Geçen
cumartesi (30 ocak 2016) ikinci (?) küçük bir operasyon daha geçirdim (sağ
koltuk altından 12 mm kitle almak için gene total anestezi!)...
Tedavi
(vücud) algoritmamın son halkası: buradan gelecek patoloji sonucuna göre
radyoterapi alanı genişliği belirlenecek (amaç minimum risk umudunu yakalamak).
Evet, "umud"un yeni adı "olasılık hesabı", küçük
ihtimallerin hesaba katılıp -operatif- değerlendirilmesi...(Tıbbı da bilimsel
diğer etkinlikler gibi "a-moral", kapitalist, ticari rekabet ve
pazarlık zemini içinde yaşantılıyoruz / deneyimliyoruz: Ölmek bazen çok ucuz
bazen de çok pahalı, ama pazarlık payı var).
İçimdeki
küçük "atom bombası"... (Keşke bu mecaz, radyasyonla yüklenme
gerçeğime değil de, bir şarkının tam ortasında insanın "patlaması"na
gönderme yapıyor olsaydı...)
Güzel
şeyler: En son doğan, 1.5 yaşında (yeğenimin oğlu) Salih Mert'in salondaki
rumba dansı... Bir bebekte ne de çok enerji var. Ve o çapkın bakışlar...
(Annesi, yeğenim onda bir "semazen" görüyor. Bir "polimorfik
libido" gördüğüm -bilimsel olarak-; ama o bakışların bilimsel izahı yok.
"Olumlanma" güdüsü değil de, stratejileri diyelim...
Humus
kentinin son görüntüleri ile de ölmek var (21inci yüzyılda ölüm): Gördüğüm boş,
insansızlaştırılmış kent, delik deşik evler, bodrumlarda unutulan insanlar,
(Sur, Cizre) ambulans krizi... İthal edilen ölüm / İhraç malı Ölüm. (Venedik ve
Rio'da anlamsızlaşan karnavallar, maske yasağı, canlı bomba beklentileri... Göz
göre göre...). Çanlar...
Bu nasıl bir
"He war" (J.Joyce), bu nasıl "şirk koşma bana" diyen
bizatihi kendisi "müşrik" koca cinayetleri!
Anladık, ve
biliyoruz zaten ki, Ortadoğu'da bu, bu söz-ve-zemin vardı, ve bu günahın kendi
derin ikiziydi (her yerdeki günah'ın)
Ama eğer
biri bu "masum-günah enerjisini" kullanıp yönlendiriyorsa (başka neyi
yönlendirebildi insanoğlu? Ya Allah?)...
Sonra
Hindistan'daki "milli hindular"a bakıyorum, nasıl da çıkıp
"zamansız-eski camii"lerin tepesine, yok etmek istercesine
"başka şeyi", nasıl da yıkıyorlar...
Ve henüz
zamanı gelmemiş başka savaşlara gebe bir biyolojik varlığın evrimini görüyorum.
"Doğal
diyalektik" bu kadar mı acımasız?
Hegel'deki
gibi "doğadaki diyalektik" değil, Kant'ın manasında,
"doğal",
yani "zihindeki normal / doğal eğilim" anlamındaki, düşüncesiz
diyalektik.
(Düşünceli
olanına "Acem oyunu", strateji, taktik, olmadı Go oyunu diyorlar!)
İran'ın eski
Vatikan elçisi (yaklaşık olarak şunu ifşa etti: "İran'ın varlığı, Hıristiyanlığın
Ortadoğu'daki varlığı için güvencedir" (Sadece Hıristiyanların değil
bence, bütün (!) "geçişlilik" (transversality)
için İran / Acem oyunu şart.
Sonra "Güney Kore"ye bakıyorum: Tarih'in Amerika Birleşik
Devletleri adına sona erdirildiği Airarang dağı köylülerine... (Kuzey Kore ile
sadece "başkanlık rejimi" üzerinden yakınlaşabiliyoruz (muhteviyatı /
lahanası, bol proteinli soya fasulyesi aynı olmalı Güney'le): Nasıl ki onlar
farce, biz de kopya-farce: Diyalektiğin "lanetli payı"...
Sonra İsveç
neo-nazilerinin tren garındaki temizlik harekatlarına,
Yahudi,
Hristiyan mezar tahripkârlarına (Medeni Avrupa'da), mezarsız Saudi Vahabilere,
Danimarka
meclisindeki "no comment" oylama sahnesine (ailevi nedenlerle göçmen
kabul edilmesinin zorlaştırılması yasa tasarısının oylanmasında meclisi terk
eden mebuslara),
bakıp
duruyorum.
"O ses
Türkiye" yarışmasına da bakıyorum: bir aday "semazen" (Bülbül
Kasidesi) diğeri "dansöz Asena"yı (Tarkan bestesi) çıkarttı, halk
(monitördeki halk) daha hızlı çıktı! Ney sıkıcı, akord zor, "çalsın sazlar"
diyecek saz bile göremedim. Apse.
Biz, yanlış
yapmamak için ampirik (hamasi nutuk, spekülatif söylem karşıtı?) takılırken,
kaç nesil neyle, zehir macunu ile beslendi:
Obezite ile
Anoreksi atbaşı gider (gitmesi mantıksal zorunluluk), ama "anoreksi"
moda ve dokunulmaz şu an,
Hayalet el
dolaşıyor: Manigance…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder