Sanatçı'nın kendi "özel ismi" ile müsemma
olmasındaki sır, onun yöneldiği 'nesne' veya 'nesne durumları'nı nesnel veya
noolojik nesnel bağıntısı içinde olmaktan ziyade hep kendi öznel idiosenkretik
veya idiografik bağlamı içinde belirleyerek tümelleştirilebilir bir tikel
kılmasıdır.
Bilim insanının icadının da "özel ismi"yle
anıldığı olur; ancak o bunu yöneldiği tikel nesne durumunu tüm idiosenkretik ve
idiografik bağıntısından soyutlayarak nesnel ve yasalaştırılabilir bir noolojik
bağıntı içine sokmak suretiyle tikeli tümellere bağlama yoluyla gerçekleştirir.
Rousseau, (patetik bir şekilde) "dilin icadını
önceleyen, her icadın mucidiyle beraber öldüğü binlerce yıllık bir
dönem"den söz eder. Her sanatçı idiografik bağlam ve öznel süre ile
bağıntısının yoğunluğu oranında eseriyle beraber ölür, geriye eser ve
"özel isim" bağıntısı kalır.
İdiografik öznel bağlamla ilişkimizin ilineksel (arızî)
olduğu (İçkinlik), özsel olanınsa noolojik tümelle bağıntımız (Aşkınlık) olduğu
ileri sürülebilir. İlkini modern sanat üstlenir ve "özel isim" (imza)
ile ilişkiyi vaz eder; ikincisi ise idealist sanatı (kanon'u) temellendirir.
Batı, özel isim vaz etmeyen ikon'un, kanon'un ve genel
olarak idea ve teoloji kaynaklı sanatın Hristiyan sembolünde (idio)sentezinin
sonuna gelince bilim ve sanat boşanarak "noolojik tümel" bilimin
ipoteği altına girer: Modern Sanat'ın "özel isim" ve özgünlük
yanılsaması başlar…
Hristiyan teolojik icat bir idiosenkretizm olduğunu
gizleyemez olur: Ancak, ne Modern Bilim
aşkınlığı yeryüzüne indiren içkin bir teoloji olduğunu (uzantısı değil ama Ersatz'ı)
ne de Modern Sanat'ın "sanatçı-birey"i kendi "christian
name"iyle şahsi Golgotha'sına tırmandığını bilir.
3 Şubat 2018
(Bekir Talha’nın şu önermesine yorum ve cevap:
“ Sanatçı olmanın en güzel yanı -herhalde- bazı nesneler ve
durumlar karşısında insanların aklına sizin gelmenizdir. (olsa gerek)”