4.01.2013

ADI KONULMAMIŞ O ŞEY


ADI KONULMAMIŞ O ŞEY




Her sabah olduğu gibi kıyıları denetlemek için bindiğim ya da herhangi bir şeyi denetleme amacı olmaksızın bu sabah da kendimi su üzerinde ayakta kayarken bulduğum deniz aracı buz gibi havayı keskin bir bıçak gibi keserek ilerliyordu. Günün tamamen ışımasına rağmen, bu kış mevsiminde ortalık bir türlü aydınlanmıyor, kıyıda gölgeleri kımıldayan canlı ve cansız şeyler buğulu bir fanus içinde yer alıyordu.

Bedenim ve ruhum, canlı ve cansız şeylerin belirsiz bir çizgiyle birbirlerinden ayrılmaları gibi birbirlerine karışmadan bir yan yanalık veya arka arkayalık, üst üstelik ilişkisi dışında birbirlerinin içinden geçiyor, birbirlerine her an dolanıyor, biri diğerinin alanına mütemadiyen tecavüz ederek bir arada olabiliyordu. Cebimi karıştırıp oradan burnumu silmek için yarı ıslak kullanılmış bir mendil parçası arar gibi hafızamı belli bir neden olmaksızın karıştırıyor ve elime gelen büzülmüş bir anı parçasıyla bazen duraksar gibi oluyor, ama zihnimdeki yoluma kayarak devam ediyordum.

Alnımdan süzülen ya da yarıp geçen saf havanın nemli ve buğulu öyküsü zerrecikler haline gelip birikiyor ve içime ruh olarak geri akıyordu. Havanın ve soluduğum oksijenin benim ruh oluşumum diyebileceğim şeyin canlı varolmaklığından damıtılıp çevremi ve atmosferi sarıp sarmadığından kuşkulanıyordum. Havanın mı içinde bulunuyordum yoksa hava mı benim içimde, bilmeksizin, soğuk ve sıcağın birbirine değdiği, sonra da kesiştiği noktada bulunuyor ve bu noktayı ileriye doğru yürütüyordum. Kayma etkisi beni bir yerden bir yere taşıyor ve bu etkiyi ben dümen adı verilen bu aletle etkileyebiliyordum.

Bu su aracı ile uzun zamandır vazife yaptığımdan birbirimize neden ve sonuç gibi bağlıydık, ama onu bazen başıboş kayarken görmek, hiçbir şeyi denetlememek ve yönlendirmemek de aramızdaki suskun dostluğun ve çatışkının bir telafisiydi. Telafisi olmayan şey de, benim, canlı ve cansız varlıkların, içerisinde belli belirsiz kımıldayıp şekil değiştirdiği buğulu fanusun içinde mi yoksa kenarında mı, veyahut büsbütün dışında mı olduğunu tam bilememem, ama buna rağmen ilerlememdi. Fanusun bir dışı olup olmadığını bilebileceğime dair umudun sınırlarının sınırına çoktan ulaşmış olmama rağmen bu sınırda ilerliyordum hala.

Bu sınırın sınır bekçisi, kayan yüzeyin dokunma noktası, hafızamın görünmez polisi ve dilimin muhafızı, mahfuzu, gardiyanıydım. Koruma kollama, gençliğimin avcılık günlerinden sonra ister istemez benim yeni mesleğim olmuştu; avcılık da sınırlarda yapılıyordu o günler. O günler, adı her ne olursa olsun, bir şeylerin, edebiyatın da doğduğu günlerdi: Edebiyat avcılık günlerinde doğmuş ve avcılığı sona erdirmiş, tamamına erdirmiş ve koruma, bekleme, bekçilik görevine dönüşmüştü. Edebiyatı çocuğum gibi benimsemiştim.

O adı ne olursa olsun, adı konulmamış şey, çocuk, benden hep himaye bekledi, avcılık işlerime önce ilgisiz ve karışmaz göründü, ancak avcılık, tarama, kıyı denetimi, koruma ve bekçilik işlerinin tamamını birden ve belli belirsiz bir şekilde eline geçirdi ve o beni himayesine aldı, su yüzeyinde kaymaya, süzülmeye bıraktı. Balıklar avlanacak varlıklar olmaktan işte o günlerde çıktılar ve belli bir rahata, huzura erdiler, kanımca.

Balık ve çocuk, iki ayrı şeyi çağrıştırır göründüler gözüme önce, sonra durum tersine döndü ve ikiye bölünen şey tek ve ayrı, üçüncü bir noktada toplanıp oraya doğru akmaya başladı: edebiyat da deniz oldu. Ya da hala adı konulmamış bir denize akmaya, orada toplanmaya başladı ki o gün ben zorunlu bekçilik görevime tayin edildim, seçimsiz bir seçimle.

Şimdi bu akan deniz o hep aynı adı konulmamış deniz mi? Balıklar nerede? Su yüzeyine yavaşça çıkan ters dönmüş canlı varlıkların ruhu kimde ve nerede toplanıyor? Capcanlı neşe içinde okula giden kıyıdaki çocuklar ne de çabuk büyüyorlar… Ben olmasam akıntıya kendini bırakıp fanusun sınırının sınırına toslayacak veya dibine batacak bu deniz aracının dümeni hangi haddeden haddelenmiş ki, o beni mi yönlendiriyor yoksa ben mi onu bilinmez… Bu madde şu solgun kış gününde ne de soğuk! Kendi yüzüme geri dönen nefesim ne kadar da ılık, ve şu yaşlı bekçilik günlerimde kendimi ısıtmak için geriye kalan tek şey!...

Evet dostlarım benden bu kadar, bu sabahlık izleme ve koruma vazifem buraya kadar; belki bir gün, bütün bu olup da bitmeyen şeylerin öyküsü uygun bir dille anlatılabilecek, ama o adı konulmamış şeylerin veya durumların adı asla konamayacak…Evet benden bu kadar.