İyi Sabahlar...
8 Eylül vak'ıası (2012) olarak tarihe geçecek "kristal gece"de kırmış olduğum kalpler için hepinizden özür dilerim (pirinçleri ben dökmedim, "ayıkla şimdi pirincin taşını" dedirtecek şeyi de ben yapmadım...
İçinizden çoğunuzla hayatımda "ilk dans" etmem olduğu için ayaklarımı basmış olduğum yeri bilememiş olabilirim ama fikri mülahazalarda "kafam yerinde"ydi (A.A.'yı tenzih ederim, o bu gruba dâhil değil, zira ona ve A.S.'ye, "Bade" bade iken, bir akşam Charlie Chaplin taklidi yaparak dans ettiğim vakanünis'lerce zapta geçmiştir: o müzik, Şarlo'nun uydurma bir Fransızca ile sosyeteye dans
show'u yapması sahnesinin "remix"le güncellenmiş haliydi ki yerimde tutulamamıştım).
Elektrikli ve elektriksiz süpürgelerle dans etmelere vardırarak işi, Erol ve Lerzan arkadaşlarımız olaya son noktayı koymuştur (gençlik işte!)...Kendileriyle "mercimek amed" günleri için irtibata geçilmesi rica olunur.
Bazı itiraflar ve tensel (charnel) dokundurmalar:
1- "İlk aşkım, ilk heyecan / gençlik kafamda duman" şarkısını bilerek ve isteyerek ben seçtim: İzahatına gelince; bembeyaz sayfa gibi önümde dur(may)an aşk hayatımda son derece öneme haiz bir yeri vardır bu şarkının (tek değilmişim ki dans pisti o anda patladı). Kadiköy sokak ve meydanlarını ("İş Bankası önü" derler genelde oraya), başımda kel ve "ikili havlamalar" (İzzet Yasar) şeklinde bu şarkıyla kol kola zıplayarak geçtiğimizi hatırlar hüzünlenirim bazen. Uzun bir "Kadıköy Sokak Şiiri" okunmuştu o zaman denize karşı, henüz peydah olmamış "sokak Sambacıları" tarafından...
2- Ajda Pekkan'ın (veya simülakr'larının -zira kendisi ölmüş olabilir, ve yerine klonları şarkı söylüyor olabilir hala) "Ya (Senden) Sonra" adlı çalışması, "Domates, Biber, Patlıcan" (Barış Manço) içli türküsü kadar beni hüzünlendirir. Bu şarkılar "slow"dur ve "bir türlü patlamazlar", ama içimizde bir yerlerde derin bir patlamaya neden olurlar. "Ya sonra", "senden sonra", eşine az rastlanır bir ayrılma öncesi aşkı anlatır ki meyvelerini topla topla bitmez o tarz aşkların özellikle de şu sombahar günleri zerzevatı içinde...
Aşklar işte bizi, "sonraya kalan" (trace ve onun "retension"u: "hatırlamasız hatırlama": mémoire sans / ou avant le souvenir) ve daha bitmeden önsezisini yaşadığımız "protension" (deriz biz, önsezi deyin siz) içinde, asla "mevcudiyetinde olamadığımız" (impossibilité de la "maintenance" -elde tutamama- / ou de la présence) bir ruh/ beden haline "sokarlar", diyecektim ama, zaten hep (toujours-déjà) bu halde olduğumuzu "(bizi) bize uyandırır"lar: Acı gerçekle yüzyüze kalınca "aşık oluruz":
Alain Badiou, hakikat süreciyle aşk'ı, belki
Merleau-Ponty'den sonra, derin bir şekilde birbirine bağlayan neredeyse yegane filozoftur. Yeter diyeceksiniz bu kadar sabah sabah Dalida/ Der-y-da!...
Gelelim zarif sosisleriyle evini bize açan ev sahibemiz Ebru hanımın evinde bulunan ve toplatılması gereken kitaplar meselesine:
1980'lerin ilk çeyreğinde (bir asır gibi uzun sürmüştür 1980'ler) öğrenci evlerinde düzenlenen içkili toplantılarında (o zamanlar asla "party" denmezdi: Tek Parti ve tek polit büro vardı zira) giden gidip de kalan kaldığında, eğer o evde uyumuşsam, sabah erken kalkıp kütüphanedeki bütün (şiir) kitaplarını okuyup "toplatılması" (
récollection ve
souvenir) gereken dizeleri ayıklayıp defterime not ederdim. Sevi (adını doğru yazıyorumdur umarım) genç arkadaşımız da işte böyle, gece'den başladı okumaya...Tek farkla ki, kütüphaneden alıp okuduğu kitap benim kitabımdı; bir an kendimi "naklen yayın" yapan bir otomat gibi hissettim dans pistinde ve korktum kendimden...
İmdi, kendi özel zihin coğrafyamda bu geceyle ilgili bazı paralellikler ve farklar:
"İstanbul'da (rock değil ama
) Ruh Hayatı" adlı eserimi mevcuda getirmeden bilinmesi ve
yaşanması, sonra da kimseye söylememek ve sır tutmak için "yazılması" gereken bazı hususlar:
Giriş konuşmamda canlı konuklara belirttiğim gibi, 8 Eylül (2012) buluşması bir "Yaza Veda" partisi değil bir "anma" idi (
commemoration): Anısız bir şeyin anması (
mémoire sans souvenir)... (Bkz. "
A Reply!") Tarihlere dikkat ediniz: "6/7 Eylül Vak'ası"'dan hemen sonra "azınlıklar meselesi"ni gündeme getirmem bir tesadüf değildi...
1- Bu ve bu tarz anmalar için, "Yeldeğirmeni Sinagogu" dar geçidindeki ("
porte étroite") merdivenlerde içki içmeye bekliyorum sizi ("camii avlusunda içki" tartışmalarına kinâye). Zza Zza Baker (Seza hanım) oradaki geçen cenaze töreninde yaşadığı ruh halini benle paylaştı. Ben de benzer sebeplerden dolayı 1998'de orada bir evde yerleşik hayata geçtim. Kordoba "Sefarad Evi" rezaletini (Seda'yı derinden sarstı ama benim için İsrail asker-öğrenci-stajyer tipolojisi'nin bir parçasından ibaretti) orada unutturabiliriz belki...
2- Gene giriş konuşmamda belirttiğim gibi, sınıf öğretmenim tarafından bana emanet edilen ilk okul arkadaşım "Gülaağa" (Kürt meselesinin "özel adı" bu olsun aramızda) bir bakıma hala, bugün 2012'de de bana emanet edilmiş olmayı sürdürüyor olabilir: Bütün ısrarlarımız dayanamayıp İspir'li olduğu bize itiraf eden ama Rize değil de Erzurum vilayetine bağlanmış arkadaşımız Nusret, Artuklu Üniversitesi dışında Kürtçe tez yazılamayacağı bilgisini bizle paylaştı (bu ve benzeri kafamı kurcalayan sorular "mercimek amed köftesi" gününü bekleyecek)...
3- Yine "1980'ler tarzında" yazmaya devam edersem: (
80'ler uzun sürdü ama bitti mi?). Bu ve "benzeri" (bence benzersizdi) geceleri,
3a) Heybeliada'da 2000'li yıllar espirisinde "feminist ve gender" sorunsallaştırmalarının yaşandığı bir gecede yaşamıştım geçmiş yıllarda (bu meseleler de "mercimek amed köftesi"nde masaya yatırılacak: "patlayana kadar"- Bu arada, bütün göndermelerimi ve imâlarımı burada açamam ama, "mercimek amed" bir köfte çeşidi değil, bizi "gender meselesi"nin bağrına veya koynuna taşıyacak bir yazar adı: okumanızı tavsiye ederim).
3b) Çengelköy, 2012 (via Reks sineması önü): MSGSÜ, bir gecede BJK'dan Bomonti'ye (uzun bir konvoy halinde) Ece Ayhan'nın imgesiyle tarihimizde "Delilerin (
agité-e-s) bir gecede Taşkasap'a taşınması/ nakledilmesi" hadisesi gibi taşınmasıyla "arada kaynayanlar", "telef olanlar", "zayi olanlar", "muhalefete geçenler"den bir grupla tesadüfen kurduğum temaslar sonucu bazı bilgilere sır mahiyetinde haizim. Bu olaylar böyle, "Okan", "Nişantası Üniversitesi" diye devam ederse; feci bir altyapı kaynaşması/ kalkışması olacağının emareleri kulağıma geliyor.
Ben kendi önlemlerimi alıyorum: alt tabakadan bazı irtibatlarım var; bunların Bursa bağlantılarını inceliyorum. Diğer bir grup da Colombus'la Mardin'e Midyat'a pirince (bienal'e) gönderiliyor. Ben şahsen "voyacır" gibi çalışıyorum. Teşvikiye ve Topağacı, Galata bankerleri ve Perşembepazarı esnafı hepsi işin içinde. Artık "külhanda yatıp kalkıyorum" anlayacağınız, kulağım "hamamın kirişinde" Türkçe'de dendiği gibi... Şener Özmen'in Diyarbakır'da ne yaptığını bilemem: onunla irtibatım "İstanbul Guide"den bana aktarılan bilgiler düzeyinde kaldı. Yakında ben de, "evimdeki bulgurla" uğraşırken, "Eyüp mezarlıklarında" ölü bulunursam şaşmamak lazım bu gidişle... Neyse, pilavdan dönenin kaşığı kırılsın; onca pirinç yerlere dün gece boşuna dökülmüş olmasın. (Not: dün gece eğer senle yatmamışsam, bunun nedeni güzel olmaman değil, ama bunun libidinal ekonomiye bir artı değer getirmeyeceğini düşünmüş olmamdı: bilirsin çok ince düşünceliyimdir, ama bunun sana ne faydası olur bilemem).
Şimdi bu çocuklardan bazıları tutup bana "Çengelköy’de Bir Şiir Akşamı" düzenledi, kıramadım gittim, içlerine sızdım. Bomonti bunlardan haberdar olduğunda "Üsküdar'da sabah" olacak. Tarih'te Erzurum'dan bir Toksoy vak'ası var zaten (bunu burada hemen anlatamam ama, "görsel sociology" çalışırken biraz hava alsın, manzara seyretsin diye götürdüğümüz Gülhane Parkına "bu ormanın burda ne işi var?" diyen akademisyen olur kendisi). Olayların biri aydınlanmadan diğeri başlayacak. A. Utku iyi bir teorisyen, ama iş teori-pratik'e gelince adamdan taşra Üniversitelerinde fazla mucize beklememek gerek: "Praksis", acaba bunlar İmam-Hatip'te hiç öğretilmiyor mu? Ben tek başıma devrim, evrim bile olsam, benim de kendi sınırlarım, sinirlerim ve geçindirmek zorunda olduğum bir ev ve kedim var, fazla riske girmemi de beklemeyin benden.
(İşte 1980 uslübu ve onun kendi minvalinde giden şiiri buydu: Her sabah dua gibi yazılırdı. Özlemişim. Ayrılık 10 yıl sürer (Paris yıllarım: 1984-1994) sanıyordum. Ama 2012 oldu
"les années de la démolition" (S. Fitzgerald) hala bitmedi.
"Gelecek uzun sürer" biliyorum. Ama bu kış bitse artık!)
4- "Yahu sen neden bahsediyorsun, böyle / O konu kapandı/ Herkes çoktan unuttu artık/ Sen de kendi işine bak/ dön artık" diyenlere, "Yokluğumdan iyi istifade edin/ Yiyin için/ Ben artık dönmeyeceğim/ Diyenlerden mi olayım?/ Yoksa "
je re-viens sans venir"/ "Je suis venu pour vous dire" diyen o sevmediğiniz ilahiyatçılardan mı?" diye
"venance, ad-venance, venu" izleklerini izleyen Kordoba düşü/ dönüşü şiirlerime bakmalarını mı tavsiye edeyim, bilemiyorum. Tarihi tek başıma yazmaya kalkmam bir hataydı, yardımlarınızı bekliyorum. Körlere yazıyorum, dilimi bilmeyenlere, (yine)
"dillerde dolaşıyorum" ("parler en langues", Pavlus)...
5- (Son ve önemli husus da): İnce davetinizi içtenlikle kabul edip Nusr/et'in kutlamasına (
jubilation jubilatoire) koşarcasına ve dersime iyi hazırlanarak geldim. İki üç gün durmaksızın çalışıp kalbinizi feth etmek için size 2000'li yılların "ruh"una (ey ruh ordaysan çık!) uygun "ArtWork"ler, "klipler" hazırladım, Teşvikiye'nin teşvik etmesi, beni havalara/ ortamlara sokup (!) rahatlatmasıyla (“Sizi temin ederim M. Bey, bunlar hiçbir yerde yayımlanmayacak”) size "videolar" pişirdim, "şiirler ikram" ettim, açılan şişeleri hesap etmeden çalışıp durdum ve nihayet "kendi sitemin" açılışını ve "lansman"ını görkemli ama sade bir törenle size anons edecektim. Ki olmadı, kısmet değilmiş. Dans ederek "korakor" (
corps-à-corps), doğrudan iletişime geçtik, ve bütün çalışmalarımı sanki boş sayfa üzerinde biraz "ot" ve "toz" birikintisiymiş gibi birisi hapşırarak darmadağın etti, o da yetmedi diğerleri de gelip üstüme "yeter artık çalışma" der gibi (önce çalışmamla ilgilenir gibi yaparak) "hapşırdı" (bu da bir çeşit “
langage sans articulation”, müzik, dans, vb.). Neyse kalanlar (
traces) bana yeter. "Katı olan her şey buharlaşıyor" demiş zaten ekölü kuran kişi de... Bu işin de raconu demek buymuş.
Bir Nilgün Marmara dizesiyle bitireyim:
"Onun bedeni bir tımarhane / İçinde çok deli / İnerler / Çıkarlar"...
Eskiden böyle çok veda mektupları yazılırdı, şimdi ise siteler açılıyor kapanıyor,/ gökteki yıldızlar kadar/ artık sayılamayacak kadar çok/ ve anonim... / Nereye veda/ hem kime? / Leyybek!/ Ben döndüm...
Me Voici
en ce moment-ci
dans ce que j'écris...
Hamiş: Bu notu adreslerine ulaşamadığım, o gece orada olan diğer katılımcılara da gönderirseniz memnun olurum: "
Cercle élargi de mes amitiés" (Helena Villakovich'in kısa bir filminin adıydı)...
"Nereye? Daha yediğinizden içtiğinizden bahsetmedin" diyenlere 2003'de yazılmış şiirlerimin belgelerini koyacağım bir dahaki sefere...
Küçüklere ve büyüklere sevgiler saygılar...
(Hepimiz belki postmodern doğmadık/
Ama kesin ölümümüz postmortem olacak...)
For Poems: http://herrselavy.blogspot.com
For Artworks: http://mysteriques.blogspot.com