Örneklem: Antalya Şehri
Tanıklık: Kim konuşuyor/ yazıyor? M1 ; Zaman 2009 Ağustos’u
Mesele: Gerçek çatışma ile hayali çatışmaların “saf olay” olarak –belirsenimsiz- birliği
Aksiyom: görünür-başat olanlar kadar görünmez-algılanmaz-çekinik olanların “bir-arada-tutulması” başat çatışmayı çözündürür –yapıçözüme uğratır.
Bir-arada-tutma: bir görü ve düşünce hızı gerektirir (ironie impartielle et fulgurante)
Şehrin “mağara metaforu” ile imtihanı diyebileceğimiz bu kurmacanın ilk açılış bölümünde, şehirde –şehrin tam ortasında- bir mağara betimlemesiyle karşılaşıyoruz (bir pasajın alt katında keşfedilen bir kümes/ kreş:
“Büyük, geniş, küf, ter ve ürin kokan bir Ateshgenet’nin alt katındayım”
*
İş hanı geniş bir pasaj içinde
Ancak kriz nedeniyle dükkânların çoğu boş
İlk merdiven daha bitmeden müthiş bir fresko
Rüya âleminden fırlar gibi parlıyor
Fırça darbeleri boks darbelerinin şiddet
Ve ihtişamını çok güzel veriyor
İnsan duvardan fırlayan resmi duvardan söküp…
Ama ne yazık ki bu Ateshgenet’de
Resim duvara sonsuza dek mıhlanmış
Acı çeken bir “Merdivenaltı Klasiği”!...
*
Loş ve kullanılmayan dükkânlarla dolu alt kattayım
Bir horoz ötüyor
Şaka gibi gelen bir oda keşfediyorum
Tavandaki bir pencereden biraz ışık alıyor
Bu loş odada bir kümes var
Aynı zamanda odanın kendisi de bir kümes
Kümesin yanında bir beyaz horoz
Özgürce dolaşıyor
Bu Frau Hinkel’in horozu olmalı
Ateshgenet çökmüş horoz ayakta
Ama işte bu garip Ateshgenet’de bir adam da var
Pencereden içeri inen derin ve tozlu bir ışık huzmesi altında
Adam ibadet eder gibi vakurla tavuklarını yemliyor
Sıradan Bir Hollanda Resim Sanatı Klasiği!...
Adam çömelmiş, o olağanüstü ışık huzmesi altında
Kümesiyle ilgileniyor
Varlığımdan kendim bile ürküyorum
İnanın bu, “Kaplumbağa Terbiyecisi”nden de beter!
Çok dokunaklı bu sahne bir saray veya medrese avlusunda geçmiyor
En yoğun iş merkezlerinin olduğu
Yeryüzünde turistlerin kaynaştığı
Bir iş hanının bodrumundayız
Ve o ışığı görüyorum
Şevval Işığı
Bütün haşmetiyle yeraltında bile parlıyor
Bu hüzün bu derin ses nereden geliyor?
Kimin hükmü bu ışık?
Yeraltında bile hükmünü sürdürüyor
Adam sakince ve ruhig bir ruh haliyle
Çok önemli ve gizli bir dini görevi yerine getirir
Veya tapınağın günlüğünü tazeler
Sunağı kurban için hazırlar gibi
Tavuklarıyla ilgilenirken
Ortalıkta en babalarından bir horoz
Bütün vakuruyla dolanıyor
Bu Frau Hinkel’in horozu olmalı
LaBruyer horozu mu yoksa
Ha Alman ha Fransız ne farkeder
Buralarda bir yerlerde bir de Buridan eşeği olmalı
Bildiğin İngiliz eşeği veya Yunan Midillisi
Bir de öküz : an ox says something to an ass
Ya Râb Meryem Ana hangi döşekte?
Nereye düştüm ben?
Kim doğurtuyor beni?
Bir Arap atı gelse beni bu durumda görse
Hangi Hamse’de bu kadar nebat, hay var?
Ah Hinkel, Ah Brentano Amca,
Ah karısını bir bez parçasında doğurtan Aziz Mahmut Hüdâyi
Ah atından inen Hüdâya binen Sultan Ahmet
Ah Eski Almanya’nın bütün kümesleri
Ah Almanya sofrasına oturan Fransız askerleri
Ah Nasreddin Hodja’nın doğuran kazanı
Ah Hodja’dan çiziktirmeye kalkarken
Ölüp ölüp dirilen ben, bir ben bencileyin
Doğuran ve ölen ben, iman et!
Daha ne kadar remil, remiz bekliyorsun, haydi!
Ah bu Atesgenet’de dam çökmüş içeri ışık sızıyor
Mihrap nerde, yerinde değil
Tapınak yıkılmış
Sunak fırlamış
Kuyu kapanmış
Neden hâlâ tütüyor?
Bu hangi gizli din?
Rahipler nerde
Su boşa akıyor
Kimse yıkanmıyor
Seres, Sept nerde?
Elin içinde göz nerde?
Rabia nerde?
Kala kala kutsal bir kümes kalmış
Ve paha biçilmez güzellikte bir horoz
Öyle bir horoz ki
Bütün sefalete rağmen
Ah bütün sefaletine rağmen
Ötmeye devam ediyor
Ve Keyfhalek diyor
Nasıl kalkar buna Belâlek?
Tarumar, bitkin
*
Şapkam, şortum ve güneş gözlüklerimle
Yine bir tapınağın kudsiyetini bozuyormuş hissindeyim
Ben burada ne yapıyorum?
Güpegündüz
İlla geceleri ağlanır diye bir kayıt mı var?
*
Büyük, geniş, küf, ter ve ürin kokan bir Ateshgenet’nin alt katındayım
*
[Pasajlar: W.Benjamin’e]
Ateshgenet çıkışı karşı pasajdaki
Bütün dükkânlardan alışveriş yapıyorum
O dönemden beri müptelası olduğum bütün şeyler
İşte o gün bu dükkânlardan aldığım şeylerden bana yâdigâr
Ateshgenet Tütünü
Ateshgenet Halısı
Ateshgenet Râhlesi
Ateshgenet Şamdanı
Ateshgenet Kahvaltısı
*
Bir halk düşlemek:
(Proust’un ‘madlen’i misali ‘kefir’ ve belleğin uyanışı)
İsmi: Kefir
Ne işe yarar: Her derde devâ
Fiyatı: Elli kuruş
Bu kadar net ve kesin bir şeyi
İçmemek olmaz
Acaba Konya’daki meyan kökü kadar acı mıdır tadı?
Hemen gidip “nasıl” içileceğini soruyorum
“Nasıl” sorusu hep daha önceden karar vermişlerin sorusudur
Hatta vazgeçmişlerin
Yorgun düşenlerin
İş “nasıl”a kaldıysa o işi oldu bil sen
Az metafizik ama çok pragmatik bir sorudur “nasıl”
İşte Kefirle tanışıklığım kendimle bir iddiayla başladı
Üstelik de yanıt : “ister yudum yudum”
“İster bir dikişte” fütursuzluğunda olunca…
Tadı yoğurt suyu gibi, hatta leziz bile denilebilir
Gereken zamanda içiyor ve dükkânı terk ediyorum
Çıkarken “Elmalı ham çökelek” ilanı gözüme çarpıyor
On beş yaşlarındaki dükkân sahibinden
İlk ham çökeleğimi yiyorum
Afacan şakacı!
Elmalı’da kaç yüzyıl dağdan sahile inmeden
Ham çökelek yiyerek semiren bir halk düşlüyorum
Sahile yanaşmaya korkarak
Kendi Kefr âleminde remilleri çözmeye çalışarak
Bu acayip limanın kuyularına inemeden
Bu şehri bir gün zapt edebilmek için
Yüzyıllarca dağları mesken tutup
Süt içmiş, ham çökelek yemiş, üstüne de kefir içmiş
Günahsız keçi gibi bir halk düşlüyorum
Bir Höyük, bir Tümülüs gibi bir halk
(Çorum’a bir akşamüstü gireceğim İsmail’le)
*
[Baudelaire ve Pasajlar]
Hem zaten sigarayı bırakacağım
Tütüne başlama zamanım geldi
Bir tutam içer içmez hemen
Dimağmın açıldığını fark ediyorum
Bu deneme içimi esnasında
Dükkâncı pasaj içinde bir görünüp bir kayboluyor
Benim görüş mesafem içinde bulunmamayı başarıyor
Biraz silik, biraz sinsi biri gibi
Benim saatlerdir pasajda neler yaptığımı soruyordur kendine
Tam bir kasaba manifaturacısı
Kılıbık kumkuma
Tütünü pasajda bir sandalyeye çöküp içiyorum
Kendimi Baudelaire gibi hissediyorum
*
Umurumda mı dünya?
Ateshgenet’min kapısına oturmuş Hüsrev’i bekliyor
Biraz vakit geçiriyorum
Deneme başarılı olduğu için gidip
Bir ton tütün alıyorum
Bölgenin yıllık istihsalini satın alıyorum
Heybeme, eşeğimin semerine
Kitapların ağırlığı yanına yükleyip
Sokaklarda tüttüre tüttüre ilerliyorum
Dibine kadar dünya!
*
[Kürt Açılımı: 2009 yanılsaması]
Şevval 19
Kürt açılımı bütün hızıyla devam ediyor
Ben bile bu hıza yetişemiyorum
Ben de kendi açılımımı artık hızlandırmalıyım
İmralı’ya alelacele feribotlar kaldırılıyor
Bir avukatlar ordusu geliyor
Tarihte acaba nerede yanlış yaptık bakıyoruz
Ortada “mektuplu çözüm” lafları dolaşıyor
“Görülmüştür”lü bir çözüm…
Vahşi Rubai’ye devam,
Dünü anlatmak için artık sözcükler yetmez
Aysız geceler
Yeni Ay’ı gördüğümüz zaman
Hayırlısıyla Ramazan olacak
Şimdilik beklemedeyiz
Şeriat ya kalkacak ya kalkacak!
Onu biz bir tamîmle değil
Kendi sâlih eserlerimizle kaldıracağız
Salihler Evi’ne artık çok yaklaştım
Kubad Abad’dan selâm olsun herkese
Esselâmınaleykûm!
Harekât planı gereği son hazırlıklarımı tamamladım
Önce Antalya Kartalspor’un
On altı on yedi yaşındaki oyuncularını
Konyaaltı Plajı’nda topladım
Senaryo gereği Ukraynalı turist kızlar
Kayalıklarda fotoğraf çekimi yapacak
Son derece duygusal pozlar verip
Birbirlerinin fotoğraflarını çekeceklerdi
Ben de tepeyi tutacaktım
Maksat Belek, Kundu ve Perge taraflarından gelecek
Askerlerin dikkatini dağıtmak
Karanlıktan da faydalanarak birlikleri
Geç saatlerde Karaalioğlu’na kaydırabilmekti
Kartalspor’un oyuncuları su içinde
Kendilerine ayrılmış bölümde yarı çıplak oynaşıyorlar
Ukraynalı kızların verdiği birbirinden şuh pozların tadını çıkarıyorlar
Ancak Ukraynalı esir kızları bıraktığımız kaya
Benim denetimimde
Süngüleri indirip gerisin geriye
Çıkarma yaptıkları suya geri dönüyorlar
Sahilde manzara içler acısı
Bütün İngiliz ve Avustralya birlikleri,
Anzaklar kamp alanını terk etmiş
Ağaçlıklara çekilmiş durumda
Tel örgülerinden ardından bizim askerlere
Sigara ikram edip sohbet ediyorlar
Puro, naylon çorap ve porno dergi alışverişi
Tüm hızıyla devam ediyor
Tansiyon giderek artıyordu
Açıkta demirlemiş Paris-I gemisi
Bir jest yapıp kalkıp ta Sorbonne’dan gelmiş
Besbelli bir davet veriliyordu
Kont hazretleri uyanmış
Kavalalı Mehmet Ali Pasha’yla birlikte
Vali konağındaki penceresinden
Hal ve gidişâtı seyrediyor
Kendince notlar alıyor sigaralar içiyordu
Limanda ise durum daha da karışıktı
İngilizlerin zamanında toptan alıp istiflediği
Santal ağaçları, Hurma ağaçları ve dev Fillerin
Dev balyaların sevkiyatı durmaksın devam ediyordu
Muhaberattan bazı Ruslar da
Olaylarda gözlemci olarak
Otellerde ön saflarda yerlerini ayırtmışlardı
Votkayla soğuk balık yiyip yüksek sesle bağrışıyorlardı
Durumunun daha da gergin hale gelmemesi için
Ben Kartalspor’a sanatsal içerikli bilgiler veriyor
Tansiyonu düşürmeye çalışıyordum
Fotoğraf sanatının ilerde çok gelişeceğini
Onlar gibi Vatanperver Spor Fırkasının (V.S.F.)
Bir halk hareketi olmasını beklemek yerine
Hamam Firkateyni ulaşıncaya kadar direnebileceklerini
Maçtan sonra duş almak için gittikleri
Soyunma odasında soğuk duş almaları gerektiğini
İleriki çağlarda internet denilen bir aletin icat olunacağını
Ve bu sanatsal içerikli pozları dijital ortamda
İsterlerse dünyanın büyük merkezlerine
Paris, Londra, Pekin gibi moda başkentlerine
Anında pazarlayabileceklerini
İsterlerse kendi sitelerini açıp
Tek başlarına yönetime el koyabileceklerini
Op alımı yapabileceklerini
Eski usul cephe savaşının gusülle biteceğini
Siperlik etkisinden kurtulabildikleri takdirde
Bunu siber ortamda veya uzay boşluğunda
Rahatlıkla yapabileceklerini
Anlatıyordum
Çocuklar anlattıklarıma inanmışa benziyor
Ve Ukraynalı turistlerden umutlarını kesmeleri
Gerektiğini anlar gibi yapıyorlardı
Durum tam denetimimden çıkmak üzereyken
Nihayet onlara moral desteği vermiştim
İçlerinden bazıları kös kös gidip
Yarı beline kadar suya oturdu
Diğerleri de onlara eşlik ve eşeklik etti
Su sıçratıp şakalaşmaya başladılar
Hava artık iyice kararmaya başlamış
Ortalıkta Ukraynalı turistlerin tek tük
Flaş patlamaları dışında top sesleri de duyulmaz olmuştu
Paris I gemisi ışıklandırılmış içerden müzik sesleri geliyordu
Gramofondan Behiye Aksoy’un
“Meye geldim/
Gönülleri fethetmeye geldim” şarkısının
Nağmeleri duyuluyordu
Mısır ve Yunanistan üzerinden
Orta Doğu üzerinde emelleri olan Fransız birliklerini
Sindirmiş gibiydik şimdilik
Ben de kısa günün kârı
Ukraynalı turist esir kızları arkama almış
Elimdeki iki küçük çakıl taşıyla oynuyordum miskin
Bu kadar kahramanlık yeterdi
*
Uzun bir konvoy halinde o aysız gecede
İhtiyari Ateshgenet’den ayrılıyoruz
Harekât planında kararlaştırıldığı üzre
İlk hedefimiz,
İstikâmet Akdeniz!
*
Gecenin ilerleyen saatlerinde konvoy
Karaalioğlu parkı civarındaki
Yerleşim bölgelerinden uzaktaki
Maşhad’ın yakınlarına vardığında
Kaybımız da kazancımız da büyüktü
Hem düşmana hem de kendimize
Ağır hasarlar verdirmiştik
Kazanan gene biz olduk
Yolda yaptığımız alışverişlerle
Yerel halk ak akçe gördü
Durgun ekonomi savaş ekonomisiyle canlandı
Çok canlar alındı çok canlar verildi
Bu memleket böyle kurtarıldı
Gene kale direkleriyle Ateshgenet’yi kurduk
Ruhlarımız şehitlere özgü tatlı bir rehâvet
Ve yumuşak başlılık içindeydi
Konvoy parka konuşlanmış
Kimileri erkenden yatmayı tercih etmişti
Parkta boş bank neredeyse kalmamıştı
Tabii kimse şehit lafını etmiyor
Ama bazıları ailelerine
Antalya Belediyesi önündeki telefon kulübelerinden
Telefonlar ediyordu
O zamanlar daha cep telefonu icat edilmemiş
Sporcular kuyruklar halinde yerlere çömüyor
Ve aileleriyle, sevdikleriyle uzun ve buğulu
Anlaşılmaz derdi ne olan
İçine kapanık, kirpikler nemli
Özlemli konuşmalar yapıyorlardı
Bütün duygusal sömürü gösterileri bitince de
Yine hep bir araya geliniyor
Çocuklar kadar şen, çocuklar kadar yalın
Ve çocuklar kadar temiz, saf,
Günahsız oluveriyorlardı
*
[Kurmaca içinde Kurmaca:
Film Çekimi/ Ekibi]
Ukraynalı kızları da otellerine bıraktık
Artık onlar da Kolonyal Otel’de
Sabaha kadar öteki Ruslarla rulet oynayacaklar
Sabaha artık kazananlar gene bizimle olacak
Bu savaşın aktörlerinin savaşın neden yapıldığına dair
En ufak bir fikri yok zahir
Herkes vatan kurtarma derdinde
Vatan nerde ve kimin vatanı ne nedir soran yok
Her film çekiminde olur böyle şeyler
Senaryoyu okuyan yok, rejisör de kayıplara karıştı
Filmi artık ben idare ediyorum
Sevkiyatları ben yapıyorum
Seferber ettiğim yerli ve yabancı orduların
Orada tesadüfen bulunan turistlerin
Birazcık para kazanmak isteyen esnafın
Ve sokak çocuklarının oluşturduğu bu görkemli
Atmosferde ben kendi filmimi çekmekteyim
Bu daha önce de başıma gelmişti
Film kendi kendini çekmiş
Gayet de iyi olmuştu
Hayata minimum müdahale
Ve işte bir şaheser daha!
Hayat sen muhteşemsin
Hep aramadığım zamanlarda geliyorsun
Ve yanımda hep az kalıp başkalarının koynuna gidiyorsun
Bunu ödeyeceksin fahişe!
Bana sadık olmazsan ben sana neden sadık olayım ki?
*
Ben abluka altına alınmış, işgal altındaki şehirleri severim
İnce bir sahil şeridi, bir Yeşil hat
Silahların gölgesinde
Mayınlı arazilerde tatil içimi açar benim
Her an havai fişekler patlayabilir
İyi fotoğraf kareleri yakalayabilirisiniz
Savaşsız bir hayat boşa geçen
Bomboş bir Transatlantikle Kanada’ya gidip
Ontario’da rezervasyonsuz kalınabilen boş bir otelde
Televizyon seyretmeye benzer
Futbol maçı için ülke dışına çıkmak kadar boş iştir bunlar
Yedi büyük günahtan en büyüğüdür
Recm’i vaciptir!
*
Asıl konumuza dönersek
Casus Belli, ama kim?
Savaş neden çıktı?
Kim yönetiyor bu savaşı?
Kim bu halka bu kadar motorize güç dağıtmış?
Kim bunlara benzini tedarik ediyor?
Bu şehir nasıl silahsızlandırılır?
Laçka olmuş bu şehir
Bütün gece yatıp uyuyor,
Sabah da işe gidecekmiş gibi yapıyorlar erkenden
Ne işiymiş peki bakalım bu?
Sen neyin esnafısın kimin memurusun
Tapu kaydın var mı senin,
Sildireyim mi yoksa seni bu şehirden?
Git evrakını getir bana
Bu millet ancak böyle laftan anlar
Memur zihniyeti n’olacak
Köşeyi dönmeyi bilememiş
At altına bir marka araba
*
Antinous nereye gömülü?
Hangi Allahın cehenneminde tutuyorlar onu binyıllar boyu
Bu çobandan ne istiyorlar?
Vatikan’da heykelleri neden ulu orta sergileniyor?
Hiç mi insaf, hiç mi utanma yok
Bu içine kapanık çocuğu neden ele güne rezil ediyorsunuz?
Bu da nihayetinde bizim evladımız değil mi?
Ha Bythinya ha Bilecik ha Bursa ha Hüdevendigâr
Toprak!
Koca koca imparatorluklar kuruyorsunuz bir de üstüne utanmadan…
*
Sarıhummaya tutulmuş gibi bu düşüncelerle
Karargâhta gözümü uyku tutmuyor
Otağ’da bir aşağı bir yukarı dolaşıyorum
*
Nihayet Ateshgenet’nin kapılarını zorlayabileceğiz belki bu gece
Her şey planlarımızı zamanında ve bir bütün olarak uygulamamıza bağlı
Ancak tek sorun
Maşhad’ın, Meşhed’in,
Ve diğer bütün şehit düşülen yerlerin adresini bulabildiğimiz halde
Artık iyice yakınlarda olması gereken
Kapılarını sabah olmadan zorlamayı sabırsızlıkla beklediğimiz
Sabah olmadan da operasyonu
Bir Cihan savaşına daha sebep olmadan
Barışcıl yollardan tamamlamayı
Şu tarihe bir çeki düzen vermeyi
İçtimai hayatı canlandırmayı
Ümit ettiğimiz Ateşgene’nin
Nerede olduğunu tam olarak biz de bilmiyorduk!
*
Ateshgenet Forever diye yeni bir bar açılmıştı
*
Kapılarını sabah olmadan zorlayacağımız
Ateşgene’nin
Önce kaç kapısı olduğunu iyice hesap etmeli
Giriş ve çıkışları tutmalı
Denetim altına almalı
Başka giriş çıkışlar
Kuyu, tünel, kaçış yolu, limana inen gizli geçitler
Hatta damında bir yağmur deliği bile olsa
Var mı yok mu?
Dumanı hâlâ tütüyorsa eğer
Dumanın hangi bacadan
Hangi yönde tüttüğünü
Bize nasıl olup da ulaştığını
Ve böylesine etkisi altına alabildiğini
İyice, inceden inceye hesaplamamız gerekiyordu
*
Ama Ateşgene kaç kapı?
Kaçkapı Ateşgene!
Artık yalvarıyordum
Ama bunu bir türlü doğru hesaplayamıyorduk
*
[Büfe: Mağara’ya tekrar dönüş/ düşüş denemesi]
Birden Karaalioğlu’nun izbesinde bir büfeye rastladım
Gecenin bu geç vakti hâlâ açık olan
Ve nurdan bir haleyle kaplıymışçasına
Işıl ışıl yanan bu türbe acaba
Ateşgene’nin gizli bir giriş kapısı olabilir miydi?
Parka dozerler getirip istesem köstebek yuvasına çevirebilirdim burayı
Ama savaşı kendi yöntemlerimle bitirmek
Diğer yabancı uyruklu birlikleri ve özellikle de
Şehre artık iyice yerleşmiş olan İtalyan Garnizonunu
Veya hepsi ya bir mühendis ya da bir arkeolog olan İngiliz askerlerini
Uyandırmadan yapmak lazımdı bu işi
İtalyanlar şehir müzesini boşaltmışlar
Her tarafı didik didik etmişler
Tarihi eserleri balyalar halinde Vatikan’a uçuruyorlardı zaten
Onlar arasında Antinous’un cansız bedeni de olabilir miydi acaba?
Antinous’un o bedenden ibaret olmadığını bilecek kadar
Arkeoloji bilgim, dinî hissiyat ve ihtisasa sahiptim
Sokaklarda bile teoloji okurdum
Buralarda bir yerdeydi ama nerede?
Yer altı sularına karışmış bile olsa
Onun dirimini Osiris’le İsis’in evlilik törenlerinden önce bulmalı
Dünyanın çivisini yerine oturtmalı
Halkları yeniden silahsızlandırıp
Barış görüşmelerine başlatmalıydım
Çünkü bugün bu kader benden soruluyordu
Yarın başkasından sorulacak
Sıra bendeydi, biliyordum
Dünya savaşını ben durdurmalıydım
Kaçkapı Ateşgene! diye feryatlarımı
Çocukların duymasını istemiyordum
*
Şimdi şu büfeci çocuklarla birazcık sohbetin
Ne zararı olabilirdi ki?
Hem biraz istihbarat toplardım
Sonra istersek filimden çıkarırdık
Off record olurdu, merdiven altı olurdu kayıtsız kalırdık
Buna müellif-tercümanlar karar verirdi
Ben filmi başa sarardım
Daha ilk sözlerden anlaşıldı ki bunlar bizden, Muşlu
Kürt amcaoğulları idi
Açılım için gelmişler veya gönderilmişlerdi
Önce bir büfe açmışlardı
(Acaba buralarda hiç toprak kazmışlar mıydı?)
Büfeyi açtılar veya kapadılar
Kolileri, cipsleri, tezgâhı içeri koyup
İyice kilitlediler
Benim hâlâ “Kaçkapı Ateşgene” bakışlarla
O zifiri karanlıkta orada beklediğimi görünce de
İçlerinden büyük olanı
O zamanın sömürge Türkçe’siyle
Bana “kam gel” dedi, ya da “gel kam”
Ben de hemen “kam geldim”
Büyük olanının Ateshgenet’den olduğu belliydi
Hatta filmde bir rolü bile olabilirdi
Bu tek sözü benim ona doğru taarruza geçmeme yetti
Ama şimdi savaşta da olsak nihayetinde sivildik
Üstelik bu sefer sivildeki görevim de rol icabı
Pezevenklikti
*
(Bu savaş şartlarına rağmen
Milliyetim, tebâm onun için önemsiz olacak ki
Bana aynı anda hem İngilizce hem de Türkçe hitap etti
Al istediğini seç der gibi teklifsizce
Filmde dublaj sorunu yaşanmayacak)
Ortada sinema sanatının bile göz ardı edemeyeceği
Acımasız bir gerçek vardı
O da şu ki, adamla ikimiz
Aynı pazardan alınmış aynı marka lastik terliği giyiyorduk
Bu bir çeşit amele veya abdest terliği olarak da bilinen
Sıradan bir yazlıkçı terliğiydi
Bu bizi hemen kardeşleştirdi
*
Ortada daha kalkan süngü veya herhangi bir savaş aleti
Miğfer kaleş roketatar mayın detektörü veya
Sivri uçlu herhangi bir cisim olmamasına rağmen
Süngüler indi, iniverdi
Oturup adamla ve birbirinden sevimli iki amcaoğluyla
Muhabbete başladık
“Türkler ve Kürtler” diye söze başladım,
Hitabetteki üstünlüğümü cenkte de sürdürdüm
“Yaşamasını ve savaşmasını delicesine seven iki millet tek Vatan’dır
Bizler et ve tırmık gibiyizdir
İyi yaşar, iyi savaşır ve iyi sevişiriz
(Mihmandar dragomanlar bunu “iyi geriniriz”
Veya “iyi geğiririz” diye not etmiş son iki yüzyıl boyu)
Aslında yaşamın iyisi kötüsü de yoktur
Savaşın da iyisi kötüsü yoktur
Sevişmenin de iyisi kötüsü yoktur
Hepsi birdir ve hepsi iyidir
Bizler hepimiz iyiyiz
Savaşa gelince, kimse asla neden başladığını anlamadığı gibi
Birdenbire nasıl bitiverdiğini de anlamadı
Açılım bir büfeyle gerçekleşiverdi işte
Oraya bir büfe açmayı birinin düşünüvermesi gerekiyormuş işte
Doğru yerde doğru büfe!
İşte zekâ budur, ticaret, dostluk, kazanç kapısı budur!
Bundan herkes kazanır, herkes doyar
Şimdi mesela bu savaş şartlarında bile açık olan
Şu büfe burada olmasaydı
Sen açılım için kalkıp da ta Muş’tan yolu yokuştan
Gelmeseydin, ben gelmeseydim sen gelmeseydin
Ya bu çocukları aileleri göndermeseydi
Eğitimleri yarım kalsaydı
Bu filmde onlara bir rol verilmeseydi
Rol icabı büfecilik yapmasaydınız
Ben de bu senaryoyu okuyup beğenip
Menajerimin de ısrarıyla
Müellifler ne derse desin açık etiğim için
Bu kadar zahmetli bir rolün altına biraz da gönülsüzce girmeseydim
(İnşallah altında kalmam bu muzaffer kumandan rolünün)
Vahşi Rubai başlamamış olsaydı
Bunun bir de Western versiyonu benden istenmemiş olsaydı
İlk bölümleri İran ve Arap ülkeleri televizyonlarında
Bu kadar beğenilmemiş olsaydı
Şimdi biz senle ve bu sevimli yaratıklarla
Tanışmamış olacaktık, di mi?
*
Bu savaş (savaş yok)
Çok mağduru olsa da (mağdur yok)
Bak iyi yaşandı ve bitti (bitti)
Her güzel şeyin, aynı filmlerde olduğu gibi
Bir sonu var Fin / The End
Başlayan şeyler biterler
Sen evvelsiz ve sonrasız olanlara bak
Mesela bizim dostluğumuzu perçinleyen terliklerimiz
Adeta gecenin incileri
Bak nasıl da karanlıkta parıldıyor plastik
Peki şimdi ne yapacağız?
(Çocuklar biraz şaşkın biraz kayıtsız
Kafa sallayıp sözlerimi zaman zaman teyid ederek
Beni dinlediler ama sonradan çok az Türkçe bildiklerini
Daha ziyâde Türkçelerini ilerletmek, pratik yapmak maksadıyla
Benim konuşmama izin verdiklerini anladım
Ama gene de gürültücü Kartalsporlulardan farklı olarak
Beni dinleyen birilerini bulduğumdan
Sözlerimi sonuna kadar tamamlamak istedim)
Peki şimdi ne olacak?
(Onlar da sordu: “peki şimdi n’olacak?”)
Peki ya şimdi n’olacak?
(oh hepimiz bu cümlede hemfikirdik demek,
Asgari bir mutabakata varmıştık)
Olanlar zaten olmuş
Bu savaşı biz çıkarmadık
Bu barışı da biz yapmadık
Savaş sırasında şüphesiz güzel muhabbetlerimiz oldu
Ama n’apalım buraya kadarmış
Barış zamanında da zaten güzel sohbetlerimiz oluyordu
Arada ne fark vardı derseniz
Tarih, Coğrafya, Din Kültürü ve Bilgisi alanlarında
Hepimiz Yüksek Lisans’larımızı tamamladık işte
Doktora derecelerimizi aldık
Topluca bilinçlendik işte
Yurttaşlık bilincimiz gelişti
Ülke meselelerinde söz hakkımız olduğunu anladık
Ve kendi meselelerimize sahip çıkmayı öğrendik
(Tam kendi sözlerime kendim de inanmaya başlarken
İçlerinden büyük olanı beni artık durdurdu)
“Bunların hepsi siyaset ve saçmalık
Aslolan askerliktir!”
Sen de askerliğini pezevenk olarak yapsan görürdün gününü o zaman
A affedersiniz, siz de mi pezevenksiniz? demek istedim ister istemez
Ağzımdan çıkıverdi ama susuverdim
(Birden fark ettim ki tam iki saattir konuşuyordum ama
Ateşgene diye bağırmıyordum sağa sola
Karargâhta, film setinde olduğu gibi,
Kimseyi korkutamıyordum
Sağaltımım iyi gidiyordu)
Tabii ya ne sanıyorsun, dedi
Ruh çürümesi mi Ruh üşümesi mi oldum sanıyorsun
Ben mi istedim böyle olmasını
İçimde kötülük mü vardı yani doğarken
İyi güzel konuşuyorsun kardeşim de, dedim
Pezevenk olarak yapsan da askerliğini
Askerlik askerliktir, yaşam gibi hiç bitmez
Zaten askerliğin savaşla bir alakası da yoktur
Zira savaşı asla askerler çıkarmaz
Askerler de bitiremez, buna güçleri yetmez
Tabiat kanunlarıyla alakalıdır bu
Bizim savaşımız sevişme türü şeylerle ilgilidir
Nasıl desem, bak mesela
Mesela sevişme için türlü bahaneler uydurulabilir
Hepsi de sonuç olarak sevişme içindir
Ve eşit derecede doğru bahaneler, geçerli sebeplerdir
Sonuçta sevişecen ve bir şekilde ölecen
Bundan kaçış yok
Özellikle de söz konusu bu iki millet için durum bu
(Hepsinin biraz kafası karışmış gibiydi
Ama sevişme konusunda hemfikirdik
Zaten hitabet sanatında bir konuşmanın amacı da
Herhangi bir konuda hemfikir olmaktır
Mantık sadece buna aracı olur
Önemli olan niyettir
Zaten olmuş bitmiş bir savaştan ne gibi bir sonuç çıkar ki
Olan olmuştur
Fîhi Mâfih, sadece kendisine benzer
O türeyimsel değildir, türememiştir,
Kendinden de bir şey türemez, türetilemez
O odur, ben ben olanım diyen bir babayiğit var mı?
Biz önümüzdeki savaşa bakacağız artık!
Ah ne kadar da Tanrı’ya özeniriz aslında
*
Şimdi durum özellikle de benim cephede pek parlak görünmüyor
İstihbarat için gidip nasihât verdim
Çok konuştum Atinalılar gibi
Çok koştum Ispartalılar gibi
Artık susmam gerekiyor
*
Savaşta uyku ha! Vatan haini misin sen yoksa?
Ben bir görev icabı buradayım
Hadrianus Mücevherat’a bir giriş kapısı bulmalıyım
Antinous’un yeniden doğmuş hali olduğu söylenen
Kubad Abad’ı
Ateşgene rahiplerinin elinden kurtarmalıyım
O kapı ki asırlardır hiçbir ölümlüye açılmamış
Rahipler de yer yarılmış yerin dibine girmiş
Yarım ay ve hilâl biçimli pencereler içerden tıkanmış
Yer ve hilâl ay (kendimi şiir yazmamak için zor tutuyorum)
*
[Hücre evine iniş]
İşaretler havada kayboluyor sonra gene ortaya çıkıyordu
Yazdığı kâğıtları da sonradan kül tablasında yakarak imha ediyordu
Bu evde daha çok giz daha çok iz vardı
Duvarda besbelli bir el belirdi
Mene Tekel Ufarsim yazıyordu
Geheimnis’in merkezi ve iğvam için seçilen yer burası olmalıydı
*
Ay’ın kendine çektiği yer altı sularının etkisiyle
Kapatıldığımız bu oda mezarında
Büyük bir yolculuk, büyük bir eğlence hazırlığındaydık sanki
Ateşgene nereye?
Düğün günü geldi mi?
O an öyle büyük bir şûa gördüm ki
Hemen amele yanığı oldum
**
İşgal kuvvetlerine verdiğim ifadede
“Pişman değilim” diyecektim
İfademe yazılmasını isterim ki,
Sağır-dilsiz ha bire not alıyordu
Muşlu da arada tansiyonumu kontrol ediyordu
Yazın dedim,
Ben kendimde değilim ama siz yazılın dedim:
“Ben Ateşgene Rahibi Kubad Abad,
Hacer soyundan, İsmailiye kolundan habibî muhibbî
Kayıp kabile,
Yok edilmiş ırkım adına konuşuyorum,
Antinous’un yeniden dünyaya gelmişi,
Bythinya’lı bir çobandır aslım,
Aslıma Kerem Varıma yoğum diyorlar
Parkın içinden inilerek girilen bu hücre evinde,
Kürt, Laz, Lasha hatta biraz önce eve toplaşan
Urfalı Kelaynak ve Mardinli Tâvus kuşu görünümünde
Yeni dostlarımın önünde
Bildiğim bütün kolbastı, hoptek ve
Rize Trabzon sallamalarını bilerek isteyerek yaptım,
Hemşin Pişman değilim
Vatan sağ olsun!
Tarih’in yarısı bizi yargılasın!
Öteki yarısı da alkışlasın
Böylece Milletlerin Anası değişmeden
Milletlerin Arası gene bulunsun
Yaşasın Zehra Ana, yaşasın İsmail kardeş
Aytaç yargılanmasın taçlandırılsın
Ay’a gene tacı takılsın
Analık hükümran olsun
Nermin’in yarısı Zehra yarısı Sibele olsun
Milletler buluşsun
Kuleler yapılsın
Diller konuşsun
(sâhi diller nasıl nefes alırlar birbirlerinin dillerinden?)
Milletlerin kursağı doysun
Analar gün görsün
Okuyana işaretler gönderen Yüce El ve Göz adına
Ah Fatima!
Âli Rabbimiz adına
*
(Konuşmamın bu kadar büyük bir etki yapacağını
Ve büyük bir izleyici kitlesinin beni dinlediğini
Herkesin Beni Hür Sinemalarına akın edeceğini
O an hiç düşünememiştim doğrusu
Rolümü içimden geldiği gibi oynayıp son tiradımı da yapmıştım
Kameraların çekim yaptığından
Offcours off record, haberim yoktu doğrusu)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder