Evet, yazın içten ve soluk soluğa bir üslupla yazılmış: "karşılaşma" kavramı üzerine düşünmeye sevk etmişsin; bu da oldukça "deleuzcü" bir yaklaşım...
"Karşılaşmalar" bu düzlemden ele alındığında; bir "karşılaşma"nın -sözcüğün güçlü manasında- gerçekleşmesi için bir "alımlama yüzeyini", yani "ruhun balmumu"nda daha önceden vuku bulmuş bir şekillenmeyi, bir yazı'yı gereksinir ki bir yankı bulabilsin veya "zincirleme bir reaksiyonu", bir "ışıma" veya "aydınlanma"yı harekete geçirebilsin. Yani karşılaşma hep-daima daha önceden bir karşılaşma'yı veya karşılanmayı, bir tekabûliyet zeminini gerektiriyor; sanırım "rezonans"a girmek, bir renge, bir tını veya ifade şekline açılarak onun akımında devinmek böyle bir şey olsa gerek.
Deleuze'ün Claire Parnet ile Diyaloglar'ında ifade ettiği şeyler gibi...
Anımsamak'dan ziyade alışkanlığa geçmiş bir anı-imgenin canlanması mı, yoksa "üzerine çalışma"nın (working through; Durcharbeitung; perlaboration) kendi üzerine dönüş'ü bir dalga kırılmasıyla zorunlu bir optik kırılmaya evirdiği "anamnesis" mi? bilemem ama sizin "anma"nızın boş veya yapay bir törensellikten (ceremonial) ibaret olmadığı kesin...
Zamanın ve yinelemenin, yani bilinçsiz anımsama da denilen Wiederholung'un acımasız pençesinde bir döngüden kurtulmak; melankoli'den başarıyla üstesinden gelinen "yas çalışması"nda varılması öngörülen "başarı"nın kıstaslarını ölçecek ölçütlere sahip miyiz, onu da bilemem...
Hem "hep birşeylerin olduğu/ vardığı" hem de "hiçbir şeyin olmadığı/varmadığı" söylenebilir; bu tarihin ironisi "Arap baharı"nda "kara duygu"nun üstesinden gelmenin çoklu kavşaklarından hangisinin önündeyiz ve bu yolu bizden önce kimler çizmiş veya kimler oradan geçmiş acaba?
Varmayan'da varan veya varacak olanın bekleyişini üstlenen o adreste kim oturuyor?
Bunlar da belki "Ömerix"vari sorular cehenneminde arafta kalan sorular...
Şiirbilim, Dirimbilim, Özdekçilik, Kalenderîlik (Poetry, Biology, Materialism, Qalandariyya)
28.05.2011
Ende der Lehr(e)ung! /Fin d'enseignement...
Bu sabah erkenden Lacan videolarını peşpeşe izlemeye başladım: evin içine doluştu bu ruhlar... Pontalis'in Lacan'ın sesini banttan duyduğunda hissettiği o "unheimlich" hava yayıldı eve... "Bu sözleri o kadar tekrar ettim ki Lacan mı yoksa ben mi konuşuyorum belli değil" dediğindeki o samimi duygusal itiraf... Sonra o "Rue d'ulm" (Ecole Normal Superieur) levhasını gördüğümde içimde hissettiğim ürperti: Salle Dussane'ın kapısının kapanışındaki o acımasız Kabe duvarı havası... İşte ben o "imkansız" "Reel" içinde yaşadığıma hala inanamama duygusu içindeyim: o "reel" dünya ki içinde "sembolik" ve "imajiner" birbirine düğümleniyor ve "reel"i, o "olanaksız" Reel'i oluşturuyordu...
F.Dolto'nun o samimi itirafı: (Lacan'ın seminerlerinde) "anladığım inciler bir çok deneyimi içinde özetleyen sembolik düzenin bizatihi kendisiydi" ama "anlamadıklarım bir klima, bir la majör Stimmung'tu"... Salle Dussane'da Derrida'yı o ilk zamanlarımdaki yarı Fransızcamla izlemeye çalıştığım anda yaptığım ruhsal yatırım ne tarz bir imkansız Reel'i düğümlüyordu? Ne tür bir Stimmung veya "harmoni"/ "disharmoni" çatışkısı içinde bir şeyin "icadî" kuruluşuna eşlik ediyordum?
Peki ya "Göstergeler zincirinde" en zayıf halka hangisiydi: zorunlu olarak temsil edilemeyen "objet küçük a"? Nasıl olup da kendisi bir "eksiklik" veya "namevcut" olan o fantom bütün sistemin lojik bir şekilde eklemlenmesine olanak sağlıyordu?
Ben'in "efendinin" kendisini tanıması için onun imgesi olması mı yoksa onun imgesinde kendini konumlandırarak bu tanımadan pay alması mı bilemiyorum; bir sapkın diyalektik yinelemeyi açarak farkları örgütlüyor ise ve ortaya çıkan sahne'ye biz reel diyorsak: Derrida'nın dediği gibi "devasa bir sessizlik" kendini dayatmış olmalı...
Freud'un ikazını ben de ciddiye alıyorum: ("Paranoya bir Felsefi sistem gibi tutarlı bir şekilde yapılanmıştır ve hakikati arar"): Bazen ben de özellikle Hegel okurken devasa bir paranoyakla karşı karşıya olduğum izlenimindeyim; ve her defasında "hakikatin" kurulan değil de peşine düşülüp aranan bir şey olduğu eğilimine kendimi kaptırdığımda ben de bu paranoyaya düştüğümün bilincindeyim (Lacan: "Merak etmeyin bayan size peşinize düşecek bir hakikat bulacağız"): peki ama ya hakikatin kurulan bir şey olduğunu iddia ettiğimizdeki o devasa paranoya??
Lacan doktrinindeki Reel-İmajiner-Sembolik düzeylerin karşılıklı eklemlenme ilişkisinde olması görüşü (hiçbirinin bağımsız tözü olmaması) bu yüzden hala çok cazip bir doktrin. Ne var ki bir "öğretim" ve "klinik" sürecinin sonunda vaz edildiği için bir "deneyin/deneyimin" sonucu bir doktrin.
Seansların uzama nedenine gelince (Husserl'in Logische Untersuchungen'leri gibi; "reduktion"ların ardının kesilmemesi...) tek tip bir "Bilinçdışı Mantığı"nın hala keşfedilememiş olması; hakikatin eklemlemeler, yineleme ve farklar yoluyla açığa çıkması olsa gerek... Derrida'nın Lacan'dan açık farkı ve "yapısalcı" veya "mantıkcı" olmama nedeni tam da bu noktada kendini ifşa eder gibi... Veya Deleuze'ün "paranoyak mantığına" karşı açıkça "şizofrenin -açıdan sapar gibi: dérive- sapmalarındaki" açık uçlu "merkezsiz", "kökensiz" yapılara daha yakın olmasının nedeni de burada olsa gerek...
Ende der Lehr(e)ung! /Fin d'enseignement...
F.Dolto'nun o samimi itirafı: (Lacan'ın seminerlerinde) "anladığım inciler bir çok deneyimi içinde özetleyen sembolik düzenin bizatihi kendisiydi" ama "anlamadıklarım bir klima, bir la majör Stimmung'tu"... Salle Dussane'da Derrida'yı o ilk zamanlarımdaki yarı Fransızcamla izlemeye çalıştığım anda yaptığım ruhsal yatırım ne tarz bir imkansız Reel'i düğümlüyordu? Ne tür bir Stimmung veya "harmoni"/ "disharmoni" çatışkısı içinde bir şeyin "icadî" kuruluşuna eşlik ediyordum?
Peki ya "Göstergeler zincirinde" en zayıf halka hangisiydi: zorunlu olarak temsil edilemeyen "objet küçük a"? Nasıl olup da kendisi bir "eksiklik" veya "namevcut" olan o fantom bütün sistemin lojik bir şekilde eklemlenmesine olanak sağlıyordu?
Ben'in "efendinin" kendisini tanıması için onun imgesi olması mı yoksa onun imgesinde kendini konumlandırarak bu tanımadan pay alması mı bilemiyorum; bir sapkın diyalektik yinelemeyi açarak farkları örgütlüyor ise ve ortaya çıkan sahne'ye biz reel diyorsak: Derrida'nın dediği gibi "devasa bir sessizlik" kendini dayatmış olmalı...
Freud'un ikazını ben de ciddiye alıyorum: ("Paranoya bir Felsefi sistem gibi tutarlı bir şekilde yapılanmıştır ve hakikati arar"): Bazen ben de özellikle Hegel okurken devasa bir paranoyakla karşı karşıya olduğum izlenimindeyim; ve her defasında "hakikatin" kurulan değil de peşine düşülüp aranan bir şey olduğu eğilimine kendimi kaptırdığımda ben de bu paranoyaya düştüğümün bilincindeyim (Lacan: "Merak etmeyin bayan size peşinize düşecek bir hakikat bulacağız"): peki ama ya hakikatin kurulan bir şey olduğunu iddia ettiğimizdeki o devasa paranoya??
Lacan doktrinindeki Reel-İmajiner-Sembolik düzeylerin karşılıklı eklemlenme ilişkisinde olması görüşü (hiçbirinin bağımsız tözü olmaması) bu yüzden hala çok cazip bir doktrin. Ne var ki bir "öğretim" ve "klinik" sürecinin sonunda vaz edildiği için bir "deneyin/deneyimin" sonucu bir doktrin.
Seansların uzama nedenine gelince (Husserl'in Logische Untersuchungen'leri gibi; "reduktion"ların ardının kesilmemesi...) tek tip bir "Bilinçdışı Mantığı"nın hala keşfedilememiş olması; hakikatin eklemlemeler, yineleme ve farklar yoluyla açığa çıkması olsa gerek... Derrida'nın Lacan'dan açık farkı ve "yapısalcı" veya "mantıkcı" olmama nedeni tam da bu noktada kendini ifşa eder gibi... Veya Deleuze'ün "paranoyak mantığına" karşı açıkça "şizofrenin -açıdan sapar gibi: dérive- sapmalarındaki" açık uçlu "merkezsiz", "kökensiz" yapılara daha yakın olmasının nedeni de burada olsa gerek...
Ende der Lehr(e)ung! /Fin d'enseignement...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)