hâlâ “Kaçkapı Ateşgene” bakışlarla

O zifiri karanlıkta orada beklediğimi görünce de

İçlerinden büyük olanı

O zamanın sömürge Türkçe’siyle

Bana “kam gel” dedi, ya da “gel kam”

Ben de hemen “kam geldim”

Büyük olanının Ateshgenet’den olduğu belliydi

Hatta filmde bir rolü bile olabilirdi

Bu tek sözü benim ona doğru taarruza geçmeme yetti

Ama şimdi savaşta da olsak nihayetinde sivildik

Üstelik bu sefer sivildeki görevim de rol icabı

Pezevenklikti

*



(Bu savaş şartlarına rağmen

Milliyetim, tebâm onun için önemsiz olacak ki

Bana aynı anda hem İngilizce hem de Türkçe hitap etti

Al istediğini seç der gibi teklifsizce

Filmde dublaj sorunu yaşanmayacak)

Ortada sinema sanatının bile göz ardı edemeyeceği

Acımasız bir gerçek vardı

O da şu ki, adamla ikimiz

Aynı pazardan alınmış aynı marka lastik terliği giyiyorduk

Bu bir çeşit amele veya abdest terliği olarak da bilinen

Sıradan bir yazlıkçı terliğiydi

Bu bizi hemen kardeşleştirdi

*



Ortada daha kalkan süngü veya herhangi bir savaş aleti

Miğfer kaleş roketatar mayın detektörü veya

Sivri uçlu herhangi bir cisim olmamasına rağmen

Süngüler indi, iniverdi

Oturup adamla ve birbirinden sevimli iki amcaoğluyla

Muhabbete başladık

“Türkler ve Kürtler” diye söze başladım,

Hitabetteki üstünlüğümü cenkte de sürdürdüm

“Yaşamasını ve savaşmasını delicesine seven iki millet tek Vatan’dır

Bizler et ve tırmık gibiyizdir

İyi yaşar, iyi savaşır ve iyi sevişiriz

(Mihmandar dragomanlar bunu “iyi geriniriz”

Veya “iyi geğiririz” diye not etmiş son iki yüzyıl boyu)

Aslında yaşamın iyisi kötüsü de yoktur

Savaşın da iyisi kötüsü yoktur

Sevişmenin de iyisi kötüsü yoktur

Hepsi birdir ve hepsi iyidir

Bizler hepimiz iyiyiz

Savaşa gelince, kimse asla neden başladığını anlamadığı gibi

Birdenbire nasıl bitiverdiğini de anlamadı

Açılım bir büfeyle gerçekleşiverdi işte

Oraya bir büfe açmayı birinin düşünüvermesi gerekiyormuş işte

Doğru yerde doğru büfe!

İşte zekâ budur, ticaret, dostluk, kazanç kapısı budur!

Bundan herkes kazanır, herkes doyar

Şimdi mesela bu savaş şartlarında bile açık olan

Şu büfe burada olmasaydı

Sen açılım için kalkıp da ta Muş’tan yolu yokuştan

Gelmeseydin, ben gelmeseydim sen gelmeseydin

Ya bu çocukları aileleri göndermeseydi

Eğitimleri yarım kalsaydı

Bu filmde onlara bir rol verilmeseydi

Rol icabı büfecilik yapmasaydınız

Ben de bu senaryoyu okuyup beğenip

Menajerimin de ısrarıyla

Müellifler ne derse desin açık etiğim için

Bu kadar zahmetli bir rolün altına biraz da gönülsüzce girmeseydim

(İnşallah altında kalmam bu muzaffer kumandan rolünün)

Vahşi Rubai başlamamış olsaydı

Bunun bir de Western versiyonu benden istenmemiş olsaydı

İlk bölümleri İran ve Arap ülkeleri televizyonlarında

Bu kadar beğenilmemiş olsaydı

Şimdi biz senle ve bu sevimli yaratıklarla

Tanışmamış olacaktık, di mi?

*

Bu savaş (savaş yok)

Çok mağduru olsa da (mağdur yok)

Bak iyi yaşandı ve bitti (bitti)

Her güzel şeyin, aynı filmlerde olduğu gibi

Bir sonu var Fin / The End

Başlayan şeyler biterler

Sen evvelsiz ve sonrasız olanlara bak

Mesela bizim dostluğumuzu perçinleyen terliklerimiz

Adeta gecenin incileri

Bak nasıl da karanlıkta parıldıyor plastik

Peki şimdi ne yapacağız?

(Çocuklar biraz şaşkın biraz kayıtsız

Kafa sallayıp sözlerimi zaman zaman teyid ederek

Beni dinlediler ama sonradan çok az Türkçe bildiklerini

Daha ziyâde Türkçelerini ilerletmek, pratik yapmak maksadıyla

Benim konuşmama izin verdiklerini anladım

Ama gene de gürültücü Kartalsporlulardan farklı olarak

Beni dinleyen birilerini bulduğumdan

Sözlerimi sonuna kadar tamamlamak istedim)

Peki şimdi ne olacak?

(Onlar da sordu: “peki şimdi n’olacak?”)

Peki ya şimdi n’olacak?

(oh hepimiz bu cümlede hemfikirdik demek,

Asgari bir mutabakata varmıştık)

Olanlar zaten olmuş

Bu savaşı biz çıkarmadık

Bu barışı da biz yapmadık

Savaş sırasında şüphesiz güzel muhabbetlerimiz oldu

Ama n’apalım buraya kadarmış

Barış zamanında da zaten güzel sohbetlerimiz oluyordu

Arada ne fark vardı derseniz

Tarih, Coğrafya, Din Kültürü ve Bilgisi alanlarında

Hepimiz Yüksek Lisans’larımızı tamamladık işte

Doktora derecelerimizi aldık

Topluca bilinçlendik işte

Yurttaşlık bilincimiz gelişti

Ülke meselelerinde söz hakkımız olduğunu anladık

Ve kendi meselelerimize sahip çıkmayı öğrendik

(Tam kendi sözlerime kendim de inanmaya başlarken

İçlerinden büyük olanı beni artık durdurdu)

“Bunların hepsi siyaset ve saçmalık

Aslolan askerliktir!”

Sen de askerliğini pezevenk olarak yapsan görürdün gününü o zaman

A affedersiniz, siz de mi pezevenksiniz? demek istedim ister istemez

Ağzımdan çıkıverdi ama susuverdim

(Birden fark ettim ki tam iki saattir konuşuyordum ama

Ateşgene diye bağırmıyordum sağa sola

Karargâhta, film setinde olduğu gibi,

Kimseyi korkutamıyordum

Sağaltımım iyi gidiyordu)

Tabii ya ne sanıyorsun, dedi

Ruh çürümesi mi Ruh üşümesi mi oldum sanıyorsun

Ben mi istedim böyle olmasını

İçimde kötülük mü vardı yani doğarken

İyi güzel konuşuyorsun kardeşim de, dedim

Pezevenk olarak yapsan da askerliğini

Askerlik askerliktir, yaşam gibi hiç bitmez

Zaten askerliğin savaşla bir alakası da yoktur

Zira savaşı asla askerler çıkarmaz

Askerler de bitiremez, buna güçleri yetmez

Tabiat kanunlarıyla alakalıdır bu

Bizim savaşımız sevişme türü şeylerle ilgilidir

Nasıl desem, bak mesela

Mesela sevişme için türlü bahaneler uydurulabilir

Hepsi de sonuç olarak sevişme içindir

Ve eşit derecede doğru bahaneler, geçerli sebeplerdir

Sonuçta sevişecen ve bir şekilde ölecen

Bundan kaçış yok

Özellikle de söz konusu bu iki millet için durum bu

(Hepsinin biraz kafası karışmış gibiydi

Ama sevişme konusunda hemfikirdik

Zaten hitabet sanatında bir konuşmanın amacı da

Herhangi bir konuda hemfikir olmaktır

Mantık sadece buna aracı olur

Önemli olan niyettir

Zaten olmuş bitmiş bir savaştan ne gibi bir sonuç çıkar ki

Olan olmuştur

Fîhi Mâfih, sadece kendisine benzer

O türeyimsel değildir, türememiştir,

Kendinden de bir şey türemez, türetilemez

O odur, ben ben olanım diyen bir babayiğit var mı?

Biz önümüzdeki savaşa bakacağız artık!

Ah ne kadar da Tanrı’ya özeniriz aslında

*

Şimdi durum özellikle de benim cephede pek parlak görünmüyor

İstihbarat için gidip nasihât verdim

Çok konuştum Atinalılar gibi

Çok koştum Ispartalılar gibi

Artık susmam gerekiyor



*

Savaşta uyku ha! Vatan haini misin sen yoksa?

Ben bir görev icabı buradayım

Hadrianus Mücevherat’a bir giriş kapısı bulmalıyım

Antinous’un yeniden doğmuş hali olduğu söylenen

Kubad Abad’ı

Ateşgene rahiplerinin elinden kurtarmalıyım

O kapı ki asırlardır hiçbir ölümlüye açılmamış

Rahipler de yer yarılmış yerin dibine girmiş

Yarım ay ve hilâl biçimli pencereler içerden tıkanmış

Yer ve hilâl ay (kendimi şiir yazmamak için zor tutuyorum)

*



[Hücre evine iniş]



İşaretler havada kayboluyor sonra gene ortaya çıkıyordu

Yazdığı kâğıtları da sonradan kül tablasında yakarak imha ediyordu

Bu evde daha çok giz daha çok iz vardı

Duvarda besbelli bir el belirdi

Mene Tekel Ufarsim yazıyordu

Geheimnis’in merkezi ve iğvam için seçilen yer burası olmalıydı

*

Ay’ın kendine çektiği yer altı sularının etkisiyle

Kapatıldığımız bu oda mezarında

Büyük bir yolculuk, büyük bir eğlence hazırlığındaydık sanki

Ateşgene nereye?

Düğün günü geldi mi?

O an öyle büyük bir şûa gördüm ki

Hemen amele yanığı oldum

**



İşgal kuvvetlerine verdiğim ifadede

“Pişman değilim” diyecektim

İfademe yazılmasını isterim ki,

Sağır-dilsiz ha bire not alıyordu

Muşlu da arada tansiyonumu kontrol ediyordu

Yazın dedim,

Ben kendimde değilim ama siz yazılın dedim:

“Ben Ateşgene Rahibi Kubad Abad,

Hacer soyundan, İsmailiye kolundan habibî muhibbî

Kayıp kabile,

Yok edilmiş ırkım adına konuşuyorum,

Antinous’un yeniden dünyaya gelmişi,

Bythinya’lı bir çobandır aslım,

Aslıma Kerem Varıma yoğum diyorlar

Parkın içinden inilerek girilen bu hücre evinde,

Kürt, Laz, Lasha hatta biraz önce eve toplaşan

Urfalı Kelaynak ve Mardinli Tâvus kuşu görünümünde

Yeni dostlarımın önünde

Bildiğim bütün kolbastı, hoptek ve

Rize Trabzon sallamalarını bilerek isteyerek yaptım,

Hemşin Pişman değilim

Vatan sağ olsun!

Tarih’in yarısı bizi yargılasın!

Öteki yarısı da alkışlasın

Böylece Milletlerin Anası değişmeden

Milletlerin Arası gene bulunsun

Yaşasın Zehra Ana, yaşasın İsmail kardeş

Aytaç yargılanmasın taçlandırılsın

Ay’a gene tacı takılsın

Analık hükümran olsun

Nermin’in yarısı Zehra yarısı Sibele olsun

Milletler buluşsun

Kuleler yapılsın

Diller konuşsun

(sâhi diller nasıl nefes alırlar birbirlerinin dillerinden?)

Milletlerin kursağı doysun

Analar gün görsün

Okuyana işaretler gönderen Yüce El ve Göz adına

Ah Fatima!

Âli Rabbimiz adına

*



(Konuşmamın bu kadar büyük bir etki yapacağını

Ve büyük bir izleyici kitlesinin beni dinlediğini

Herkesin Beni Hür Sinemalarına akın edeceğini

O an hiç düşünememiştim doğrusu

Rolümü içimden geldiği gibi oynayıp son tiradımı da yapmıştım

Kameraların çekim yaptığından

Offcours off record, haberim yoktu doğrusu)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder